23 Haziran 2014 Pazartesi

Paranoya...

Şunun şurasında cumhurbaşkanlığı seçimine sayılı günler kaldı...
Parlamentoda grubu bulunan muhalefet partilerinden CHP ve MHP ortak cumhurbaşkanı adayı olarak Ekmeleddin İhsanoğlu ismini açıkladı...
BDP büyük olasılıkla eş genel başkan Selahattin Demirtaş’ı aday gösterecek...
AKP’nin adayı henüz belli değilse de Başbakan Recep Tayip Erdoğan olması kuvvetli olasılık...
*
CHP ve MHP’nin ayrı adaylar çıkartmayıp, Erdoğan’ın aday olacağı hesabıyla ortak bir isim üzerinde uzlaşmaları, ilk bakışta çok akılcı bir hamle olarak görülse de işin aslı pek de öyle değil...
Ortak aday çıkartılması her şeyden önce, bu iki partinin kendi adaylarını çıkartmaları halinde seçimi kazanacaklarına dair küçük de olsa umutlarının olmadığının bir göstergesi...
Bu nedenledir ki, mantıklı ve akılcı gibi görünse de aslında AKP ve Erdoğan’a karşı duyulan kompleks psikolojisinin bir ürünü...
*
Bu psikoloji, sadece parti yönetimlerine değil, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasına şiddetle karşı çıkan toplumun belli bir kesimine de hakim...
Parti organlarında görüşülmeden iki genel başkan tarafından mutabık kalınan Ekmeleddin ismi açıklanır açıklanmaz, MHP’den hiç ses çıkmaması, CHP içinde bir iki sızlanma dışında kayda değer bir itiraz olmaması ve her iki partiye oy veren büyük çoğunluğun, adayın kim olduğu, ne olduğuyla bile ilgilenmeden, “aman Tayyip Erdoğan olmasında kim olursa olsun”  yaklaşımı içine girmesi bu psikolojinin en somut göstergesi...
Kısacası cumhurbaşkanlığı seçimi, sanki her şeyin sonuymuş gibi “aman Tayyip olmasına” kilitlenmiş durumda...
Sanki AKP’nin başında ve aktif başbakanlık makamındaki Erdoğan, pasif cumhurbaşkanlığı makamındaki Erdoğan’dan daha az tehlikeli...
Aman ha cumhurbaşkanı olmasın...
Tam bir paranoya...
*
Oysa mevcut Anayasamızın 104. Maddesinde yazılı olan cumhurbaşkanının yetkileri dikkatle incelendiğinde, çoğunun sembolik ve pratikte uygulanabilirliğinin tartışmalı olduğu görülür...
Yasama ile ilgili yetkileri, esasen veto ve Anayasa Mahkemesinde dava açmakla sınırlı...
Mesela, bu bölümde her ne kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek ifadesi yer almaktaysa da, bu yetkinin durup dururken kullanılamayacağı, uygun koşulların olması gerektiği gün gibi ortada...
Meşru olarak yapılan seçimlerden sonra oluşan bir parlamentonun yenilenmesini,  hiçbir geçerli gerekçesi olmadan bir cumhurbaşkanı nasıl isteyebilir?
Neymiş? Erdoğan seçilirse Bakanlar Kuruluna başkanlık eder fiilen başkanlık yaparmış...
Anılan Anayasa maddesinin yürütmeye ilişkin yetkilerin belirtildiği bölümünde, “gerekli gördüğü hallerde bakanlar kuruluna başkanlık etmek veya başkanlığında toplantıya çağırmak” denilmekte olup, bu yetkinin de somut bir gerekçesi olmaksızın iki de bir kullanılmasının mümkün olmayacağı çok açık...
*
Kaldı ki, Erdoğan, AKP’nin en güçlü olduğu dönemlerde bile, başkanlık sitemine geçmek için gerekli olan Anayasa değişikliğini sağlayamamışken, partisi ile bağlarını şeklen de olsa koparacağı ve sistem içinde artık bir başkasının başbakan olacağı ortamda bunu nasıl gerçekleştirebilecek?..
Şimdi bunu yapabilmesi çok daha zor!..
Özal cumhurbaşkanlığına çıkınca yerine bıraktığı Yıldırım Akbulut ile bir süre sonra ters düşmedi mi, partisine ne kadar hakim oldu, Mesut Yılmaz’ın genel başkan seçilmesini engelleyebildi mi?
Süleyman Demirel, cumhurbaşkanlığına gittikten sonra yerine bıraktığı Çiller ile ne kadar uyumlu oldu, partisi ikiye bölünmedi mi?
Ecevit ve zamanın iktidar ortakları, dışarıdan bulup getirdikleri Ahmet Necdet Sezer ile sürtüşmedi mi?
O halde, “aman Tayyip olmasın da kim olursa olsun” demek niye?..
*
Kim bilir, belki de Erdoğan’ın pasif cumhurbaşkanlığına seçilmesi ülke için daha hayırlı olacak...
Belki, Erdoğan bunu başkanlık hırsıyla değil de, sağlık sorunları nedeniyle istiyor...
Olamaz mı?
*
Diyelim ki, cumhurbaşkanlığına aday olmaktan vazgeçti veya oldu da seçilemedi, CHP ve MHP’nin ortak adayı kazandı...
Ne olacak?
Eğer daha erkene alınmazsa, önümüzdeki yıl yapılacak olan genel seçimlere CHP ve MHP ayrı partiler olarak girdiklerinde, bu seçimlerden AKP yine birinci parti çıkarsa, ortak gösterdikleri adayın cumhurbaşkanı seçilmesi ne kadar önem arz edecek...
Erdoğan, başbakanlık yaptığı sürece ne fark edecek?
Erdoğan, Atatürkçülerin yere göğe sığdıramadığı Ahmet Necdet Sezer zamanında en şaşalı yükseliş devrini yaşamadı mı?..
O dönemde bir kaç kanunun veto edilmesinden öte neye engel olunabilindi...
AKP hızla kadrolaşmadı mı? İstediği yasaları çıkartmadı mı?
Öyleyse, Ekmeleddin İhsanoğlu mevcut yetkilerle neyi ne kadar engelleyebilecek?
*
Soruların yanıtları çok açık ve net...
Demek ki, cumhurbaşkanlığı seçimi, her şeyin sonu olmadığı gibi, “aman Tayyip olmasında kim olursa olsun” ikilemi içinde ele alınacak bir mesele değil...
O halde, “kırk katır mı, kırk satır mı” havası yaratılarak, insanların özgür iradelerine baskı kurulmasının da anlamı yok...
Mesele bir bütün olarak iktidarın kazanılması...
Palyatif tedbirler ile AKP’yi geriletmeye çalışırken, korku psikozuyla ilkelerden taviz vermek ülkeyi daha da karanlığa götürmek değil mi?

Mustafa Tuğrul Turhan







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder