Paranoya...
Şunun
şurasında cumhurbaşkanlığı seçimine sayılı günler kaldı...
Parlamentoda
grubu bulunan muhalefet partilerinden CHP ve MHP ortak cumhurbaşkanı adayı
olarak Ekmeleddin İhsanoğlu ismini açıkladı...
BDP
büyük olasılıkla eş genel başkan Selahattin Demirtaş’ı aday gösterecek...
AKP’nin
adayı henüz belli değilse de Başbakan Recep Tayip Erdoğan olması kuvvetli
olasılık...
*
CHP
ve MHP’nin ayrı adaylar çıkartmayıp, Erdoğan’ın aday olacağı hesabıyla ortak bir
isim üzerinde uzlaşmaları, ilk bakışta çok akılcı bir hamle olarak görülse de
işin aslı pek de öyle değil...
Ortak
aday çıkartılması her şeyden önce, bu iki partinin kendi adaylarını
çıkartmaları halinde seçimi kazanacaklarına dair küçük de olsa umutlarının
olmadığının bir göstergesi...
Bu
nedenledir ki, mantıklı ve akılcı gibi görünse de aslında AKP ve Erdoğan’a
karşı duyulan kompleks psikolojisinin bir ürünü...
*
Bu
psikoloji, sadece parti yönetimlerine değil, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasına
şiddetle karşı çıkan toplumun belli bir kesimine de hakim...
Parti
organlarında görüşülmeden iki genel başkan tarafından mutabık kalınan Ekmeleddin
ismi açıklanır açıklanmaz, MHP’den hiç ses çıkmaması, CHP içinde bir iki
sızlanma dışında kayda değer bir itiraz olmaması ve her iki partiye oy veren büyük
çoğunluğun, adayın kim olduğu, ne olduğuyla bile ilgilenmeden, “aman Tayyip
Erdoğan olmasında kim olursa olsun” yaklaşımı
içine girmesi bu psikolojinin en somut göstergesi...
Kısacası
cumhurbaşkanlığı seçimi, sanki her şeyin sonuymuş gibi “aman Tayyip olmasına”
kilitlenmiş durumda...
Sanki
AKP’nin başında ve aktif başbakanlık makamındaki Erdoğan, pasif
cumhurbaşkanlığı makamındaki Erdoğan’dan daha az tehlikeli...
Aman
ha cumhurbaşkanı olmasın...
Tam
bir paranoya...
*
Oysa
mevcut Anayasamızın 104. Maddesinde yazılı olan cumhurbaşkanının yetkileri
dikkatle incelendiğinde, çoğunun sembolik ve pratikte uygulanabilirliğinin
tartışmalı olduğu görülür...
Yasama
ile ilgili yetkileri, esasen veto ve Anayasa Mahkemesinde dava açmakla
sınırlı...
Mesela,
bu bölümde her ne kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine
karar vermek ifadesi yer almaktaysa da, bu yetkinin durup dururken
kullanılamayacağı, uygun koşulların olması gerektiği gün gibi ortada...
Meşru
olarak yapılan seçimlerden sonra oluşan bir parlamentonun yenilenmesini, hiçbir geçerli gerekçesi olmadan bir
cumhurbaşkanı nasıl isteyebilir?
Neymiş?
Erdoğan seçilirse Bakanlar Kuruluna başkanlık eder fiilen başkanlık yaparmış...
Anılan
Anayasa maddesinin yürütmeye ilişkin yetkilerin belirtildiği bölümünde,
“gerekli gördüğü hallerde bakanlar kuruluna başkanlık etmek veya başkanlığında
toplantıya çağırmak” denilmekte olup, bu yetkinin de somut bir gerekçesi
olmaksızın iki de bir kullanılmasının mümkün olmayacağı çok açık...
*
Kaldı
ki, Erdoğan, AKP’nin en güçlü olduğu dönemlerde bile, başkanlık sitemine geçmek
için gerekli olan Anayasa değişikliğini sağlayamamışken, partisi ile bağlarını
şeklen de olsa koparacağı ve sistem içinde artık bir başkasının başbakan
olacağı ortamda bunu nasıl gerçekleştirebilecek?..
Şimdi
bunu yapabilmesi çok daha zor!..
Özal
cumhurbaşkanlığına çıkınca yerine bıraktığı Yıldırım Akbulut ile bir süre sonra
ters düşmedi mi, partisine ne kadar hakim oldu, Mesut Yılmaz’ın genel başkan
seçilmesini engelleyebildi mi?
Süleyman
Demirel, cumhurbaşkanlığına gittikten sonra yerine bıraktığı Çiller ile ne
kadar uyumlu oldu, partisi ikiye bölünmedi mi?
Ecevit
ve zamanın iktidar ortakları, dışarıdan bulup getirdikleri Ahmet Necdet Sezer
ile sürtüşmedi mi?
O
halde, “aman Tayyip olmasın da kim olursa olsun” demek niye?..
*
Kim
bilir, belki de Erdoğan’ın pasif cumhurbaşkanlığına seçilmesi ülke için daha
hayırlı olacak...
Belki,
Erdoğan bunu başkanlık hırsıyla değil de, sağlık sorunları nedeniyle istiyor...
Olamaz
mı?
*
Diyelim
ki, cumhurbaşkanlığına aday olmaktan vazgeçti veya oldu da seçilemedi, CHP ve
MHP’nin ortak adayı kazandı...
Ne
olacak?
Eğer
daha erkene alınmazsa, önümüzdeki yıl yapılacak olan genel seçimlere CHP ve MHP
ayrı partiler olarak girdiklerinde, bu seçimlerden AKP yine birinci parti
çıkarsa, ortak gösterdikleri adayın cumhurbaşkanı seçilmesi ne kadar önem arz
edecek...
Erdoğan,
başbakanlık yaptığı sürece ne fark edecek?
Erdoğan,
Atatürkçülerin yere göğe sığdıramadığı Ahmet Necdet Sezer zamanında en şaşalı yükseliş
devrini yaşamadı mı?..
O
dönemde bir kaç kanunun veto edilmesinden öte neye engel olunabilindi...
AKP
hızla kadrolaşmadı mı? İstediği yasaları çıkartmadı mı?
Öyleyse,
Ekmeleddin İhsanoğlu mevcut yetkilerle neyi ne kadar engelleyebilecek?
*
Soruların
yanıtları çok açık ve net...
Demek
ki, cumhurbaşkanlığı seçimi, her şeyin sonu olmadığı gibi, “aman Tayyip
olmasında kim olursa olsun” ikilemi içinde ele alınacak bir mesele değil...
O
halde, “kırk katır mı, kırk satır mı” havası yaratılarak, insanların özgür
iradelerine baskı kurulmasının da anlamı yok...
Mesele
bir bütün olarak iktidarın kazanılması...
Palyatif
tedbirler ile AKP’yi geriletmeye çalışırken, korku psikozuyla ilkelerden taviz
vermek ülkeyi daha da karanlığa götürmek değil mi?
Mustafa Tuğrul
Turhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder