15 Ekim 2015 Perşembe



Her Şey Vatan İçin!...

Askerlik yapanlarımız çok iyi bilir, sabah koşularının en popüler sloganıdır, “her şey vatan için” ...
*
Vatan’ın, bütün değerlerin üzerinde olduğunu, onun uğruna her şeyin feda edileceğini anlatır...
*
Tıpkı Mustafa Kemal’in “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” sözleri gibi...
Yani, vatan için yapılan hiçbir fedakarlığın maddi bedeli yoktur ve olamaz...
*
Ama ne garip değil mi?
*
O vatan uğruna kimilerimiz dağlarının en kuytu köşelerinde şehit düşüp arkalarında perişan aileler bırakıyor...
*
Kimilerimiz de o vatanın Avrupa kupasına katılmaya hak kazanan milli takımında top oynadı ve görev yaptı ve diye yüzbinlerce Euro ile ödüllendiriyor...
*
Gerçekten her şey vatan için (!)

Mustafa Tuğrul Turhan


11 Ekim 2015 Pazar

Barış Tamam da İçeriği ve Bedeli Ne?...

Ağacı görüp ormanı görmezsek hiçbir yere varamayız...
Gün, “terörün” istediği ve yaratmaya çalıştığı kargaşa, korku ve isyan ortamında duygusallıklar yaşama günü değil, aklıselim ile hareket edip, soğukkanlı olma günüdür...
*
Birileri, “barış” diye bağırıyor; birileri, barış diyenleri terörün sorumlusu ilan edip “terörü” lanetliyor...
Kategorize olmuşuz ki, hem de nasıl...
Kimse kimsenin ne dediğini dinlemiyor; kendi doğrularından asla vazgeçip sakin kafayla düşünerek karşısındakini anlamaya çalışmıyor...
Yıllardır barış diye bağıranların kim olduklarını, bağlantılarını biliyoruz da şimdilerde bu barış korosuna yeni katılanları anlamakta zorlanıyoruz...
*
Barış, öyle sihirli bir sözcük ki, kim buna karşı çıkıp savaş yanlısı olmak veya görünmek ister...
Elbette kimse istemez...
Lakin bu barış neyin barışı, nasıl bir barış, içeriği ve bedeli ne?..
Masum kültürel, sosyal talepler mi?
Ülkenin bölünmesi mi?
Ne?...
İşin bu tarafı hep karanlıkta kalıyor...
*
Suriye de PYD, Kuzey Irak’ta Peşmerge ve Orta Doğu’da Amerika’nın BOP projesi varken, barış diyenlerin zaman zaman ağızlardan kaçırdıkları özerklik lafları kafaları karıştırıyor ve toplumda endişe yaratıyor...
Barış çağrılarına ihtiyatla ve kuşkuyla bakılıyor; PKK’nın silahlara veda etmesi karşısında ne istediği bir türlü somutlanmıyor, “ucu açık” olmaktan kurtulamıyor...
AKP’nin başlattığı “Çözüm süreci” denilen uzlaşma ve PKK ile görüşme sürecinin içeriği, bırakın toplumu, meclisteki siyasi partilerden bile sır gibi saklanıyor...
Böyle olunca da maalesef “barış” diye bağırmak yetmiyor...
*
Barışın içeriği ve bedeli ortaya konulmadan barış diye bağırmak, her terör saldırısından sonra mızrakları siyasi iktidara çevirmek, geçmişte başka iktidarlara, şimdilerde Erdoğan’a ve AKP iktidarına muhalif olmanın “yaftası” olmaktan öteye geçemiyor...

Oysa barışın, sadece soyut bir çağrı olmaktan çıkartılıp, acilen somuta indirilmesi hayati önem taşıyor...
*
Ve kuşkusuz bunun içinde ilk yapılması gereken, soyut barış çağrısı yapanların, kafalarındaki nihai hedefi, toplumdaki bütün kuşkuları dağıtacak şekilde şeffaf davranarak ortaya koyması, bir başka ifadeyle eteğindeki taşları dökmesi gerekiyor...
*
Öyle ya, barış tamam da içeriği ve bedeli ne, kaçımız bunu bilerek barış istiyor?...
*
Bedeli özerklik veya bölünmeyse de barışa var mıyız; yoksak ne yapacağız?
*
Demek ki neymiş, soyut barış çığlıkları atmak, barış için yetmiyormuş...

Mustafa Tuğrul Turhan








10 Ekim 2015 Cumartesi

Ey Davutoğlu!..

Bütün siyasilerin ağzında bir sağduyu çağrısıdır gidiyor, oysa sağduyuya, halktan önce o çağrıyı yapan siyasilerin ihtiyacı var...
*
Bakın Ankara’da yüze yakın insanımız canından olmuşken, birkaç protesto girişiminden başka, halk sakin...
*
Olayın daha dumanı üstündeyken, TV ekranlarından, uzatılan mikrofonlardan birbirlerine veryansın ederek toplumu gerenlerse, lafta sağduyu çağrısı yapan siyasiler...
*
Sen önce kendin sağduyulu ol demezler mi adama...
*
Hele de devleti yönetenler, hükümet edenler, onların herkesten daha çok sağduyulu olması gerekir...
*
Ama heyhat, Başbakan basın toplantısında HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ı topa tutuyor adeta...
*
Demirtaş, Ankara’daki patlamada çoğunlukla siyaseten kendilerine yakın insanların yaşamını yitirmiş olmasının duygusallığıyla, sert açıklamalar yapmış olsa da ülkeyi yönetme iddiasında olan Başbakan’ın daha sakin hareket etmesi ve havayı yumuşatmaya çalışması gerekmez mi?
*
Başbakan muhalefet partileri CHP ve MHP’nin genel başkanlarına görüşme daveti yapıyor, mecliste MHP’den bir fazla milletvekili bulunan HDP’nin eş genel başkanlarından ikisini de davet etmiyor...
*
Hadi Demirtaş’la serleştin, öteki eş başkanı çağır, daha dün o partiden iki vekille aynı bakanlar kurulunda kabine arkadaşlığı yapan sen değil misin, ne değişti şimdi?...
*
Seçimle parlamentoya girmiş bir siyasi partiyi yok saymak, her şeyden önce, demokrasiyi, başka bir deyişle hükümet olarak kendi varlığını inkar etmek olmaz mı?..
*
Parlamento zemininde temsil edilenleri dışlamak, terör dediğin silahlı çözüm isteyenlerin ekmeğine yağ sürmez mi?..
*
Osmanlı döneminden her fırsatta gıptayla bahsetmek, hayranı olmak yetmiyor,  Osmanlının iyilerini, parlak dönemlerindeki yönetim anlayışını içselleştirmek, dersler çıkarmak gerekiyor...
*
Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye nasihatini hatırlasana, ne diyor Edebali...

“ Ey oğul! Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana...”
*
Ey Davutoğlu, şimdilik bey sensin, yangına körükle gitmesene, öfkeye öfkeyle karşılık vereceğine, uzlaşma arasana...
*
Parlamentoda temsil edilen bütün partilere eşit mesafede dursana...
*
Memlekette barışın ve huzurun ancak böyle sağlanabileceğini görsene...

Mustafa Tuğrul Turhan




Zafiyet İtirafı...

Başbakan Davutoğlu’nun, Ankara’da yaşanan ve çok sayıda can kaybına neden olan olayla ilgili düzenlediği basın toplantısında sorulara verdiği yanıtları dikkatle dinledim...
*
Elim olayın kim veya kimler tarafından gerçekleştirildiği şeklindeki bir soruya verdiği yanıtta, ‘muhtemelen iki canlı bomba tarafından gerçekleştirildiği yönündeki bilgilerin kuvvet kazandığını söyledi...
*
Bir istihbarat zafiyeti olup olmadığına ilişkin bir diğer soruya cevaben de;

‘Kuzey Iraktan DEAŞ kaynaklı fedailerin ve canlı bombaların eylem yapmak üzere Türkiye’ye gönderileceğine dair istihbarat alındığını ve gerekli çalışmalar için ilgililere talimatlar verildiğini, istihbarat bilgilerinin kamuoyuyla paylaşılmasının söz konusu olamayacağını, kısa önce Ankara ve İstanbul’da iki canlı bombayı eylem hazırlığındayken yakalandığını, bunu şimdi açıkladığını’ ifade etti...
*
Başbakan her ne kadar yok dese de, bizatihi bu iki soruya verdiği cevaplar, ortada bir istihbarat zafiyetinin olduğunu açıkça ortaya koyan bir itiraf niteliğinde adeta...
*
Hem, çok sayıda "fedai’nin" Kuzey Irak’tan Türkiye’ye gönderileceği istihbaratı aldığınızı, bunlardan ikisinin Ankara ve İstanbul’da eylem hazırlığındayken yalandığını söyleyeceksiniz, hem de Ankara’daki patlamanın iki canlı bomba tarafından yapıldığını belirteceksiniz...
*
Demek ki, neymiş; istihbaratı almışsın, ama canlı bombaların eylem yapmalarını önleyememişsin...
*
İstihbarata rağmen canlı bombalardan ikisi, Ankara’da kendi hedeflerine ulaşmış ve patlamış...
*
Bundan daha açık bir zafiyet göstergesi olabilir mi?
*
Zafiyet konusunda “ihtiyatla” ele alınması gereken bir diğer hususta, bugün sosyal medyada dolaştırılmaya başlanan, “Pir Ozan Abdal” ismiyle paylaşılan tivitler...
*
Neymiş, adam kimse dün gece 00:22 den sonra seri halinde paylaştığı sekiz adet tivitde "Ankara'da olası bir bombalı eylem en büyük katliamlardan birine yol açabilir" gibi ifadeler kullanarak, bugün Ankara’da yaşanan patlamayı önceden söylemiş...
*
Dahası, Yeni Akit gibi iktidar borazanı bazı çevrelere göre, bu tivitlerin sahibi, HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın danışmanıymış...
*
Eğer böyleyse, bu da bir başka zafiyet itirafı değil mi?
*
HDP eş genel başkanının danışmanı, Ankara’da izinli olarak yapılacak mitingden saatlerce önce tabiri caizse, “ihbar” yapacak, ama sen görmeyeceksin...
*
Sonra da gerek başbakanın, gerekse İçişleri bakanının ağzından zafiyet yok açıklaması yapacaksın...
*
Gülerler adama...

Mustafa Tuğrul Turhan

  

7 Ekim 2015 Çarşamba

Vekile Kıyak ve Merak...

Bugün Hürriyet Gazetesinin manşeti şöyleydi: “32 saat mesai için 4 yıl prim.”
*
Habere şaşırmadım desem yalan olur...
*
Tamam, milletvekillerine kıyak yapılmasına alışkınız, ama bu kadarında pes doğrusu...
*
Birinci kıyak;

7 Haziran seçimlerinde meclise giren, ancak meclis 1Ekimde açılıp aynı gün tatile girene kadar topu topu 32 saat mesai yapan vekillerden, milletvekili statüsünde emekli olmak için gerekli olan 2 yıllık süreyi doldurmayanların,  4 yıllık sosyal güvenlik primleri, hiçbir işte çalışmasalar bile başbakanlık müsteşarı maaşına endeksli olarak meclis bütçesinden ödenecekmiş...

İkinci kıyak;

7 Haziran'da seçilip de 1 Kasımda yapılacak seçimde aday olmayan veya olup da seçilemeyen vekillere tedavi yardımı aynen devam edecek ve sadece kendilerinin değil birinci derece yakınlarının tüm sağlık giderleri de meclis bütçesinden karşılanacakmış, sekiz tane implant hakları olacakmış...
*
Milletvekillerine prim ve sağlık yardımı sağlayan bu ayrıcalık 17 Ocak 2012 tarihinde kabul edilen Torba Kanunla getirilmiş...
*
Şimdi iki hususu merak etmekteyim...
*
Birinci merak;

Söz konusu Torba Kanununun bu maddesi görüşülürken, o mangalda kül bırakmayan muhalefet milletvekilleri, bu ayrıcalığa da muhalefet etti mi, yoksa her maaş artışında olduğu gibi iktidarla birlikte mi hareket etti?...

İkinci merak;

Kanun çıkartılırken o mecliste olmayıp 7 Haziranda seçilmiş olsalar da 1 Kasımda tekrar seçilemeyecek olan vekiller, bu ayrıcalığı içlerine sindirip “ne yapayım kanun böyle “ diyerek yararlanacak mı?
*
Ben de çok mu safım?...
*
Hadi canım sizde!...
*
Yetimin hakkını savunur onlar, kesin bu ayrıcalıktan yararlanmazlar (!)

Mustafa Tuğrul Turhan




5 Ekim 2015 Pazartesi


Devlet Terör Örgütünden Farklıdır...
 
Bazen bir fotoğraf, sayfalar dolusu yazıdan çok daha fazla şeyler anlatır...
*
Şırnak’ta güvenlik güçlerine roketatarlı saldırı düzenlerken ölen bir PKK’lının cesedinin zırhlı polis aracının arkasına bağlanarak yerde sürüklenmesine ilişkin fotoğrafta bunun en somut örneklerinden birisidir...
*
Bir insanlık ayıbının belgesidir...
*
Kuşkusuz bu söylediğime karşı, “PKK onca askerimizi polisimizi şehit ederken sen ne konuşuyorsun” diye tepki verecek pek çok kişi olacaktır...
*
Ne var ki, kim ne derse desin, ne tepki verirse versin bunlar, “duygusal” olmanın ötesine geçemeyecek, bir ölünün yerde sürüklenmesinin hangi koşulda olursa olsun “insanlık ayıbı” olduğu gerçeğini ortadan kaldırmayacaktır...
*
Başbakan Davutoğlu’nun, bu fotoğraf ile ilgili olarak derhal soruşturma başlatılması talimatını vermiş olması da bir anlamda bunun böyle olduğunun kabul edilmesi değil midir?
*
Hiç lafı gevelemeye, “ama’lı” konuşmaya gerek yoktur; Türk milletinin tarih boyunca yaptığı tüm savaşlarda düşmanlarına karşı, mertçe, insanca davranmasıyla övünen ve büyük önderi Atatürk’ün, Çanakkale’de İngilizlerle birlikte “bize” karşı savaşırken ölen ve bu topraklara defnedilen Anzak’lar için “Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçikle yanyana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen Analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” Dediği bir milletin çocuklarının bu gibi insanlık dışı hareketleri onaylaması mümkün değildir...
*
Bir devlet, kiminle olursa osun savaşırken ve çatışırken en temel insanlık ölçüleri içinde hareket etmediği ve hukuk çerçevesinde kalmadığı takdirde, terör örgütlerinden hiçbir farkı olmayacaktır...
*
Unutulmamalıdır ki, savaşın bile bir hukuku vardır...
*
Ve köklü bir devlet, her koşulda hukuk içinde kalmalıdır...
 
Mustafa Tuğrul Turhan
 

4 Ekim 2015 Pazar


Pazar Yazısı...

Devrimciliğimizin ilk gençlik yıllarında rahmetli kardeşim büyük devrimci Emin Tanrıyar’ın başkanlığını yaptığı, Ankara Menekşe sokaktaki Ankara Demokratik Yükseköğrenim Derneği (ADYÖD)’e giderdik...
*
Derneğin bulunduğu dairenin salon ve odalarının duvarlarında, ülkedeki sınıfsal farklığın derinliğini gösteren yoksul ve zengin yaşamlara ait fotoğraflar olurdu hep...
*
Bir tarafta yırtık ayakkabıyla, terlikle okula giden yoksul çocukların, diğer tarafta ayaklarına patikler giydirdiği köpeğini gezdiren lüks giyimli zengin çocukların, bir duvarda çalışmaktan elleri nasır tutmuş emekçi kadınların, diğer duvarda pedikür manikür yaptıran zengin kadınların...
*
Çarpıcıydı, etkileyiciydi; çok şey anlatırdı, gerçeğin ta kendisiydi...
*
Hürriyet gazetesinin Kelebek ekinde her Pazar olduğu gibi bugün de “Sokak Modası” isimli köşede, ünlülerin tam boy fotoğraflarının üzerlerindeki kıyafetlerin yanına, hangi marka olduğunun ve fiyatının yazılarak yayınlandığını görünce o günler geldi aklıma...
*
Kimin nesine ki bunlar?...
*
Bugünkü Kelebek ekindeki fotoğraflardan birisi Mustafa Ceceli’ye ait, üstündeki gömleğin markası Dolce& Gabbana fiyatı 525 Euro, kemeri Bottega Veneta fiyatı 410 Euro, pantolonu Dsquared 2 fiyatı 470 Dolar, ayakkabısı yine Dolce& Gabbana ve fiyatı 645 Euro...
*
Bir diğer fotoğraf Demet Akalın’a ait, üstündeki tek parça elbisenin markası Valentino fiyatı 1200 Euro, taktığı gözlük Dolce& Gabbana fiyatı 850 TL. çantası Fendi fiyatı 1600 Euro, ayaklarındaki üç banttan oluşan sandalet Gina fiyatı da 890 Euro...
*
Bir başka fotoğraf Burcu Esmersoy’a ait, üstündeki ceketim markası Iro fiyatı 1298 Dolar, eşarp Alexsander McQueen 790 Dolar, Pantolon Balmain fiyatı 716 Euro, çanta Beymen 600 TL, bot Beymen 700 Tl...
*
Diğer fotoğraftakiler de hemen hemen aynı, arada bir 150, 200 veya 300 TL lere rastlamak mümkün onlarda Zara’dan kot pantolon filan...
*
Söylenecek o kadar çok şey, karşılarına konulacak o kadar çok fotoğraf var ki, aslında...
*
Sayfalar yetmez...
*
Ama ne duygu sömürüsü yapmak istiyorum ne de girişte söylediklerim yorum sayılırsa, onlardan başka yorum...
*
Kendisine batı medeniyetinin yolu açılsa da malum nedenlerden bir türlü çağdaşlığı yakalayamamış, medeniyeti anlayamamış bir ülkenin ünlüleri de olsa olsa böyle giyinir deyip, sözü Orhan Veliye bırakıyorum:

 “...Bir Elinde cımbız
Bir elinde ayna
Umurun da mı dünya...”
*
Sağlıcakla kalın değerli arkadaşlarım...

Mustafa Tuğrul Turhan

 

3 Ekim 2015 Cumartesi


 (!)...

 
Cumhuriyet tarihinin en komik meclis açılışı dün yapılandı...
Meclis bi açıldı bi kapandı...
Yakamoz misali, ışıkları bi yandı bi söndü...
*
Cumhurbaşkanı MHP sıralarını azarlayarak konuşmasını yaparken, onlar, sonuna kadar oturup demediklerini bırakmadıkları Recep Tayyip Erdoğan’ı dinledi...
Mecburlar ya...
*
CHP ne yaptı?
Recep Tayyip Erdoğan genel kurul salonun girerken ayakta karşıladı, giderken yerinden kalkmadı...
Ne protesto ama (!)
Çok ince düşünülmüş, bu fikrin sahibini ödüllendirmek lazım (!)
*
Bunca olan bitenden, koalisyonun kurulmasını o engelledi, çözüm sürecinde PKK’nın yığınak yapmasına göz yumdu, diktatör olmak istiyor, “vatan haini” dedikten sonra muhalefet ancak böyle yapılırdı zaten (!)
*
Neyse, daha fazla parantez içi ünlem atmayayım; sonuncusunu yazayım...
*
Bu tutarlı muhalefetleri nedeniyle CHP’ye de MHP’ye de helal olsun (!)

Mustafa Tuğrul Turhan