25 Şubat 2014 Salı

Günaydın!..

Sn. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal ile yaptığı telefon konuşması internete düşünce birilerinde de jeton düştü...
*
Dünden beri, “Bu hükümetin meşruiyeti bitmiştir” diyorlar...
“Atık Recep Tayyip Erdoğan’dan başbakan olmaz” diye açıklama yapıyorlar...
*
Bunları söyleyenlere, hükümetin düne kadar meşruiyeti var mıydı, Recep Tayyip Erdoğan’ın düne kadar başbakan olur muydu diye sormak gerek...
*
Üç bakan istifa ettiğinde, çocukları tutuklandığında, ayakkabı kutularında milyon dolarlar bulunduğunda meşru muydu diye sormak gerek...
*
Sabah gazetesinin satışında iş adamları “havuza” para verdiğinde meşru muydu diye sormak gerek...
*
Yolsuzluk soruşturması devam ederken onca savcının, yargıcın, polisin yerini değiştirirken meşru muydu diye sormak gerek...
*
Şimdi kumpas dediği Ergenekon ve Balyoz davalarının savcısıyım dediğinde meşru muydu diye sormak gerek...
*
On bir yıl iktidardayken birçok işi birlikte yaptığı cemaati “paralel devlet” diye suçlayarak, “günah keçisi” ilan edip işin içinden sıyrılmaya çalışırken meşru muydu diye sormak gerek...
*
Paralel bahanelerle HSYK yasasını değiştirip, yargıyı kendisine bağlarken meşru muydu diye sormak gerek...
*
İnternet yasasını çıkartırken meşru muydu diye sormak gerek...
*
Ve nihayet, bugün meşruiyetini yitirmiştir dediğiniz hükümet bütün bunları yaparken, onu muhatap kabul ederek meşruluk kazandıran sizler değil miydiniz diye sormak gerek...
*
Bugün hala o parlamentoda oturarak aynı hatayı yapmıyor musunuz diye sormak gerek...
*
Veya bütün bu soruları sormaktan vazgeçip, günaydın demek gerek...

Mustafa Tuğrul Turhan


24 Şubat 2014 Pazartesi

Sığınma Hakkı...

Sığınma hakkı da bir insan hakkıdır...
Daha çok savaş dönemlerinde canını kurtarmak için bir ülkeden başka bir ülkeye kaçan insanlar nedeniyle gündeme gelmiştir...
Lakin özü itibariyle,kimi ülkelerin önceden belirlenmiş koşullara uygun başvurularda bulunan kimselere verdiği bir hukuki ve politik bir haktır”...
Yaşadıkları ülkede cinsel, ırksal, dinsel, politik, kültürel vb ayrımcılıklara uğradığını gösteren belgelerle hak veren ülkelerin ilgili makamlarına başvuran kimselere gerekli incelemelerin ardından uygun görülmesi halinde verilmektedir.
*
Mademki,  böyledir...
Öyleyse bizim de bu haktan yararlanmamız için hiçbir neden yoktur...
Belge mi?
TV dizileri...
Bunlardan iyi belge mi olur Allah aşkına...
*
Git ver dilekçeni iste sığınma hakkını...
Ekine de vidyo sidilerini ekle...
Çocuklar Duymasın, Kurtlar Vadisi, Karadayı, Komedi Dükkanı, Arka Sokaklar, Pis Yedili, Lale Devri...
Hafızanı yokla daha fazla dizinin sidisini koy...
Şansın daha da artar...
De ki dilekçede, ben beş yaşındayken bunlar oynuyordu,  yaşım geldi yirmiye hala oynuyor...
Ve bu ülkede insanlar hala bunlara gülüyor...
Bunlarla heyecanlanıyor...
*
Anında kabul edilmezse...
Ne istersen veririm...
Savaş mavaş hava gazı...
Bundan iyi sığınma hakkı mı olur?...

Mustafa Tuğrul Turhan


23 Şubat 2014 Pazar

Böyle Muhalefete Böyle İktidar...

AKP hükümeti, HSYK yasasını kavga dövüş meclisten geçirdi...
İçinden çıkarttığı ve Anayasa’nın yazılı hükmüne göre tarafsız olması gereken cumhurbaşkanının onayına gönderdi...
Bitti mi?
Bitmedi!
Bir yasanın yürürlüğe girmesi için önce cumhurbaşkanınca onaylanması, ardından da Resmi Gazetede yayınlanması gerekirdi...
Usul buydu...
Ve hukukta, usul esastan önce gelirdi...
Şekil içerikten öndeydi...
*
Peki, hal böyleyken ana muhalefet CHP ne yaptı?
Gitti, Anayasa Mahkemesinde, bu yasanın yok hükmünde olduğuna ve bu nedenle iptal edilmesi gerektiğine dair dava açtı...
Sonuç...
Anayasa Mahkemesi, bu davayı jet hızıyla ertesi gün usul yönünden reddetti...
*
Böyle bir ana muhalefet partisi olur mu Allah aşkına?
Şekil şartları itibariyle yürürlüğe girmemiş olan bir yasa için Anayasa Mahkemesinde dava açılmayacağı bilmek zor mudur?
Bu partinin hukuk bürosu, hukukçu milletvekilleri yok mudur?
*
Efendim, yasa cumhurbaşkanı onayladıktan ve Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra iş işten geçecekti, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı geriye doğru işlemeyecekti, o nedenle böyle yapıldı demek, yapılan hatayı telafi etmez...
Şekil şartları tamamlanmamış bir yasa hakkında açılan davanın reddedileceğini bilmek için hukukçu olmaya ile gerek yoktur...
Ana muhalefet partisinin bunu bilmemesi, tek kelimeyle vahimdir...
Bu başvuru, bilerek yapılmışsa eğer, bunun adı laf olsun torba dolsun başvurusudur...
Kamuoyuna bak biz başvurduk, ama reddedildi demektir...
Topu üstünden atmaktır...
Böyle değilse, durum daha da kötüdür...
*
Oysa yasanın yayınlanmasından sonra Anayasa Mahkemesinde dava açma hakkı saklı tutulmak kaydıyla esas yapılması gereken, bu, Anayasa’ya ve evrensel ilkelere aykırı yasanın cumhurbaşkanınca imzalanmasının açıkça taraf olunması anlamına geldiğinin, kamuoyuyla paylaşılması ve cumhurbaşkanının milletin değil AKP’nin cumhurbaşkanı olduğunun dile getirilmesi olmalıdır...
Eskilerin deyimiyle, “malumun ilanı” bir kez daha yapılmalıdır...
*
Ne yazık ki, ana muhalefet ve muhalefet bunları planlamaktan ve hayata geçirmekten çok uzaktadır...
Hata üstüne hata yapmaya devam etmektedir...
AKP’ye nefes alma fırsatı vermektedir...
İktidara yürüme iddiasında olan bir partinin, yolsuzluk ve kötü yönetim batağına saplanmış iktidar partisi karşısında bu türden basit ve kendisine duyulan güveni sarsacak hataları yapmaması gerekir...
Ne var ki, bu ne ilktir ne de son olacağa benzemektedir...
*
Bugün ülkenin şansızlığı, böylesine yolsuzluk ve kötü yönetim girdabında bulunan bir hükümet tarafından yönetiliyor olmaktan ziyade, bu iktidarla bile başa çıkma basiretini gösteremeyen bir muhalefete sahip olmasıdır...
Bunun adı, olsa olsa makus talihtir...
Ve anlaşılan odur ki, bu talihi muhalefet partileri değil, yine milletin kendisi yenecektir...

Mustafa Tuğrul Turhan



18 Şubat 2014 Salı


İdare-i Maslahat...

AKP hükümeti, paralel devlet ve paralel yargı suçlamalarıyla, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu yasasını değiştirmeye kalkınca, cumhurbaşkanı bu konunun Anayasa değişikliğiyle çözülmesi gerektiği yönünde kanaat belirtti...
 “Anayasa değişikliğiyle daha sağlam bir şekilde bu işi çözebilirler, ben hala bu kanaatimi koruyorum.” Dedi...
Lakin sonunda iktidar partisi Anayasa değişikliğini göze alamayıp, yasa değişikliği yoluna gitti ve kavgalı gürültülü tartışmaların ardından yeni düzenleme meclisten geçti...
Şimdi cumhurbaşkanının önünde...
Aynı şekilde şiddetli tartışmalara konu olan İnternet’e yayınlarına, yargı kararı olmadan müdahale edilmesinin önünü açacak olan yeni düzenleme de cumhurbaşkanının önünde...
*
Ve özellikle HSYK düzenlemesinin Anayasa değişikliğiyle yapılması kanaatini taşıdığını söylemiş olan o cumhurbaşkanı şimdi farklı konuşuyor...
“Cumhurbaşkanı olarak kendimi Anayasa Mahkemesi yerine koyamam. Ancak çok aleni gördüğüm noktalarla ilgili itirazlarımı yaparım. Muhalefet partisi zaten başından beri AYM’ye götüreceğini açıkladı. Geleneğimiz de bu şekildedir. Benden önceki cumhurbaşkanları da lehinde ve aleyhinde tartışmalar olan yasalar konusunda Anayasa Mahkemesi karar verir diyorlar.” Diyor.
Oysa cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen Anayasanın 104. Maddesinin, yasama ile ilgili olanlar başlıklı (a) şıkkında “Kanunları tekrar görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine göndermek.” Hükmü yer alıyor...
*
Bu durumda, Sn. cumhurbaşkanının yaptığı yasama ile ilgili görevini yerine getirmekten ve yetkisini kullanmaktan kaçınmak değilse nedir?
Yaptığı açıklamanın başkaca bir izahı var mıdır?
Yoktur!
*
Bir cumhurbaşkanının, incelemek ve tereddütleri olması halinde yeniden görüşülmek üzere TBMM’ye iade etmekle yükümlü olmasına karşılık, Anayasa değişikliği gerektirdiğini kanaatine olduğunu açıkladığı bir düzenlemeyi nasıl olsa muhalefet partileri Anaysa Mahkemesine götüreceğini söyledi diye onaylaması kabul edilebilir bir uygulama değildir... 
Bunun adı aradan çekilmektir...
Bu, ancak adı Anayasa’da tarafsız olduğu yazsa da açıkça taraf olan bir cumhurbaşkanınca yapılabilir...
*
TBMM’ce kabul edildikten sonra onayına gönderilen yasaları inceleyip yeniden görüşülmek üzere TBMM’ye geri göndermek, bilinen adıyla “veto” etmek, cumhurbaşkanının kendisini Anayasa Mahkemesinin yerine koymak değildir...
Bunu en iyi bilmesi gerekenlerden birisi, AKP hükümetinin gönderdiği bütün yasaları bekletmeden onayladığı halde bir istisna olarak kamuoyunda şike yasası olarak bilinen yasayı veto ederek TBMM’ye geri gönderen Sn. Cumhurbaşkanıdır...
*
Onun için hiç kimse kusura bakmasın;  açıkça söylemek gerekirse, Sn. cumhurbaşkanının şimdi yaptığının adı aradan çekilmektir...
Eski tabirle, “İdare-i maslahattır.”...
Vaziyeti kurtarmaktır...
İçinden geldiği AKP iktidarının, yolsuzlukları örtbas etmek için yaptığı hukuk tanımazlıklara göz yummak, yol vermektir...
*
Bu aslında başından beri böyledir ve bugün olanlar bir sürpriz de değildir...
Hiç kuşku yok ki, kamuoyunun gördüğü bu tabloyu herkesten önce, eski ve yeni genel başkanları iki de bir de ceketlerinin bütün düğmelerini ilikleyip,“Sn. cumhurbaşkanım” diyerek AKP’yi şikayet etmeye koşan ana muhalefet partisi ile diğer muhalefet partileri görmelidir...
Zira bu “orta oyununa” meşruiyet kazandırmak, iktidarda olanların sorumluluğuna ortak olmak demektir...


Mustafa Tuğrul Turhan

16 Şubat 2014 Pazar

Nerede?

Milletvekili seçilmemiş olan birisinin hükümette bakan yapılması ilk değildir...
Geçmişte de oldu...
*
Birisi böyle bakan yapılıyorsa...
Bu, onun yeteneklerinin, performansının milletvekili seçilmiş olanlardan çok daha fazla olduğu anlamına gelir...
Öyle de olması gerekir...
Yoksa onca vekil varken o birisinin bakan yapılmasının başka nasıl bir gerekçesi olabilir?
*
Örnek mi?
Al sana yeni İçişler Bakanı...
Gezi Parkı olayları sırasında İstanbul Kabataş'ta bebeğiyle saldırıya uğradığı iddia edilen kadının açıklamaları ve medyada yer alan görüntülerle ilgili yaptığı açıklama boşa bakan yapılmadığını ortaya koymuyor mu?
Ne diyor?
"O olay gerçekleşmiştir, ilgililer ve işin sahibi, o olaya maruz kalan çıkmış bunu söylemiştir. Bu da adli tıp raporuyla teyit edilmiştir."
Daha ne desin...
Cümleye bak...
“O olay gerçekleşmiştir”...
“İşin sahibi çıkmış bunu söylemiştir”...
İşte o kadar!
Görüntüler mi?
O da neyin nesi?
Koskoca İçişleri bakanı “gerçekleşmiştir” derken ve “işin sahibi” işi “ilahi kameraya” havale ederken siz hala gördüğünüze mi inanacaksınız?
*
Adli tıp raporu dediğin...
İki dizde bir bir buçuk santimetre çapında koyu mor renkte eskimozlar...
Çocukta, uyluk kısmında sıfır nokta iki santimetre üç sıyrık...
Çocuk kucağındayken kazara düşsen olacak işler...
*
Ama yok illa ki türbanlı bir kadına saldırılmış olacak...
Seçim yaklaştı...
Türban mutlaka gündeme taşınacak...
Mesele bir kadının tartaklanmasından çok, türban...
*
Yok, kadının tartaklanmasıysa eğer...
Gösteri ve yürüyüş hakkını barışçı gösterilerle kullanırken polisin dövdüğü, saçından sürüklediği kadınlar, kızlar...
Palalının kovalayıp, kalçalarına vurdukları...
Onların adli tıp raporları nerede?
*
Ya Ali İsmail’in ve diğer gençlerimizin ölümüne neden olan darbeleri vuranlar...
Onlar nerede?
Elini kolunu sallayarak aramızda gezmiyorlar mı?
Polis hala gaz sıkıp, şiddet uygulamıyor mu?
Peki, öyleyse “o olay gerçekleşmiştir” diyen başbakan’ın tasdikçisi, dışarıdan atanan İçişleri bakanı nerede?

Mustafa Tuğrul Turhan


14 Şubat 2014 Cuma

Psikolojik Savaş Taktikleri...

Yiğidi öldür hakkını yeme...
Sn. başbakan psikolojik savaşı son derece başarılı bir şekilde sürdürüyor...
Yolsuzluk operasyonunun, cemaatin güdümünde olan savcılarca hükümetine karşı bir darbe girişimi olduğu taktiğini baştan beri ısrarla uyguluyor...
Bu kapsamda, cemaate ve savcılara yüklendikçe yükleniyor...
*
Bugün yaptığı açıklama bu taktiğin en son örneği...
Sn. başbakan, on yedi Aralık olarak adlandırılan yolsuzluk operasyonunu yürüten savcıları “paralel yapı” ile birlikte hareket etmekle eleştirerek, “Benim oğlum da dahil bakanlarımın çocukları savcılara tazminat davası açacaklar” diyor...
Çocuklarının yönetiminde yer aldığı TÜRGEV’in de savcılara dava açacağını söylüyor...
*
Açacaklarsa açarlar, bunu neden başbakan kamuoyuna açıklıyor?
Tamamen taktik...
Hedef, öncelikle halen devam etmekte olan kovuşturmayı etkilemek...
Sonrasında da “bak haklı olmasak, mağdur olmasak savcılara dava açar mıyız” görüntüsü vererek, seçim öncesinde çizilen karizmayı kurtarmak...
*
Açık söylemek gerekirse,  Sn. başbakan bu açıklamayla, yürütmenin gücünü bir kez daha yargı üzerinde baskı aracı olarak kullanmış oluyor...
Onca sürgünden ve tenzili rütbeden ve de en son bu açıklamadan sonra hükümet üyelerinin de bulaştığı yolsuzluklara operasyon yapacak savcılar çıkabilir mi?
Zor!
Zaten istenen de budur!
*
Yolsuzluk kovuşturması, savcılar değiştirilse de devam ederken tazminat davası açmanın başka hiç bir anlamı yoktur...
Zira bu tür tazminat davaları, tazminata konu olan ceza kovuşturması veya davası sona ermeden karara bağlanmaz...
Hal böyleyken, yani halen kovuşturma devam ederken ve de ortada yolsuzluk yapıldığını gösteren ciddi bir çok done mevcutken tazminat davası açmak neyin nesidir?
*
Sn. başbakan’ın oğlunun da ilgilisi olduğu soruşturma, şaibeler birbirini kovalarken yapılamaz hale getirilmiştir...
Bakan çocuklarının kovuşturmasıysa sürmektedir...
Bunlar aklanmışlar mıdır da tazminat davası açacaklardır?
*
Başbakan’ın sözünü ettiği tazminat davası, olsa olsa taktiktir...
Psikolojik savaşın en son hamlesidir...
Hukuk’un yerinde yeller eserken kim bilir daha ne hamleler görülecektir...

Mustafa Tuğrul Turhan


13 Şubat 2014 Perşembe

Karma Aşı Sancısı...

CHP’de kazan kaynıyor...
Edirne belediye başkanı Hamdi Sedefçi istifa etti...
Kırklareli milletvekili istifa etti sonra geri geldi...
İstanbul’un belli ilçelerinde Sarıgül’ün adamları kontenjandan aday yapıldı...
Bakırköy belediye başkanı Ateş Ünal Erzen istifa etti...
Kadıköy belediye başkanı Selami Öztürk ağır konuştu...
Bu istifalar, kırgınlıklar ve kızgınlıklar, kişisel kapris mi?
Yoksa partideki kırılmanın dışa vurumu mu?
Parti yöneticileri, doğaldır herkesi memnun etmek mümkün değildir gibi açıklamalarla durumu geçiştirmeye çalışsa da kazın ayağı öyle olmadığı anlaşılıyor...
*
CHP, birilerinin oylarını çantada keklik görüp de merkez sağa ve hatta marjinal sağa prim verir ve cemaat’e tek laf etmemeye özen gösterir olduğundan beri ortalık karışık...
O çantada keklik gördüğü oyların bir kısmının ne olacağı belirsiz...
Birçok insanın kafası net değil...
Homurdanmalar artıyor...
*
Oylar bölünmesin, CHP de birleşelim diye çaba sarf edenler olduğu kadar, iyi de bu adaylara mı oy vereceğiz diye soranlar da var...
Canım adaya bakmayın bu hayat memat meselesi diyenlerde bile bir burukluk seziliyor...
CHP’nin herkesi kucaklayacağız söylemiyle sağa açılımı ve aşısı pek de tutmuş görünmüyor...
*
Normaldir...
Bir işe canı gönülden verilen destekle, zorunlulukla verilen destek farklı olur...
O işi severek, isteyerek, yapmakla, gönülsüz yapmak aynı heyecanı yaratmaz...
*
Hiçbir şeyin taklidi, aslının yerini tutmaz...
Sancı budur!...
*
İnanırsınız inanmazsınız, ama anketler, onca olup bitene rağmen hala AKP’nin açık farkla önde olduğunu göstermektedir...
Bu da aşının tutmadığını, dolayısıyla AKP’yi mevcut muhalefet partileriyle iktidardan indirmenin zor olduğunu ortaya koymaktadır...
Seçimlere çeyrek kala bir kez daha anlaşılmaktadır ki, laik cumhuriyete sıkı sıkıya bağlı ve AKP’yi bölecek güçlü bir merkez sağ parti ihtiyacı bugün her zamankinden daha fazladır...

Mustafa Tuğrul Turhan


10 Şubat 2014 Pazartesi

Memur Maaşları...

Anlaşıldı, “eski çamlar bardak oldu”...
Devlet, artık bizim bildiğimiz eski devlet değil...
AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte çok şey alt üst oldu...
Bunlardan birisi de memur maaşları...
*
Çok değil AKP iktidarından önce memur maaşlarına Ocak ve Temmuz aylarında olmak üzere yılda iki kez zam yapılırdı...
Bu aylara yaklaşıldığında da zam meselesi gündeme oturur, memur dernekleri başta olmak üzere medya ve muhalefet partileri maaşların yetersizliği konusunda hükümeti sıkıştırırdı...
Sonunda hükümetin verdiği zam istenilen ölçüde olmasa da en azından komik bir rakam olmazdı...
*
AKP hükümeti, iş başına geldikten sonra memuru enflasyona ezdirilmeyeceğini söyledi, ama enflasyon hesabında etin, sütün, ekmeğin yerine, en olmadık ürünleri kullandı...
Böyle olunca, enflasyon güya düşük çıktı, memur maaşları da enflasyon kadar arttı...
Oysa gerçek enflasyon başkaydı ve memurların maaşları da diğer emekçilerin gelirleri gibi reel olarak her geçen yıl daha da eridi...
*
Sonra sözde demokratik haklar veriyormuş gibi yapıp, memur derneklerinin yıllardır istediği toplu sözleşme hakkını tanıdı...
Ama grev hakkını vermedi...
Grevsiz toplu sözleşme hakkıysa, silahsız ordudan farksızdı...
*
Buna rağmen, hemen herkes aman ne iyi oldu dedi...
Oysa AKP böyle bir hak veriyorsa, işin içinde bir bit yeniği vardır diye düşünülmeliydi...
Öyle ya, AKP ne zaman emekten, haktan yana olmuştu...
*
Nitekim çok geçmeden işin gerçek yüzü görüldü...
Memur dernekleri, hükümetle masaya oturdu, ama hiçbir sonuca ulaşılamadı...
İmam bildiğini okudu...
*
Bir anda yandaş memurların kurduğu “sarı” memur dernekleri türedi...
Hükümetin yanında saf tuttu...
Hükümet onları muhatap aldı...
Diğer memur dernekleri ve sendikaları hükümetin önerdiği zam oranını yetersiz bulsalar da, bu “sarılar”, işi neredeyse “bu zam çok hiç vermeseniz de olur” demeye getirdi...
Anlaşma sağlanamayınca, zam işi, hükümetin atadığı üyelerden oluşan hakem kuruluna gitti...
*
Hakemler “tarafsız” ya, ölçtü biçti, kararını verdi; hükümet ne önerdiyse, yarım puan üstünü uygun gördü...
4+4’leri seven hükümete yakışır şekilde 2012 yılı için %4+ %4 zam dedi...
Sonraki yıl için de 3+3’ yeter dedi...
*
Bu yıl seyyanen yüz elli liralık bir artış yapıldı...
Seyyanen olunca, iki bin lira civarında olan en alt derecelerdeki memurun maaşı, bu zamla %7,5 artarken, genel müdürün maaşı %2,2 artmış oldu...
Hükümetin, garip ürünleri baz alarak yaptığı hesaplamaya göre % 7,4 olan enflasyon oranı dikkate alındığında bile, en alt derecedeki memurun üstündeki tüm memurların maaşları, enflasyonun altında kaldı...
Gerçek enflasyona göreyse, ezim ezim ezildi...
*
Sonuçta, toplu sözleşme falan lafta kaldı...
İmam bildiğini okudu...
Memur ve emeklisi çöktü...
Ama işini bilen memur, enflasyona ezilmedi, her zaman olduğu gibi büyüklerine uydu, kutuları doldurdu...


Mustafa Tuğrul Turhan

9 Şubat 2014 Pazar

Babadan Oğul’a Dededen Toruna...

CHP nihayet İstanbul ve Ankara Büyükşehirleri başta olmak üzere daha önce açıkladıklarından arda kalan il ve ilçelerin belediye meclisi üyeleri ile başkan adaylarının belirlemesini yaptı...
Çoğu yerde yöntemin adı “fermuar”...
Çekti fermuarı bitirdi işi...
*
İstanbul ilçelerinde durum evlere şenlik...
Beşiktaş’a Mustafa Sarıgül’ün yakın çalışma arkadaşı aday gösterilmek istenince, bazı genel başkan yardımcıları itiraz ediyor...
Beşiktaş için adı geçen Bakırköy’e kaydırılmak isteyince istifa ediyor...
Bu istifa üzerine Bakırköy’den Kadıköy’e kaydırılan aday geri Bakırköy’e çekilince Kadıköy işi de karışıyor...
KIlıçdaroğlu devreye giriyor ve bu üç ilçe için de “son kararı ben vereceğim” diyor...
Şişli adayı İsmet İnönü’nün torunu...
*
Edirne ve Kırklareli’nde parti teşkilatından başka hiç kimse yokmuş gibi bu illerin milletvekilleri belediye başkan adayı...
Seçmen onları milletvekili olarak görev yapsın diye seçip göndermedi mi?
E öyleyse, genel seçime yaklaşık daha bir yıl varken niye bir de onları belediye başkanı adayı yapıyorsun...
*
İzmir’in Buca İlçesinin belediye başkan adayı, eski Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina’nın oğlu Levent Piriştina...
*
Ankara’nın Çankaya’sında, belediye meclisi adayları içinde Yenimahalle’den alınıp Çankaya’ya bağlanan Çayyolu’ndan hiç kimse bulunmuyor!
En azından onca zamandır emek verip çalışanlardan bir temsilci bile listede yer almıyor...
Hemen arkasından da Yenimahalle de halen görevde olan Fethi Yaşar ile devam edilmesine, Çankaya da ise eski belediye başkanlarından Doğan Taşdelen’in oğlu Alper Taşdelen’in aday gösterilmesine karar verildiği haberi ortaya düşüyor...
İl yönetimi istifayı düşünüyor...
*
Görüleceği üzere İstanbul, Ankara, İzmir’de yöntemin adı “babadan oğul’a” veya “dededen toruna”.
*
Melih Gökçek oğlunu aday yapacak diye esip gürleyenlere bak...
Ankara Çankaya’da otuza yakın adayın çabalarını aylardır seyredip, sonunda Gökçek’in yapmadığını yapıveriyor...
Hem de tepeden inme...
İzmir Buca, İstanbul Şişli'de aynı...
Bırak, parti içi demokrasinin olmazsa olmazı ve de tüzüğün gereği olan ön seçimi, eğilim yoklamasını bile yapmadan...
Öyleyse, iğneyi kendine çuvaldızı Gökçek’e batıracaksın...
*
Madem böyle yapacaksın onca aday adayını neden koşturdun?
Yazık değil mi insanların emeğine?
Bu işler, parti meclisinde yapılan tartışmaları “son kararı ben vereceğim” diyerek kesen genel başkanın iki dudağının arasındaysa, AKP’yi niye eleştiriyorsun?
AKP’nin bütün adaylarını eğilim yoklamasıyla belirlediğini görmüyor musun?
*
Madem demokratik olmuyorsun, bari adil ol...
Mesela, Ankara’nın “çantada keklik” görünen Çankaya’sı gibi büyük kentlerin büyük semtlerinin belediye meclislerinde belli oranda temsil edilmesini sağla...
Fermuarını öyle çek ki, “son kararı” genel başkanının vereceği yerlerde, CHP’li seçmenin ezici ağırlıkta olduğu Ankara’nın Çayyolu’su gibi semtlerden birileri belediye meclislerine girsin...
*
Yoksa bu uyguladığın yöntemin adı olsa olsa “ben yaptım oldu” olur...
Emrivaki yapmanın sonucuna da katlanırsın...
Belki, insanlar yıllardır olduğu gibi yine “kerhen” oy verir ve de Çankaya’yı yine alırsın, ama ya diğer ilçeler?
Ya partiye olan güven kaybı?
Ya kırgınlıklar, kızgınlıklar?
Onları ne yapacaksın?
*
Bunların acısı zamanla çıkar...
Fark ettiğinde de iş işten çoktan geçer...
Kendi koyduğu kuralları günübirlik yaklaşımlarla çiğneyenlerin sonu hüsran olur...


Mustafa Tuğrul Turhan

7 Şubat 2014 Cuma

Bu Düzen Değişmelidir...

Bu topraklarda her daim zengin olan düdüğü çalmıştır...

Orhan Veli’nin Vatan şiirinde,

“Neler yapmadık şu vatan için!
kimimiz öldük;
kimimiz nutuk söyledik.”
Dediği gibi, kimileri dağların kuytularında şehit düşmüş, kimileri de “bedelli” olmuş, anaları ağlamamıştır...
*
Bu iş, aslında ta Osmanlıdan beri böyledir...
Ali Asker Hozat, Kara Çadır İs mi Tutar şirinde bunu şöyle anlatır...

“Yemen yolu çukurdandır
Karavana bakırdandır
Zenginimiz bedel verir
Askerimiz fakirdendir”

“Tarlalarda biter kamış

Uzar gider vermez yemiş
Şol Yemen'de can verenler
Biri Memet biri Memiş
*
Bugün değişen nedir?
Hiçbir şey değişmemiştir!
Hatta daha da kötüye gitmiştir...
*
Zenginin, nüfuzlunun, iktidarı elinde tutanın, güçlünün çocuğu, sadece askerlikten “bedelli” ile sıyırmakla kalmamaktadır...
Şimdi ayrıcalıkları çok daha fazladır...
*
Onlara artık savcılar dokunamamaktadır...
Polis gözaltına alamamaktadır...
Onlar mahkemelerde hesap vermemektedir...
Yolsuzluk soruşturmalarında mal varlıklarına tedbir konulsa da iki gün sonra kaldırılmaktadır...
*
Mahkemeler ve hapisler, tıpkı askerlik gibi Memet ve Memişler için vardır...
Ama artık bu düzen değişmelidir...
Bu değişimi gerçekleştirecek olan da ancak Memet ve Memişlerin iktidarıdır...


Mustafa Tuğrul Turhan


4 Şubat 2014 Salı

Bomba mı?

Amiralin gemisinin manşeti şöyle: “Beş Yıl bombası.”
Bilmez mi neyin ne olduğunu?
Elbette bilir!
Ama gel gör ki, “amiralin gemisidir”...
Bir gün nalına, öbür gün mıhına vurmak onun karakteridir...
*
Başbakan, “tutukluluk süresini yedi buçuk yıldan beş yıla indirme kararı verdik. Meclisten bunun çıkmasıyla yüzlerce, binlerce insan bundan istifade edecek.” Der demez bunu manşet yapmak, marifet değildir...
Gazetecilik, halkı doğru bilgilendirmek adına yapılıyorsa, manşetler de içerikleri de doğruyu yansıtmalıdır...
Tarafsız ve özgür gazetecilik budur...
*
Peki, Ceza Muhakemeleri Kanunun tutukluluk sürelerini düzenleyen yüz ikinci maddesinin ikinci fıkrasında, “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” Hükmü yer alırken, başbakanın, muhtemelen son günlerde yaşadığı “sıkıntılar” nedeniyle vaziyeti kurtarmak için sarf ettiği bir sözü manşete taşımak nedir?
Olsa olsa renkli gazeteciliktir...
*
Yahu, zaten meri yasa maddesine göre, ağır ceza mahkemesinin görevine işlerde tutukluluk süresi uzatmayla beraber beş yıl değil midir?
Beş yıldır!
Anayasa Mahkemesi, Terörle Mücadele Kanununun onuncu maddesindeki, suçlara ilişkin, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır düzenlemesini iptal etmemiş midir?
Etmiştir!
E öyleyse?
Tutukluluk süresi zaten azami beş yıldır...
Hal böyleyken başbakanın söylediğinin haber değeri var mıdır?
Yoktur!
*
Öte yandan, Tuncay Özkan, Doğu Perinçek, Veli Küçük gibi isimlere tahliye yolu göründü demek mümkün müdür?
Değildir!
Zira Ergenekon, Balyoz ve Şike gibi davalarda artık tutukluluk hali söz konusu değildir...
Hüküm verilmiştir...
Ve de Yargıtay Ceza Genel Kurulu 12.04.2011 51-42 sayılı kararı “temyiz süresinde geçen süre, anılan maddede yazılan azami tutukluluk süresinin hesaplanmasında dikkate alınmayacak” şeklindedir.
Yani Yargıtay, tutukluluk süresinin hesabında, yerel mahkeme tarafından hüküm verilinceye kadar geçen süreyi dikkate almaktadır...
Aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de yerel mahkemelerde geçen süreyi esas almaktadır...
Buna göre, Ergenekon, Balyoz ve Şike davalarında hüküm giyenlerin uzun tutukluk gerekçesiyle tahliye edilmelerinin söz konusu olmayacağı apaçık ortadadır...
*
Hoş, Şike davasında içerde yatan kimse de yoktur...
Belli ki, Aziz Yıldırım, BDP’li Sebahat Tuncel gibi cezası onansa da en azından yerel seçimler yapılıncaya kadar serbest kalacaktır...
İşi bu tarafı ayrı bir garabettir...
Bir çok yurtsever hükmen tutuklu veya hükümlü diye hapiste yatarken, aynı konunda olan birilerinin elini kolunu sallayarak dolaşması tam bir eşitsizlik örneğidir...
Ancak bu, bizim gibi hukuk ve adaletin olmadığı bir ülke için yadırganacak bir durum da değildir...
*
Resim budur!
Öyleyse, demokrasi ve insan haklarına saygılı, bağımsız ve özgür gazetecilik, başbakanın seçime dönük, tutukluluk sürelerinin beş yıla indirileceği laflarına alkış tutmak değil, bu çelişkileri ve tutukluluk için beş yılın, çok uzun bir süre olduğunu tartışmak olmalıdır...
Marifet budur!


Mustafa Tuğrul Turhan

1 Şubat 2014 Cumartesi

İnsan Manzaraları...

“Memleketimden İnsan Manzaraları” destansı şiirinde, Anadolu’nun köylüsünü, işçisini, onurlu insanlarını adeta resmeder Nazım Hikmet...
Şimdi yaşasaydı acaba o uzun dizeleri yazabilir miydi?
Hiç sanmıyorum...
Çünkü o insanların yerinde yeller esiyor...
Neyden, kimden ilham alacak...
Şiir duygu işi...
Yaşar kemal’in dediği gibi, o güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler”...
Neyin manzarasını yazacak?
Kirli siyasetçinin mi?
Yoksa o kirli siyasetçiyi göz göre göre hala bağrına basmaya devam edip, “Türkiye seninle gurur duyuyor diyenlerin mi?
Kimin?
*
O siyasetçi, bakanken bir iş adamının uçağıyla ailece umreye gidiyor...
O iş adamının “hediye” ettiği yedi yüz bin dolarlık saati kabul ediyor...
Bunlar ortaya çıkıyor ve reddedemiyor...
Yolsuzluk soruşturmasında tutuklanan oğlu hala içerde yatıyor...
Sesini kesip oturacağına, kalkıp seçim bölgesine gidiyor...
Partilileri onu coşkun tezahüratla karşılıyor...
“Mersin seninle gurur duyuyor” sloganları atıyor...
*
Eski bakan, bulmuş fırsatı kaçırmıyor...
O klasik cümleleri sıralıyor...
“ evlatlarımız ve çalışanlarımız üzerinde kirli bir oyun düzenleniyor” diyor.
“Sizler beni tanıdınız, bu kardeşiniz; bu ülkede 20 yıl sanayicilik yapmış, sıfırdan gelmiş, varlığı yokluğu görmüştür. Bu ülkede yüzlerce insanın çalıştığı fabrikalar kurmuş, 13 yıl Ankara Sanayi Odası Başkanlığı yapmış, uzun yıllar Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği başkan vekilliği yapmıştır. 20 yıldır kamuoyu önünde, basının önünde olan bu kardeşinizin gizli saklı bir işi olabilir mi soruyorum size." Diye ekliyor...
Kalabalık alkışladıkça daha da açılıyor...
"Değerli kardeşlerim 56 yaşına gelmiş, 10 yıl önce kalp krizi geçirmiş, kalbi durmuş, yeniden hayata döndürülmüş, Allah'tan başka hiç kimseden korkusu ve hiç kimseye verilecek hesabı olmayan bir kardeşiniz olarak konuşuyorum. Zafer Çağlayan, ne ailesini, ne partisini, ne kardeşlerini, ne çalışanlarını, ne de canı kadar sevmiş olduğu Mersinlilerin başını öne eğecek bir şey yapmadı, yapmayacaktır. Geçenlerde Başbakanımız söyledi, 'Abdestimizden de, namazımızdan şüphemiz yok.' Allah'a bir can borcumuz var. Onu da Allah verdi, Allah alır." 
“Faiz lobisinin önünde aslanlar gibi durdum. Bu kardeşiniz 6,5 yıllık bakanlığının 2,5 yılını evinden uzakta dünyanın 102 ülkesinde geçirdi. Bu kardeşiniz, Türkiye’de istihdam olsun diye uğraştı. Bu yaptıklarımızdan birilerinin ayağına bastık. Faiz lobisinin, Türkiye'nin kanını sömürmeye alışmış  olan insanların ayağına bastık. Ama bu kardeşiniz hangi görevde olursa olsun, Allah can verdiği müddetçe, faiz lobisinin damarlarına basmaya devam edecektir. Kardeşinizi Türkiye’ye kurban etmeye çalışıyorlar. Bu kardeşiniz bu ülke üzerinde oynanan oyunlara karşı durmak için, bu ülkeyi faiz lobisine teslim etmek isteyenler için Türkiye'nin geleceği için eğer kurban olması gerekiyorsa, zafer çağlan Türkiye ye de sizlere de kurban olsun."
Diyerek, hamaset yapıyor...
*
Mersinli partilileri de onunla gurur duyuyor...
Pes doğrusu...
Memleketimden insan manzaraları şimdilerde işte böyle oluyor...
Nazım iyi ki görmüyor...

Mustafa Tuğrul Turhan


Gibi Gibi...

Anayasamıza bakarsanız Cumhurbaşkanı tarafsızdır...
İcraata bakarsanız bu lafta kalır...
Bir partinin içinden gelip o partinin oyuyla Cumhurbaşkanı seçilen, tarafsız değil, tarafsızı oynayandır...
Çünkü tersi eşyanın tabiatına aykırıdır...
*
Cumhurbaşkanı düşün...
Süresi bittiğinde yeniden aday olacak...
Kendisini o makama getiren partiye ters düşebilir mi?
Cumhurbaşkanı düşün...
Kendisini o makama getiren partinin lideri Cumhurbaşkanı olmak isteyecek,  kendisi de tekrar siyasete dönecek...
O partinin başına geçmek istemez mi?
İsterse, o partiye ters bir icraat yapabilir mi?
*
Cevapların evet olması mümkün değildir...
Nitekim bunun somut cevabı, yaşananlardır...
*
On yedi Aralıktan bu yana çok fazla konuşmayan, etliye sütlüye karışmayan Cumhurbaşkanı, sular durulmaya başlayınca açıklama üstüne açıklama yapıyor...
Sanki o makama dün çıkmış da olan biteni yeni görmüş gibi konuşuyor...
“Basın eleştirmesin derseniz basın olmuyor.” Diyor...
Sanki döviz alıp başını gitmemiş de Merkez Bankası müdahale etmemiş, ortada siyasi ve ekonomik bir kriz yokmuş gibi,
 “Ekonomimizde çok yüksek boyutu olmasa da ufak bazı dalgalanmalar oluyor, bunlar gayet açık. Ama bütün bunlara rağmen Türkiye'de siyasi istikrar var. İstikrardan dolayı yarın ne olacak diyen kimse olmadığı kanaatindeyim. Uzun vade ayrı... Ekonomik istikrar açısından baktığımızda, temel göstergeler ortada. Fransa Cumhurbaşkanı da göstergelerden etkilendi. Bugünkü tabloda Türkiye ile ilgili bir tereddüt söz konusu değil.” Diyor...
Suriye’ye giden TIR’lar meselesi apaçık ortada değilmiş gibi,
“İstihbarat teşkilatının bu kadar ağızlarda, sayfalarda olmasının iyi olmadığı kanaatindeyim. Hesaplarını vermeleri gereken makamlara verirler. Büyük kırılmaların yaşandığı bir coğrafyadayız. Güney sınırlarımızın ötesi çok değişmiştir. Türkiye'nin ileride kendisine tehditlerin ortaya çıkmaması için MİT'e de görevler düşmektedir.”Diyor...
“ABD ve AB’nin özellikle HSYK Yasasına ilişkin endişeleri ve tepkileri ortada değilmiş gibi,
Bu, AB için de böyle, ABD için de böyle, bundan 6 ay önce Amerika'da Başbakanımıza en büyük ağırlamayı yaptılar. Avrupa ülkelerine baktığınızda Tayyip Bey geçenlerde AB'de idi, görüş ayrılıkları olsa da gayet güzel, medeni bir şekilde görüşüldü. Fransa Cumhurbaşkanı geldi, yeni bir dönem başlıyor.”Diyor...
Yolsuzluk soruşturmaları yokmuş, şaibeler ayyuka çıkmamış, hükümetin dört bakanı istifa etmemiş, on bakanı değişmemiş gibi,
“Türbülans gibi bir tartışmanın içindeyiz. Türkiye'yi bu tartışmalardan süratli bir şekilde çıkarmak da yine bizim elimizdedir, bize düşer. Hep beraber, burada sadece siyasete değil, basın dünyasına da, yazarlara da, iş dünyasına, hepimize de iş düşer. İşte türbülans gibi bir tartışma ortamı içindeyiz. Buradan hemen çıkılması gerektiğine inanıyorum. Hak etmediğimiz bir ortam içindeyiz. Hak etmediğimiz tartışmalar yaşanıyor. Nasıl kaynaklandı, ne oldu, bu ayrı bir konu. Bu mikro detaylara girmek istemem.”Diyor...
Ve çıkış yolunu da gösteriyor!
Önemli bir şey olmamış gibi, bu işleri büyütmeyin demeye getirip,
“Türbülans lafının boyutunu çok büyütmek kanısında değilim. Türbülansa girersiniz, çıkarsınız. Şimdiye kadar türbülanstan düşen bir uçak yok bildiğim kadarıyla. Ama yolcuları rahatsız eder. Boyutunu büyütmeyin, kasırga, fırtına esiyormuş gibi almayın. Ama hepimiz görüyoruz, manşetlere baktığınızda, konuşulanlara baktığınızda, demek ki keskin bir ortam var. Bundan çıkmanın yolu, konuşulan dil çok önemli, hepimiz için... Söylem tarzlarımız biraz gözden geçirilirse, bu birden havayı değiştirir kanaatindeyim. Hele şimdi seçime giderken bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bakın geçenlerde bir kişi hayatını kaybetti.” Diyor...
Devletin içinde paralel devlet olduğu, yargıda çetelerin bulunduğu açıklamaları bizzat hükümetten geldiği halde, bu aslında kolayca çözülecek basit bir meseleymiş gibi,
“Devlet sistemi içinde bazı kurumlarda farklı dayanışmalar var, bunun bazı örnekleri var. Bunlar hukuk çerçevesi içinde düzeltilebilir. Bunun düzeltilmesinden daha normal bir şey olamaz... Hatta bu dayanışmalar dini olabilir, etnik olabilir, dolayısıyla bunların bir hukuk devletinde devlette çalışanların hepsinin sadakati önce Anayasa, kanunlar ve devlete olacaktır. Varsa alacakları bir direktif, hiyerarşik bir sistem içinde, kanunlar içinde olmalıdır. Bunun dışında başka bir şekilde dayanışma olursa, buna hukuk çerçevesi içinde müsaade edilmez, hangi saikle olursa olsun.” Diyor...
HSYK Yasa teklifinin görüşülmesinde mecliste neredeyse kan gövdeyi götürecek noktaya gelinmemiş ve halen bu konuda bir uzlaşma sağlanmamış olduğu açık değilmiş gibi,
“İktidarla muhalefetin birlikte bir şey yapmaları ülkenin bu ortamdan çıkmasına da katkı sağlayacaktır. Gördüğüm kadarıyla maksat hasıl oldu. Bu konu herhalde duruldu diye görüyorum. Sayın Başbakan'ın son açıklamasından sonra diğer siyasi partiler de memnuniyetle karşıladılar. Anayasa değişikliği hâlâ yapılabilir.” Diyor...
*
Bu açıklamalarıyla, söz de uzlaştırıcı, halkını yatıştırıcı, bunalımı önleyici Cumhurbaşkanı görüntüsü veriyor...
Ama aslında, içinden geldiği AKP hükümetinin yarattığı derin siyasal ve ekonomik krizi gözlerden kaçırıyor...
Devletin örgütlü çetelerce istila edildiğini açıklayan ve o çete dediklerine şimdiye kadar ne istediler de vermedik diyen, iktidarı döneminde orduya kumpas kurulduğunu itiraf eden, devletin yargı başta olmak üzere bütün kurumlarını çökerten AKP hükümetinin nefes alması için uygun ortam yaratıyor...
Ne kadar tarafsız olduğunu gözler önüne seriyor...
Böyle olunca da geriye, Bekir usta misali,“o benim Cumhurbaşkanım değil.” demek kalıyor...

Mustafa Tuğrul Turhan