4 Aralık 2016 Pazar


NAZLI ILICAK, YOLSUZLUK, İRTİCA VE BEYAZ ENERJİ OPERASYONU


Bugün Google’da bir arama yaparken, şimdi FETÖ’cü olduğu iddiasıyla tutuklu bulunan Nazlı Ilıcak’ın, bundan tam 15 yıl önce, Enerji Bakanlığında yürütülen bir soruşturma ve irtica ile mücadele kapsamındaki yapılan bir inceleme ile birlikte, Teftiş Kurulu Başkanı olmam hasebiyle şahsımla ilgili asılsız iddialar ileri sürdüğü “İrtica, soygun ve aile fotoğrafı” başlıklı yazısına rastladım...

Her şeye rağmen basın, düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde, tutuklanmasını onaylamadığım Nazlı Ilıcak’ın, kamu görevlileri hakkında itibarlarını zedeleyecek iddiaları hiç araştırmadan ne kadar rahat yazabildiğini ve dolayısıyla, o kendisinin de fikirlerini özgürce yazabilmesi için tüm gazeteciler için en geniş şekilde uygulanmasını talep ettiğimiz basın özgürlüğünü nasıl da kötüye kullandığını tekrar hatırladım...
*
O zamanlar kamu görevlisi olduğumuz için Ilıcak’a ne yanıt verebilmiş, ne de zamanın İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ve ekibince, saçma sapan isimler altında yürütülen sözde yolsuzluk operasyonlarından gözümüzü açıp yazdıklarını yargıya taşımaya fırsat bulabilmiştik...

Şimdiyse üzerinden uzun yıllar geçmiş olsa da salt tarihe not düşmek adına da olsa Ilıcak’ın, bakanlık içinden birilerince kendisine uçurulduğu anlaşılan asılsız iddiaları hiç araştırma zahmeti göstermeden kaleme aldığı yazısına yanıt vermek istedim...

Bunun, Ilıcak’ın yazdıkları ve savundukları sebebiyle cezaevinde olmasından dolayı doğru bir zamanda yapılmış olduğunu ve konuya ilgi duyanlar açısından bazı olayların karanlıkta kalmış yönlerini aydınlatacağını düşünüyorum...
*
Nazlı Ilıcak söz konusu yazısında, ünlü Beyaz Enerji Operasyonu soruşturması sonunda TBMM’de zamanın Enerji Bakanı Cumhur Ersümer hakkında verilen gensoru önergesinin reddedilmesini nedeniyle, zamanın Başbakanı Bülent Ecevit’in, Ersümer’i ve işin ucunun ona kadar uzanacak olması nedeniyle de Mesut Yılmaz’ı koruduğunu söyledikten sonra Teftiş Kurulu Başkanı diye bir başlık açıp, şahsım hakkında, “Aslında Konya-Yeşilhisar Enerji Nakil Hattı ihalesinin soruşturmasında, sorun Teftiş Kurulu Başkanı Tuğrul Turhan ile başlıyor.” Diyor..

Ve devamla, Enerji bakanı Cumhur Ersümer’in göreve başladığında beni Teftiş Kurulu Başkanlığına atamasının manidar olduğunu ima etikten sonra, önceki Enerji Bakanı Ziya Aktaş zamanında soruşturulması için onay verilmiş olan Konya-Yeşilhisar Enerji Nakil Hattı İhalesi ile ilgili olarak düzenlenen 1999 tarihli ilk rapora işaret ederek, “İlk raporda 349 milyar liralık bir kamu zararından söz ediyor. Raporda alacak davası açılması tavsiye ediliyor. Bugün rüşvet aldıkları Beyaz Operasyonla meydana çıkan bu kişilerin, görevden alınması veyahut haklarında takibata geçilmesi istenmiyor.” Diyerek eleştiri yapıyor...

Ve bu eleştirisini, “Çünkü, Teftiş Kurulu Başkanı Tuğrul Turhan'a göre, KİT personelinin tâbi olduğu kuralları düzenleyen 1990 tarihli 399 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname, devleti zarara uğratan KİT personeli hakkında, kasıt tesbit edilemezse, sadece alacak davası açılmasına imkân veriyor; cezai takibata geçilemiyor. (16 Ocak 2001 - Sedat Ergin - Hürriyet) diyerek kuvvetlendirmeye çalışıyor...
*
Olaylar kendisine taraflı aktarıldığı ve hiç araştırmadan yazdığı için bilmiyor ki, o rapor yapılırken Teftiş Kurulu Başkanı olarak, soruşturmayı yürüten müfettişlerle ne kadar cebelleşmişim de konu, ihale süreci dahil bütün uygulamaların normal görülme noktasından çıkıp, hiç değilse kamunun zarara sokulduğunun yazılması noktasına gelmiş...

Bilmiyor ki, bu soruşturmaya kapı aralayan aynı içerikteki birkaç soruşturmada müfettişler, ortada bir kamu zararı olmasına rağmen, konuyu en azından bu açıdan yargıya taşımaları gerekirken, işi zarara sokanların “vicdanlarına” havale etmiş...

Bilmiyor ki, Teftiş Kurulu Başkanı olarak, şahsım ve refakat Müfettişlerimle birlikte bu raporları, düzeltilmeleri için o müfettişlere kaç kez iade etmişim...

Bilmiyor ki, ben ve yardımcılarım, hukuk sisteminde vicdani sorumluluklarına havale etmek gibi bir müeyyide olmadığını belirterek, kamu zararının sorumlularının tespit edilip haklarında yasa ve yönetmeliklerin öngördüğü cezaların uygulanması için, o raporları, düzenleyen müfettişlere iade ettikçe, o müfettişler, TEAŞ’ın sorumluluğu görülen üst yöneticilerine “biz bir sorumluluk yok diyoruz, ama o başkan var ya illa cezalandırılmanızı istiyor” şeklinde laf taşıyarak, şahsımı hedef haline getirmeye çalışmış...

Bilmiyor ki, kamu zararına neden olanlar hakkında hukuk davası (alacak davası” açılması yaptırımı bile müfettişlere ite kaka yazdırılabilmiş...

Bilmiyor ki, bazı müfettişlere TEAŞ yönetimince LapTop verilerek aradaki bağlar kuvvetlendirilmiş ve ben bunu duyar duymaz, derhal o LapTop’ları iade ettirip kötü adam olmuşum...
*
Nazlı Ilıcak yazısında eleştirilerine (iddialarına) devam ederek,

“Aralık 1999'daki ilk rapor 349 milyarlık bir zarardan söz ederken, Ağustos 2000 tarihli ikinci raporda "TEAŞ Yönetim Kurulu üyelerinin, yönetmeliğe aykırı şartnameleri uygulamaya koyup, ihalelerde daha ucuz teklifleri göz ardı ederek, 3,5 trilyon liralık kurum zararına sebebiyet verdikleri, kurumun menfaatlerini koruyamadıkları, kurum kaynaklarını verimlilik ve kârlılık üzerine yönetemedikleri anlaşılmıştır" deniliyor; bu defa Teftiş Kurulu Başkanı Tuğrul Turhan, TEAŞ Genel Müdürü Muzaffer Selvi, Genel Müdür yardımcısı Ünal Peker ve arkadaşlarının görevden alınmalarını talep ediyor. Buna mukabil, gene, Türk Ceza Kanunu açısından bir işlem tesis etmeye gerek olmadığını belirtiyor. Müfettiş halâ kasıt yok görüşünde!!!  Dedikten sonra şahsımla ilgili olarak, “Ersümer'in müfettişi..” diyor...
*
Bilmiyor ki, 349 milyarlık zararın tespit edildiği ilk raporda, gerek ifadeleri alınan TEAŞ yöneticilerince ve gerekse, raporu düzenleyen müfettişlerce, bu ihaleye dair şartnamenin çok uzun yıllardan beri tatbik edilen bir şartname olduğunu, dolayısıyla, zarar var denilecekse, geriye doğru birçok ihale ve dolayısıyla onları yapan kamu görevlileri hakkında da işlem yapılması gerekeceğini söyleyerek, işin boyutlarını genişletmek suretiyle tabiri caizse “çanak çömlek patlatmaya” yani iş, sulandırmaya çalışılmışsa da Teftiş Kurulu başkanı olarak bendeniz, madem öyle geriye doğru yasal zamanaşımı süresi dikkate alınarak bütün ihalelerin soruşturulması için onay alıp, aynı şartname ile düzenlenen bütün ihalelerin soruşturulmasını ve dolayısıyla bu ikinci raporun düzenlenmesini sağlamışım...

Bilmiyor ki, bu ikinci rapor düzenlendiğinde de müfettişlerce yine görevden alma istenmemesi üzerine müfettişlerle yaptığım görüşmede, kamuyu zarar sokanların derhal görevlerinden alınmaları gerektiğini ve bunun için öneri getirmesini kendilerine söylediğimde, o müfettişler, bunu yapamayacağımı düşünerek veya en azından TEAŞ yönetimine, “bakın biz yazmadık ama başkan görevden alın diyor” diye gösterip kendilerini şirin beni kötü adam göstermek amacıyla olsa gerek, “bu söylediklerinizi yazılı olarak bize iletin” şeklinde yanıt vermiş...

Ve daha da önemlisi, Türk Ceza kanunu yönünden bir yaptırım getirilmemiş olmasını, kasıt unsurunun ortaya konulmamış olmasını eleştirirken bilmiyor ki, bu soruşturmanın, sahte isimli bir ihbar mektubunun bakanlığa ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ve daha birkaç mercie gönderilmiş olup, bakanlıkça soruşturma başlatılıp yürütülürken, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca bakanlığa gönderilen bir yazıyla, konu soruşturulacaksa sonucunda düzenlenecek raporun bir nüshasının da kendilerine gönderilmesini talep etmiş olması nedeniyle, soruşturma konusunun ceza kanunu ve kasıt yönünden savcılıkça değerlendirilecektir; ki, esasen bu zaten savcılığın işidir...

Bilmiyor ki, onca cebelleşme nedeniyle ve sanki kasıtlı olarak birilerini görevden aldırmak istiyormuşum ve haklarında Ceza kanununa göre işlem yaptırmak istiyormuşum gibi düşünülmesini ve dedikodu yapılmasını önlemek için rapor zaten ceza kanunun yönünden değerlendirilmek üzere savcılığa gönderileceğinden, illa bunu da yazacaksınız diyerek müfettişlerle bir kez daha cebelleşmeyi anlamsız bulmuşum...

Ve raporları, gerekleri yerine getirilip yapılacak işlemlerin sonucunun bakanlığımıza bildirilmesi için ilgili tüm kamu kurumlarına göndermişim...  
*
Nazlı Ilıcak eleştirmeye devam ediyor, bu defa sırada Enerji Bakanı Cumhur Ersümer var...

“Bakan Ersümer de, hiçbir surette müfettişin raporuyla bağlı olmamasına, inisiyatifini kullanarak ceza davası açtırma yetkisine sahip bulunmasına rağmen, seyirci kalmayı tercih ediyor.

Sadece, sözde alacak davasını takip ediyor. Sanki namuslu bir memurun sebeb olduğu 3,5 trilyon liralık zararı karşılayabilecek parası olabilirmiş gibi, hukuk davasını açmaları için, üstelik bizzat o davanın sorumlularına, talimat veriyor. Aklına, bu kişileri görevden alıp, bir başkasını o makama getirmek, böylece hiç değilse hukuk davasının bir an önce açılmasını temin etmek gelmiyor.

Ağustos 2000 tarihli rapor, "sorumlular görevden alınsın" diyor. Buna rağmen, Ersümer en son güne kadar, operasyonun gerçekleştiği tarihe kadar bekliyor. Üç beş gün sonra zaman aşımından dolayı, alacak davası açma imkânı tam kalkacakken, Beyaz Enerji Operasyonu ile hesaplar alt üst oluyor.”

Diyor...
*
Doğruya doğru, işin bu boyutunda teknik hatalarına rağmen haklılık payı olmadığını söylemek zor...

Mesela, ceza davası dediğinin, Cumhur Ersümer’in veya bir başka kişinin isteğiyle değil, savcılık makamının takdiriyle açılabileceğini atlıyor, çünkü eleştiri yaparken işine öyle geliyor; kaldı ki, rapor zaten savcılığa intikal ettirileceği için Bakan’ın ayrıca ceza davası için bir öneri eklemesine de gerek bulunmuyor...

Ancak, Ilıcak, ikinci raporun, Beyaz Enerji operasyonunun başlamasına kadar Ersümer tarafından imzalanmamış olduğunu haklı olarak eleştiriyor...
*
Bu konuda da, Ersümer’in müfettişi olmakla itham ettiği bendenizin Teftiş Kurulu Başkanı olarak ne mücadeleler verdiğini, bakanla kaç kez karşı karşıya geldiğini bilmiyor...

Bilmiyor ki, raporda belirtilen hukuk davasının açılması için bendeniz, TEAŞ yönetimine defalarca tekit yazıları göndermişim...

Bilmiyor ki, TEAŞ yönetimi, konunun yargıya intikal etmesini engellemek için bakanlık müsteşarını da arkasına alarak, bizim soruşturma raporunu çürütmek için dışarıdan bilirkişiler tutup rapor düzenletmiş, bendeniz bunu duyar duymaz, kamuya ait ve gizliliği olan bir raporu, özel bilirkişiler tutup inceletmiş olmaları nedeniyle haklarında ayrıca soruşturma yapılmasını yazılı olarak bakanlık makamından talep etmişim...

Bilmiyor ki, bununla yetinmeyip bizim raporu çürütmek için koynu Bayındırlık Bakanlığı Fen Tetkik Kuruluna intikal ettirip ihale şartnamesinin uygunluğu konusunda görüş vermesi için aracılar vasıtasıyla girişimde bulunmuşlar ve bendeniz bunu öğrenir öğrenmez, hem bu Fen Tetkik Kurulu başkanını arayarak, hem de Bayındırlık Bakanlığı müsteşarına ulaşarak, yolsuzluklarını örtmek için Fen tetkik kurulunu kullanmak istediklerini söyleyip, dikkatli olmalarını isteyerek oyunu bozmuşum...

Bilmiyor ki, TEAŞ genel müdürü kurumunu denetleyen zamanın Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyesiyle olan hemşerilik bağı ve diğer sıcak ilişkileri vasıtasıyla o yıl düzenlenecek olan denetleme raporunda bizim soruşturma raporunun altını oyacak ve kendilerini kurtaracak görüşler yazması konusunda ikna etmiş, ancak bendeniz bunu öğrenir öğrenmez, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu başkanını ziyaret ederek durumu ve oynanılacak oyunu kendisine detaylı olarak anlatmışım...

Ve bilmiyor ki, bu süre zarfında, Bakan Cumhur Ersümer beni makamına kabul etmemiş ve imzalanacak raporların beklediğini bunların imzalanmaması durumunda hukuki sorumluluklar doğacağını bildiren bir yazılı not göndermem üzerine hiddetlenerek beni çağırıp “bunları sana birileri mi yaptırıyor” şeklinde saçma sapan bir çıkış yapmış ama ben dik durmaya devam etmişim...

Bilmiyor ki, bakan uzun süre bendenizle görüşmedikten sonra, bir gün çağırıp “bekleyen raporlar var diyordun getir de imzalayalım” dediğinde şaşıran şahsımın, Beyaz Enerji Operasyonundan o an itibariyle haberi bile olmamış...

Bilmiyor ki, Bakanın bekleyen raporları bu operasyonun başladığını öğrendikten sonra imzaladığını bendeniz, ertesi gün operasyon medyada duyulunca öğrenmiş ve o güne kadar tek başına verdiği mücadeleden gurur duymuş...
*
Bilmiyor, ama itham ediyor, Hürriyet Gazetesinden Sedat Ergin’inden alıntı yapıyor ama Sedat Ergin’in yaptığı gibi doğrudan şahsımı arayıp bilgi alarak, eğriyi doğruyu teyit ettikten sonra yazısını yazıp yayınlamadan önce de tarafıma gönderip olur aldıktan sonra gazetesinde yayınladığı gibi yapmıyor, doğrudan kendisine intikal ettirilen yalan yanlış iddialar üzerine ahkam kesiyor...
*
Çünkü başta şahsıma olmak üzere bakanlığımıza karşı önyargılı...
*
Bu önyargı, yazısının devamından kolayca anlaşılıyor...
*
O zaman eski adı Batı Çalışma Grubu olup Başbakanlık Koordinasyonu Takip Kuruluna dönüştürülerek başbakanlık bünyesine alınan kuruldan gönderilen Bilgi Notlarına istinaden Teftiş Kurulu Başkanlığımızca yürütülen incelenmelerle, TEAŞ ve bakanlığa bağlı diğer kuruluşlardan kritik görevlerde bulunanların pasif görevlere alınmalarından rahatsızlık duyuyor...

Bu rahatsızlığını,

“Enerji ekibi değişti Recai Kutan Enerji Bakanlığına gelince, Anaplı Hüsnü Doğan'ın göreve getirdiği bürokratlarla çalıştı. Cumhur Ersümer ise, aynı partiden gelmiş olmasına rağmen, Hüsnü Doğan'dan devraldığı bürokratların pek çoğunu yerlerinde tutmadı. Hep kendine yakın isimleri, önemli mercilere getirdi. Teftiş Kurulu Başkanı'nı bile, yukarıda bahsettiğimiz gibi değiştirdi.

Ersümer, Hüsnü Doğan döneminde, bakanlığın ve çeşitli genel müdürlüklerin üst kademelerinde hizmet verenleri, kolayca ve hiçbir sebeb yokken gözden çıkarabiliyor da, kendi atadıklarını, trilyonlarca lira zarara rağmen son güne kadar yerinde tutuyor.”

Diyerek dile getiriyor...

Bununla yetinmiyor, “Cumhur Ersümer'in, bakanlığında ve bağlı kuruluşlarda büyük çapta bir "irticacı avı" başlattığını bilmem biliyor musunuz?" dedikten sonra, bir irticai faaliyet raporundan isimler vererek alıntı yapıyor ve daha sonra "ihbar - iftira" deyip, "Görüldüğü gibi, irtica burada da soyguna kılıf oluşturuyor. Üst düzey görevliler .... tarikat bahanesiyle pasif noktalara gönderiliyor; Tedaş'tan iki genel müdür muavini uzaklaştırılıyor." ifadelerini kullanıyor...

Cumhur Ersümer, çeşitli vesilelerle, bu arada irtica gerekçesini de kullanarak, Hüsnü Doğan'ın ekibini dağıttı; kendi adamlarını göreve getirdi. Kolay söz dinleteceği müfettişlerle çalışmayı tercih etti.

İşte sonuç: Rüşvet ve soygun... Beyaz Enerji Operasyonu... Mavi vurgun.” Diyor...
*
İşte asıl neden bu; tarikatlarla irtibatlı olduğundan kuşku duyulan ve "irticai" faaliyetlere karıştığı düşünülen kamu çalışanlarının gerekçeli raporlarla pasif görevlere alınması...

Onlar alınıyorlar, yerlerine atananlar yolsuzluk yapıyor demeye getiriyor...

Bizim müfettişlerimizce yapılan soruşturmalar neticesinde görevden alınmaları önerilen görevlilerin Ersümer zamanında atananlar olduğunu görmek istemiyor, bizi takdir edeceğine Ersümer’in müfettişleri diye itham ediyor...

Hayatının her döneminde olduğu gibi, tarikatlara ve onlarla irtibatlı oldukları yolunda istihbarat bilgileri bulunan sağ tandanslılara sahip çıkıyor, onların kendisine aktardıklarını sorgulamadan doğru kabul ediyor, kendi düşüncesinden olmayan yurtsever ve dürüst insanlara kara çalıyor...
*
Böylece, devlet içinde tarikat örgütlenmeleri, Ilıcak gibi onlara cesaret verip destekleyenlerin sayesinde daha kolay gerçekleşiyor...

Yurtseverler tasfiye edilirken gıkı çıkmayanlar, tarikatlarla bağlantılı olan veya şu veya bu şekilde irticai faaliyet içinde bulunanlar tasfiye edilirken ayağa kalkıp yaygara yapıyor...

Onların bu yaygaraları, AKP iktidarı döneminde, şahsıma olduğu gibi birçok yurtsever kamu görevlisisin tasfiyesi için "sicil" olarak kullanılmış bulunuyor...

İşin bu bölümünü, bu yazıyı uzatmamak için ayrı bir yazıda irdelemek daha yararlı olacak gibi görünüyor...
*
Netice itibariyle; biz tarikatlarla bağlantılı olduğu veya irticai faaliyetlere karıştığı kanısına ulaşılan kamu personelini incelemeler sonunda çok çok sadece ve sadece pasif görevle almıştık, ama şimdi ne gariptir ki, istihbari bilgiler ile FETÖ’cü olduklarına kanaat getirilen kamu görevlileri işinden atılıyor...

Ve yine ne gariptir ki, Nazlı Ilıcak’ın kendisi de bu FETÖ’cü oldukları söylenen kamu görevlileri ile aynı suçtan tutuklu bulunuyor...


Not: Yazının içinde isimler açık olarak geçtiği için önce bunun bazı insanları rahatsız edebileceğini düşündüysem de, Nazlı Ilıcak’ın 25 Ocak 2001 tarihinde Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısının Google’a giren herkes tarafından görülebileceğini ve gizliliği bulunmadığını gözeterek yazısının ilgili bölümlerini aynen paylaşmakta sakınca görmedim...





    







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder