18 Ağustos 2018 Cumartesi




HANGİMİZ HAKLIYDI?...

Onyedi onsekizli yaşlarındaydık. Okul döneminde en büyük eğlencemiz,  Cumartesi geceleri sinemaya gitmekti. Yine bir Cumartesi gecesi gittiğimiz sinemanın önünde,  dokuz bilemedin 10 yaşlarında bir çocuk kesti önümüzü. Elinde bir ayakkabı fırçası tutuyordu. Ama boya sandığı filan yoktu. “Abi “ dedi, ayakkabılarınızı parlatayım mı?”

Yetişme tarzımız itibariyle oldum olası bu tür durumlara hassas olduğumuzdan, ayakkabılarımızın parlatılmaya ihtiyacı olmadığı halde, “hadi parlat bakalım” dedik ufaklığa, hep bir ağızdan. O, sevinçle önce benim ayakkabılarıma doğru eğilirken, ben de ona vereceğim parayı hazırlıyordum ki, içimizden bir arkadaşım, benden önce davranıp elindeki parayı çocuğa uzatarak, “al şu parayı hadi git” dedi. 

Çocuk, önce arkadaşımın uzattığı parayı kaptı, ardından da benim ayakkabıya iki fırça darbesi vurduktan sonra, verdiğim parayı alıp ayakkabısını parlatarak para alabileceği bir başkasını bulmak üzere yanımızdan uzaklaştı.

Bir iki adım atmıştık ki, çocuğa ayakkabısını fırçalatmadan para verip gönderen arkadaşım bana dönerek, sanki çok yanlış bir davranışta bulunmuşum gibi suçlarcasına “oğlum, ayakkabını neden fırçalatıyorsun, ver parayı gitsin çocuk yazık değil mi?” dedi.

Aslında ben de onun çocuğa direk para verip hadi git demesini yadırgamıştım, ama üstünde durmamıştım. Fakat beni eleştirince cevap vermeden edemedim; “Bana göre senin davranışın yanlıştı” dedim. Ve böylece, aramızda bir tartışma başladı.

Hangimizin davranışı doğruydu?...

O, çocuğun ihtiyacı olmasa böyle bir işi yapmayacağını, onun için ayakkabıyı fırçalatmaya gerek olmadığını, parayı verip ona yardım etmenin yeterli olduğunu savunuyor, bense, bu tavrın, çocuğu çalışmadan, emek vermeden, insanlara kendini acındırarak kazanmaya alıştıracağını, bunun bir diğer adının dilencilik olduğunu, bizim karşılıksız para vermemizin de onu dilenci yerine koymak ve dilenciliği benimsemesini teşvik etmek olacağını söylüyordum...

Bu temelde uzayan tartışmada, ikimiz de birbirimizi ikna edemeden konuyu kapattık...
*
Arkadaşım mı haklıydı, yoksa ben mi? Bu sorunun yanıtını daha sonraki yaşamımda karşılaştığım benzer olaylarda da aradım; ama her aradığımda, yine kendimi haklı gördüm. Tavrım, hep o gece küçük çocuğa davrandığım gibi oldu..
*
En son örneğini bu yıl yaz tatilinde yaşadım. Plajda güneşlenirken, kucağında taşıdığı, iç içe geçirilerek üst üste dizilmiş fötr şapkaları satmaya uğraşan on bilemedin 11 yaşlarında bir çocuk dikkatimi çekti. Güneşin en etkili olduğu saatte kendi başında şapkası yoktu, başkalarına şapka satmaya uğraşıyordu. Üzerinde birisinden ödünç alınıp da giyilmiş gibi duran bedenine göre oldukça büyük bir siyah tişört, altında yine öyle bol ve uzun paçalı bir pantolon vardı. Bu kıyafetle o sıcakta, ayak basılamayacak kadar kızgın kumların üzerinde güçlükle ilerliyor, ayağındaki parmak arası terlik iki de bir kumlara gömüldükçe, ıstırabı yüzüne yansıyordu.

Kendisine dikkatli baktığımı görünce bana doğru yürüdü ve kucağındaki şapkaları işaret ederek, “abi şapka lazım mı? Diye sordu. O an nasıl olduysa, aklım arkadaşımla tartıştığımız o sinema gecesine gitti. Yoksa dedim kendi kendime, arkadaşım mı haklıydı? Ama dedim sonra, şimdi bir şapka bile almadan ona para vermek, onu dilenci yerine koymak olmaz mı?. Onu, kolaya, avantaya, beleşçiliğe itmez mi?..
*
Aslında şapka takmak adetim değildi, ama yanıma çağırıp “kaça veriyorsun bu şapkaları” diye sordum. “Onbeş lira abi, iki tane alırsan 20 lira olur” dedi.  Az önce bu çocukla, bir şapkayı on liraya ve hatta daha da ucuza almak için pazarlık edip de almaktan vazgeçenleri de izlemiştim uzaktan.
“Tamam” dedim ve devam ettim, “ver bakalım iki tane, ama şapkalar güzel, ikisini yirmi liraya değil, tanesi onbeşten ikisini otuz liraya alacağım, yoksa hakkını yemiş olurum.”  

Şaşırdı, yüzüme baktı. Anlam veremedi bu söylediğime. “Bence ikisi otuz eder, al” dedim ve parayı uzattım. Alıp almamakta tereddüt etti. Alırsa yanlış bir iş yapmış olacak gibi düşünceliydi, Onun bu endişeli halini görünce, “Otuz çok diyorsan, senin hesabına göre iki şapka  yirmiyse, sana bu şapkaları sattıran kimse, ona yirmi ver, kalanına da kendine bir şort alırsın, bu sıcakta daha rahat gezersin.” dedim.  

Rahatlar gibi oldu, ama hala kafası karışık olduğu yüzünden okunuyordu. Az durdu ve “Peki, öyleyse”, dedi ve uzattığım parayı aldı.
*
Şezlongun üstüne koyduğu şapkalardan iki tane aldım. O tam kalan şapkaları kucaklayıp gidecekken, kendisinden bir iki yaş daha küçük olduğu anlaşılan bir başka çocuk bitiverdi yanımızda. Onun kucağında da aynı şapkalardan vardı. Arkadaşını görünce doğrudan yanımıza geldi. Ve bana, “abi, hadi bir şapka al da bana elli lira versene. Hatta iki tane al istersen yüz lira ver” dedi. Yüzünde bu işe çok alışık olduğunu gösteren bir arsız ifade vardı..

Bu defa ben şaşırmıştım. İki çocuk, ikisi birbirinden ne kadar da farklıydı. Siyahla beyaz gibi ne kadar da zıttı. Birisine on lira fazlayı, bir sürü dil dökerek, “hakkı bu” vurgusu yaparak, zorla verebilmiştim. Yaşça daha küçük olan ötekisi, şimdiden hak ettiğinin çok çok üzerinde bir parayı doğrudan isteyebiliyordu. Hatta şapka almadan verilecek bir paraya daha da çok sevinecekti. Küçücük yaşına rağmen beleşe, avantacılığa çoktan alışmıştı.

Bana, açıktan kendisine de para vermem için biraz fazla asılınca, şapkaları aldığım çocuk, “uzatma tamam, iki tane şapka aldı o abi” diyerek müdahale etti..
*
Onlar uzaklaşıp giderlerken, hayat ne garip diye düşünüyordum...

Yaşam kavgası içinde bana şapkaları satan çocuk mu daha şanslı olabilirdi, yoksa sonradan gelip “bir şapka al elli lira ver” diyen “beleşçi” çocuk mu?..

Hele, her alanda, en kısa yoldan, birilerinin üstüne basa basa köşe dönmenin revaçta olduğu, “yırtık” olmanın, “uyanıklık” olarak takdir edildiği, yüzsüzlüğün itibar gördüğü bu zamanda...

Hangisi?..

O sinema gecesi, arkadaşım mı haklıydı, yoksa ben mi?.

Yıllar sonra, ben bu soruyu kendime tekrar soruyordum...
                                                      
                                                                   ---0---

27 Temmuz 2018 / Bodrum



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder