28 Aralık 2013 Cumartesi

O Kafa Hep Aynı...

Yatırımcı bir bakanlıkta uzun yıllar müfettişlik, başmüfettiş görevlerini yürüttükten sonra yedi yıl gibi azımsanmayacak bir süre de Teftiş Kurulu Başkanlığı yapmış birisi olarak, geçtiğimiz günlerde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında görevli bir savcı ile aynı yer başsavcısının basın açıklamalarını izlediğimde bazıları gibi şaşırmadım...
Böyle devlet olur mu demedim?
Çünkü yansız ve objektif olarak yürütülmesi gereken kamu görevlerinin, siyasetin veya cemaat, tarikat gibi grupların etkisinde yapılması halinde, bu gibi çatışmaların ve sürtüşmelerin kaçınılmaz olduğunu, müfettişliğim ve Teftiş Kurulu Başkanlığım sırasında yaşayarak öğrendim...
*
Müfettişlikte, savcılık gibidir, adaleti arar...
Sadece teftiş yapmaz müfettiş, inceleme ve soruşturma da yapar...
Hatta öyle Teftiş Kurulları vardır ki, rutin teftiş yapmaz, salt inceleme ve soruşturma yürütür...
Benim hemen her kademesinde görev aldığım ve başkanı olarak ayrıldığım bakanlık Teftiş Kurulu da böyle bir kuruldur...
O kurulda, çok soruşturma yaptım, çok soruşturma yaptırdım...
Yüzlerce rapor geçti elimden...
Tanıyanlar iyi bilir, görev yaptığım süre içinde dürüstlükten ve hukuktan hiç ayrılmadım...
Siyasi görüşüm olsa da hiçbir zaman işime yansıtmadım...
Lakin bütün müfettişlerin benim gibi olmadığını da üzülerek gördüm...
Özellikle başkanlığım döneminde, belli siyasi görüşe sahip oldukları için görevlendirildikleri soruşturmayı yürütürken, kendi siyasi görüşünden memurlarla içli dışlı olup, onların etkisiyle rapor düzenleyen, kendilerinden olanları himaye edip, olmayanları uyduruk gerekçelerle suçlayan müfettişlerle çok karşılaştım...
Ve onlarla hep mücadele ettim...
Soruşturma sonunda düzenledikleri raporlarında, dayanaktan yoksun bir şekilde suçlama yaptıklarını gördüğümde yazılı olarak, hukuki gerekçelerini belirtmelerini isteyip, konuyu usul ve esas yönlerinden yeniden değerlendirmelerini istedim...
Ciddi suçlar oluştuğu halde görmezden geldiklerinde, yolsuzluğun olmadığını nasıl söyleyebildiklerinin hukuki gerekçesini belirtmeleri için raporlarını yazılı olarak iade ettim...
*
Ve bunları yaptığımda çoğu zaman, dün İstanbul Başsavcılığında ortaya dökülenleri yaşadım...
Raporlar basına sızmadıysa da hakkında soruşturma yapılanlara sızdırıldı...
Bakın, biz sizi suçsuz gördük, ama o başkan var ya o, sizi suçlamamız için raporumuz iade etti denildi...
Veya ben suçluları yakaladım, ama o başkan var ya kurtarmak için raporu yeniden değerlendirmemi istiyor dedikoduları etrafa yayıldı...
Yıpratılmam için elden ne geliyorsa yapıldı...
Siyasete, tarikata bulaşanlar, görevini layıkıyla ve tarafsız yapmak yerine, bu gibi psikolojik savaşlarla uğraştı...
Vicdanına veya hukuka değil, siyaseti veya dini referans alan tercihine göre hareket etmekte hiç beis görmedi...
*
Kısacası, görevlerini objektif olarak yapması, yansız olması, elini vicdanına koyarak hukuk ne diyorsa onun ışığında adaleti araması gerekenlerin, bundan saptıklarında, siyaseti veya dini kendileri için kılavuz aldıklarında adil bir sonuç ortaya koymalarının mümkün olmadığına çok kez tanık oldum...
O nedenle dün İstanbul adliyesinde yaşananları izlerken, bütün bu kötü anılar, gözlerimin önünden bir film şeridi gibi hızla akarak geçti...
“O kafaların” hep aynı olduğunu bir kez daha gördüm...
Geride bıraktığım yıllarda iyiye doğru değişen pek fazla bir şey olmadığı biliyordum, ama çok daha geriye gittiğimizi görünce, ülkem ve hukuk adına derin bir üzüntü duydum...

Mustafa Tuğrul Turhan




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder