Önce Yaşam Hakkı
mı Seçilme Hakkı mı?...
Bundan
tam altmışbeş yıl önce 10 Aralık 1948 de yayımlanan otuz maddelik İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesinde, temel insan haklarının neler olduğu tek tek sayılıyor...
Bu
bildiri insanlık için bir “Magna Carta”
(Büyük Ferman) olarak kabul ediliyor...Ve bildiride sayılan insan haklarının en başında, yaşam ve özgürlük hakkı geliyor...
Hemen arkasından, sağlık, eğitim, yiyecek, barınma ve toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine kavuşma...
Yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma; barışçıl amaçlar için toplanma ve dernek kurma; evlenme, mal ve mülk edinme; çalışma, işini seçme özgürlüğü; din, vicdan düşünce ve ifade özgürlüğü hakları, İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin temellerini oluşturuyor...
Bu sayılanlar, temel hak ve özgürlükler adı altında birçok ülkede olduğu gibi bizim Anayasamızda da yer alıyor...
Gelin görün ki, Anayasada yazılı olması demek bu hak ve özgürlüklerin tam olarak kullanıldığı anlamına gelmiyor...
Mesela, sağlık ve eğitim gibi haklar maddi, çalışma, düşünce ve ifade özgürlükleri ise siyasi baskılar nedeniyle tam ve eşit olarak kullanılamıyor...
Yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanmaysa, hak getire...
Daha da önemlisi, yaşam hakkı hiçe sayılıyor...
*
Hemen her gün bir kadın cinayete kurban gidiyor...
Polis şiddeti sonucu gencecik insanlar gösteri ve yürüyüş haklarını kullanırken yaşamlarını kaybediyor...
Failleri ya bulunamıyor, ya da birilerince himaye ediliyor...
Münferit olaylar saymakla bitmiyor...
Her türlü uyarıya rağmen özellikle son yıllarda ceza ve tutuk evlerinde yaşam hakkına saygı duyulmamasıysa vicdanları sızlatıyor...
Ceza İnfaz Yasasının, hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler başlıklı 6. Maddesinin (f) şıkkında yer alan, “Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.”,
Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi başlıklı 16. Maddesinin 2. Bendinde yer alan, “Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.” Şeklindeki hükümler, ölümcül hastalıklar karşısında bile uygulanmıyor...
Hükümlü veya tutuklu avukatlarının bütün başvuruları geri çevriliyor...
Ergenekon’un kasası ilan edilen Kuddusi Okkır iyice ağırlaşana kadar cezaevinde tutuluyor ve sonunda vefat ediyor...
Kaçma veya delilleri karartma şüphesi olmadığı halde Profesör Dr. Fatih Hilmioğlu ciddi hastalığına rağmen hala cezaevinde tutuluyor...
*
Milletvekilli seçilenlerin tutukluluk hallerini, başkanı olduğu mahkeme kararını vermeden önce eleştiren ve meclisin Anayasa yapamamasını amiyane ifadelerle alaya alan Anayasa Mahkeme Başkanı nedense, en temel insan hakkı olan yaşam hakkı konusunda ağzını açıp tek kelime etmiyor...
Oysa Anayasada güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerden, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin ve buna ek olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kabul ettiği protokoller kapsamına giren herhangi birisinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddialarını bireysel başvuru üzerine incelemekle görevli bulunuyor...
İç hukuk yolları tüketilmediği için bir başvuru olmasa bile en azından “fikir namusu” taşıdığını iddia eden birisi olarak bu konuyu dile getirmesi gerekiyor...
Ve Kamu vicdanı, milletvekili seçilmiş olanların tutukluluğunu seçilme hakkının ihlali sayan Anayasa Mahkemesinden, önce insan haklarının “en kutsalı” olan “yaşam hakkını” gözetmesini ve iş işten geçmeden, Fatih Hilmioğlu ve onun durumunda olan hükmen tutukluların yaşam haklarını hukukun güvencesi altına almasını bekliyor...
Mustafa
Tuğrul Turhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder