SON BAŞKAN...
Son genel
seçimlerde alınan beklenmedik neticeyle, muhafazakar parti büyük bir çoğunluk
sağlayarak meclise girince, başına gelecekleri tahmin etmişti. Aslında
tahminden de öteye bunda hiç kuşku duymuyordu. Bu ülkede, her siyasi iktidar
değişikliğinden sonra bürokrasi nasıl kıyıma uğruyor ve iktidara gelen partinin
adamları birer, birer göreve getiriliyorsa,
şimdi de aynısı olacaktı. Hatta, koalisyon dönemlerinde biraz da olsa
var olan uzlaşı ortamı artık tamamen yok olacak ve tüm atamalar iktidarı tek
başına ele geçiren dinci partinin istediği gibi yapılacağından, bu kıyım daha
da büyük boyutlarda yaşanacaktı.
Kendisini
topun ağzında hissetmesinin nedenleri o kadar çoktu ki, her şeyden önce yaptığı
görev nedeniyle birçok düşmanı bulunuyor, haklarında soruşturma yapılıp da
herhangi bir disiplin cezasıyla tecziye edilenler veya görevden alınanlar,
kuyusunu kazmak için fırsat kolluyordu.
Ama kendisini
topun ağzında hissetmesinin asıl nedeni, ülkenin ilk enerji özelleştirmeleri
sayılması gereken biri İstanbul diğeri de bir Anadolu şehrinin elektrik
dağıtımı işinin özel sektöre verilmesinden sonra bu şirketlerin, devletten
aldığı elektriğin bedelini ödemedikleri konusunda yapılan soruşturma
raporlarıydı.
Aslında bu konu
başbakanlık teftiş kurulu müfettişlerince yıllarca incelenmişti. Yaklaşık beş
yıl gibi uzun süre devam eden bu inceleme sonunda, çok sayıda bakanlık
bürokratının ifadelerine bile başvurulmadan suçlandığı, iki eski enerji bakanı
hakkında da savcılığa suç duyurusu yapılmasının önerildiği bir rapor
düzenlenmişse de devletin şirketlerden alacağını ne kadar olduğu ve bu
kişilerin neden suçlandığı hususları net olarak belirtilmemişti. Bu rapor, başbakanlık
teftiş kurulu başkanına sunulduktan sonra burada da başbakana sunulmak üzere altı
ay kadar beklemiş, sonra uzun yıllar bitirilmediği ve başkanlıkta aylarca
bekletildiğinin dikkat çekeceği fark edilmiş olacak ki, başkan tarafından onaya
bir görüş eklenmişti.
Bu görüşte, incelemenin
yürütülmesine karşılık müfettişlerin, ilgililerin ifadelerini bile almamış
olmalarının eksiklik olduğu gibi bazı konular sözde eleştirilmiş, fakat sonuçta
müfettişlerin yaptığı, işin ilgili bakanlığa gönderilmesi önerisine başbakanlık
teftiş kurulu başkanınca da iştirak edilmişti. Bundan sonra, soruşturmanın ilgili
bakanlığın teftiş kurulunca yürütülüp sonuçlandırılması için başbakandan bir
onay alınmış ve tabiri caizse iş, bir çırpıda bakanlık teftiş kurulunun üzerine
yıkılmıştı.
Başbakanlık
teftiş kurulu başkanının inceleme raporuna eklediği görüşün, müfettişlerinin işi
zamanında bitirmemiş olmaları kadar, kendisinin de bu duruma müdahale etmemiş
ve raporu başbakana sunmak için makul olmayan bir süre beklemiş olması
nedeniyle için vaziyeti kurtarmak için yazılmış olduğu çok açıktı. Ama
bürokratik hiyerarşi içinde bu gecikmelerle ilgili olarak, bakanlık teftiş
kurulu başkanının yapabileceği hiçbir şey yoktu. “Bu kadar süre de ne yaptınız,
neden soruşturmayı bitirmeden bakanlığa gönderiyorsunuz” demeye hakkı ve
yetkisi yoktu. Çaresiz bu yükü de üstlenip, taşıyacaktı.
***
Bakanlık
teftiş kurulu başkanı Turgut, konunun geriye doğru on yılı aşkın bir süreyi
kapsadığını dikkate alarak, bakanlıktan iki başmüfettişin koordinatörlüğünde,
ilgili kurumdan iki müfettiş ve sekiz, on teknik eleman görevlendirerek,
ekipler oluşturmuştu. Bu ekipler vasıtasıyla söz konusu elektrik dağıtım
şirketlerinin merkezlerinde, belgelerin taranması suretiyle incelemeler
yapılmış ve başbakanlı teftiş kurulunda yıllarca bitirilmeyen soruşturma,
yaklaşık altı yedi ay gibi kısa sürede tamamlanmıştı.
Neticede
düzenlenen raporlarda, İstanbul’da görevli dağıtım şirketinin katrilyonları
aşan, Anadolu’da görevli dağıtım şirketinin de 60 trilyon civarında devlete
borçlu olduğu sonucuna ulaşılmış, kamu alacağı bu yüksek meblağlara ulaşıncaya
kadar görevinin gereğini yapmayarak alacakları zamanında tahsil etmedikleri ve
bu nedenle şirkete haksız kazanç sağladıkları gibi alacağın tahsilini de riskli
hale getirdikleri gerekçeleriyle, birisi müsteşar yardımcısı olmak üzere,
şirketlere elektrik satan kamu kurumda görev yapmış olan bir çok genel müdür ve
yönetim kurulu üyesi hakkında cezai yaptırımlar ve bu bürokratlarla birlikte
şirket tüzel kişiliği aleyhine kamu alacağın tahsili için de yargıya
başvurulması önerilmişti.
***
Deyim yerindeyse
at kaçmış, palan düşmüştü. Çünkü bir soruşturmada hakkında yaptırım önerilen
bürokrat sayısı ne kadar fazlaysa, tepkiler de o kadar fazla olurdu; ancak bu
defa, sorumluluk konusu kamu alacağı çok yüksek tutarlarda olduğu için tepkiler
daha da fazlaydı. Raporda, sorumluluk yüklenen bürokratlardan başkan Turgut’u
tanıyanlar, bizzat gelerek veya telefonla arayıp, kusurları olmadığını
söyleyerek sitem ediyordu.
Bu işler
böyleydi, herkesi birden memnun etmek hiçbir zaman mümkün olmazdı. Soruşturma
sonunda kimse suçlu bulunmazsa, şikayetçi olanlar veya başka bir sonuç
bekleyenler memnun olmaz, ört bas ettiler der. Yok, birileri suçlanırsa, bu kez
onlar haksızlık yapıldığını söylerlerdi. Teftiş Kurullarının ve tabi
müfettişlerin kaderi buydu. Nerede pis, çözülemeyen sorun varsa, dönüp dolaşıp
onlara gelir, tabiri caizse, ölüyü onlar kaldırırdı.
Bu kez de
aynısı oluyordu. Başkan Turgut, tepkilere alışkın olduğundan, görevini yapmış
olmanın huzuru içindeydi ve olanlara aldırdığı da yoktu. Lakin bu soruşturmayı
daha önce beş yıl uhdelerinde tuttukları halde tamamlamadan bakanlığa
gönderilmesi yönünde rapor yapan başbakanlık müfettişlerden birisinin
gösterdiği tepkiye ise bir anlam verememişti.
Onunla, bir
hafta sonu sabah yürüyüşü yaparken karşılaşmışlar, başbakanlığa naklen
geçmesinden önce bakanlık teftiş kurulunda birlikte çalışmış iki eski arkadaş
oldukları için de yürüyüşe birlikte devam etmişlerdi. Arkadaşı, bir ara lafı bu
soruşturmaya getirip, alaycı bir ses tonuyla, raporlarında bakanlık müsteşarını
suçlamamış olmalarını eleştirip, görevlerini tam yapmadıkları, müsteşarı
korudukları şeklinde imalı ifadelerde ve hatta isnatlarda bulunmuştu. Başkan
Turgut, önce şaka yaptığını sanmış, ancak başbakanlık müfettişi arkadaşı
sözlerine aynı çizgide devam edince şaşırmıştı. Çünkü geçmişte aynı odayı
paylaştığı arkadaşının, kendisinin böyle bir şeye izin vermeyeceğini, karakter
yapısının buna müsait olmadığını bilmesi gerekirdi. Arkadaşı, ön yargılı ve
haksız eleştirilerine devam edince dayanamamış, “o kadar biliyorsan soruşturmayı
beş sene sürüncemede bırakacağına bitirip, sen suçlasaydın” demiş ve devam
ederek, “hem suçlu hem güçlü olmaya çalıştığını, oysa ki, soruşturmayı
zamanında bitirmedikleri için, kamu alacağının tahsilinin imkansız noktaya
geldiğini, bunun sorumluluğunun başbakanlık müfettişlerine ait olduğunu” sert
bir dille söyleyivermişti.
Başbakanlık
müfettişi olması nedeniyle kendisini hiyerarşi içinde daha üstte gördüğü için
bunu hazmedemeyen arkadaşı, “o halde bizi de soruştur diye çıkışmış”, Turgut da,
“yetkim olsa, bir dakika durmazdım” diyerek, yürüyüşü yarıda bırakıp
ayrılmıştı.
Belki herkesi
anlayabilirdi, ama bu adamın tepkisini anlayamıyordu. Kaldı ki, buna tepki bile
denilemezdi; Bu bir iltifat olurdu. Yaptığına olsa, olsa en hafifi deyimle
zırvalamak denilebilirdi.
***
İstanbul’un
Anadolu yakasının elektrik dağıtımıyla görevli olan şirket iflas noktasında
olduğu için kamu alacağı, muhasebe diliyle şüpheli, hatta imkansız hale
gelmişti. Kuşkusuz bu durumda olunmasının nedenlerinden birisi de başbakanlık
teftiş kurulunca yürütülen soruşturmanın beş, altı yıl gibi uzun bir sürede
bitirilememesiydi. Soruşturma, başladığından kısa süre sonra bitirilmiş olsa,
şirket iflas noktasına gelene kadar kamu alacağının bir bölümü belki tahsil
edilebilirdi.
Anadolu’daki
şirket ise borcu kabul etmek istemiyor, bin dereden su getiriyordu. Şirketin
genel müdürü, haftada en az bir kez başkanı ziyarete gelip, borçları olmadığına
dair çeşitli savunmalar ileri sürüyordu. Başkan Turgut da konunun, kendilerinin bu itirazlarını da dinleyen
uzman elemanlardan kurulu geniş bir heyet tarafından incelenerek rapor
düzenlendiğini, başkan olarak, kendisinin de rapor sonuçlarına katıldığını ve
bakanın da onayladığını, dolayısıyla, bu saatten sonra yapabileceği bir işlem
olamayacağını, sonuçta iş yargıya intikal edeceğinden itirazlarını mahkemede
yapmaları gerektiğini belirtiyordu. Ancak, genel müdür ertesi hafta bir daha
geliyor, yine benzer şeyler konuşuluyor, buna rağmen sonraki hafta bir daha
geliyordu.
Son gelişinde
sabah erken saatlerde bakanlık girişinde karşılaşmışlar, Turgut, kendisini
ziyarete geliyorsa hiç zahmet etmemesini, bir şey yapamayacağını anlatmaktan
artık yorulduğunu söylemiş, genel müdürse buna bozulmuştu.
Birkaç ay
sonra odasında çalışırken dahili hattan arayan özel kalem müdürü, bakanın
yanında misafirleri olduğunu ve görüşmek üzere kendisini beklediğini söylemiş, Turgut,
iki üç dakika sonra bakanın odasında olmuştu. Misafirlerden biri, son
karşılaşmalarında kendisiyle görüşemeyeceğini söylediği genel müdür, bir
diğeri, uzun yıllardır bir muhafazakar partide siyaset yapıp bakanlığa kadar yükseldikten
sonra o partiden ayrılıp, yeni bir muhafazakar partinin kuruluşuna önderlik
eden ve halen borçlu şirketin elektrik dağıtımı yaptığı ilden milletvekili olan
eski bir bakan, birisi de başkentin büyük ilçelerinden birisinin belediye
başkanıydı. Diğer iki kişiyi ise tanımıyordu.
Daha genel
müdürü gördüğü an konunun ne olduğunu tahmin etmişti. Bakan, oturmasını istemiş
ve “başkan biz bir rapor yapmışız”, diye söze girmişti. Sanki o raporu
hatırlamıyor, bilmiyor rolündeydi. Belli ki, kendisi çağırılmadan önce konu
görüşülmüş, hatırlamamış gibi davranıp başkanı çağırmıştı.
Bu aslında hiç de dürüst bir davranış değildi. Turgut
raporu onayına sunduğunda, detaylı bir şekilde kimlerin sorumlu olduğu
açıklamıştı. Bakan da sorumlular arasında bulunan bir eski genel müdürün,
sonradan siyasete girip, kendi partisinden milletvekili seçilmiş olması ve
halen önemli bir komisyon başkanlığını yürütmesi nedeniyle adamı bakanlığa
davet etmiş, Turgut’u da çağırıp, konu hakkında açıklama yaptırdıktan sonra raporu
imzalamıştı. Hatırlamaması mümkün müydü?
Başkan Turgut, bu gibi durumlarda
istismar edildiğini düşünür, büyük rahatsızlık duyardı. Genel müdürün
siyasileri toplayıp gelmesi yetmezmiş gibi bir bakanın bu tavrını görünce
cinleri tepesine çıkıvermişti.
Doğrudan genel müdüre dönerek,
oldukça sert bir ifadeyle, “beyefendi bana kaç kez geldiniz ve ben size,
gelinen noktadan sonra bakanlık olarak hiçbir şey yapma imkanımız olmadığını
kaç kez anlattım. Bu kadar insanı toplayıp bir kez de bakan kanalıyla beni
zorlayacağınızı düşünmenizi doğrusu çok yadırgadım. Burada herkesin huzurunda
yine tekrar ediyorum ki, bakanlığımızca sonuçlanmış ve işleme konulmuş bir
rapor hakkında yapılacak bir işlem yoktur. Def’i ve her türlü itirazınızı yargı
aşamasında kullanmanızı öneririm.” dediğinde, ortalık buz kesmiş, yeni
muhafazakar partinin milletvekili olan eski bakanın yüzündeki tebessüm birden
yerini gergin bir ifadeye bırakmıştı
Bakan vaziyeti
toparlamak için, “tamam başkan anlaşıldı sanırım, sen gidebilirsin” dediğinde
odada derin bir sessizlik vardı.
Bakanının
odasından ayrılınca, soluğu müsteşarın yanında almıştı Turgut. Olanları
paylaşmak sıkıntısını dağıtmak ihtiyacı içindeydi.
Önceki bakan
zamanında bakanlıkta jandarma tarafından yürütülmüş olan yolsuzluk
operasyonundan sonra düzenlenen savcılık iddianamesi gereğince, bakanlık
müsteşarı hakkında en azından yedi, sekiz inceleme yapılmış ve hepsinde ileri
sürülen iddiaların gerçekle ilgisinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmış, bu
süreçte müsteşarla başkanın hukuku ister istemez resmi ilişkilerin ötesine
geçmiş, arkadaş olmuşlardı. Hemen her hafta başında müsteşarın makam odasında
yaptıkları çay sohbetinde, bakanlıkla ilgili sorunları konuşup genel bir
değerlendirme yaptıkları için canı sıkılınca ilk aklına gelen müsteşar
olmuştu.
***
İşte, bu
olaydan birkaç gün sonra üç partinin koalisyonunda oluşan hükümetinin büyük
ortağı olan partide iç karışıklık meydana gelip, uzun süredir ülke gündemini
meşgul eden, başbakanın sağlık durumunun görevine devam etmesine engel teşkil
ettiği gerekçesiyle bir çok milletvekilinin partilerinden istifa etmeleri ve
ardından, koalisyonun küçük ortağı partiyle dirsek teması içinde yeni hükümet
arayışlarına girmeleri üzerine, koalisyonun ikinci büyük partisinin genel
başkanının rest çekerek erken seçimi işaret etmesiyle gidilen seçim sonunda,
beklenmedik bir neticeyle yeni kurulan muafazakar parti tek başına iktidara
gelmiş, üstelik en son bakanın odasında terslediği, Anadolu’daki elektrik
şirketinin genel müdürü bu yeni muhafazakar partiden milletvekili seçilmiş, bu yetmezmiş
gibi genel müdürü terslediği gün, onun yanında bulunan ve yeni muhafazakar
partinin önderlerinden olan eski bakan da partinin genel başkanının siyasi
yasaklı olması nedeniyle, hükümeti kurmakla görevlendirilmiş ve başbakanlık
koltuğuna oturmuştu.
Yine Başbakanlıktan
gönderilen belgeler çerçevesinde yapılan incelemeler sonucunda görevden
aldıkları üç eski genel müdürün de bu partiden milletvekili seçilmiş olması da,
bütün bunlara tüy dikiyordu.
Başkan Turgut,
işte bunun için kendisini topun ağzında hissediyor, başına gelecekleri adı gibi
biliyordu.
Hükümetin
kurulmasından bir ay kadar sonra gelen dini bayramda, Anadolu’daki şirketin
eski genel müdürü ve yeni milletvekili kendisine bir bayram kutlama kartı
gönderdiğinde, bunun ne anlama geldiğini çok iyi anlamıştı. Adam, bak ben artık
iktidar partisinin milletvekiliyim diyordu. Yoksa en son yaşanan tatsız
görüşmeden sonra niye kart gönderecekti.
Başkan da
bozuntuya vermeden milletvekilini telefonla arayıp, kendisini tebrik bile
etmediği halde kart göndermek nezaketinde bulunduğu için mahcup olduğunu
söylemiş, hem milletvekilliğini, hem de bayramını kutlamıştı.
***
Günler gergin
geçiyordu. Turgut, hiç alışkın olmadığı, daha önce hiç yaşamadığı şeyler
yaşıyor, çok mutsuz oluyordu. Yeni hükümetin bakanı, kendisini çağırıp, hem de
ziyaretine gelmiş olan partisinin gurup başkan vekilinin yanında, parmaklarını
açarak elini masanın üstüne koyup, her bir parmağa tek, tek dokunurken bir
kurumun ismi söyleyerek, bunların genel müdürlerini görevden almak için
soruşturma açmasını istediğinde hem çok şaşırmış, hem de çok rahatsız olmuştu.
Böyle bir şeyi o gün kadar çalıştığı hiçbir bakandan duymamıştı. Bırakın açık,
açık söylenmesi, ima edilmesi bile söz konusu olmamıştı.
Nitekim hiç
tereddüt etmeden böyle bir şeyin bir bakanlığa çeşitli kaynaklardan, cumhurbaşkanlığı
veya başbakanlık veya şahıslar kanalıyla intikal etmiş ihbar veya şikayet
olmaksızın söz konusu olamayacağını, kendilerine intikal etmiş bir şikayet
varsa başkanlığına havale etmeleri halinde derhal soruşturma başlatabileceğini
veya başbakanlık yüksek denetleme kulunun yıl sonu raporunda bir inceleme
talebi olursa aynı şeyi yapabileceğini söylemiş, yüzünün ifadesinden anladığı
kadarıyla, bakan bu yanıttan hiç de hoşlanmamıştı.
Aslında, nasıl
olsa görevden alınacağını bilmesi başkana son derece rahat hareket etme,
inandığı her şeyi dolandırmadan söyleme imkanı veriyordu. Galiba, görevden
alınacak olduğunu bilmenin en iyi tarafı da buydu. Kimseye şirin görünme
ihtiyacı duymadan hareket etmekten güzel ne olabilirdi. Yok, belki devam ederim
diye düşünen birisinin, bu kadar rahat olması mümkün olamazdı. Bir şekilde,
eğilip, bükülürdü.
Mesela, bir defasında
kendisini ziyarete gelen bakanın danışmanının, şöyle bir inceleme yapılacak, şu
şeklide bir onay hazırlayıp, şu isimleri görevlendireceksiniz demesi üzerine,
çok sakin bir şekilde, bunun mümkün olamayacağını, bir inceleme yapılacaksa
bunu kendisine bakanın söylemesi gerektiğini ve incelemede görevlendirilecek
kişileri de kendisinin belirleyeceğini pat diye söylemişti. Danışman, şaşkın
bakışlarla ve tavırlarla, ısrarcı olunca da ben bu konuyu bakanla görüşür ona
göre hareket ederim diyerek, telefonla bakanı aramış, meclis genel kurulunda
olduğu için görüşememiş, korumalarına not bırakmıştı. Kısa süre sonra cevaben arayan
bakana, yaşananları anlatmış, danışmanının söylediklerini doğruladığını görünce
de hazırlayacağı onay yazısına, incelemeyi yapacak isimler bakanın şifahi
talimatlarınca görevlendirilmiştir ibaresini yazacağını açıkça söylemişti.
***
Her haftanın
ilk günü müsteşarla çay sohbetleri devam ediyor, genel değerlendirmeler yine
yapılıyordu. Her an görevden alınma işlemine muhatap olmanın tedirginliğini
yaşayan Turgut, müsteşarın sakin ve görevine her zamankinden daha fazla
sarılmış haline şaşırıyor, acaba devam edeceği konusunda bakanla görüşüp bir
mutabakata mı vardı da bu kadar rahat hareket ediyor diye düşünüyordu. Sonunda
dayanamayıp, bunu kendisine sormuş ve net bir şekilde, “evet devam ediyorum”
cevabını almıştı. Sevinmiş, “peki o zaman biz ne olacağız” diye bir başka soru
yöneltmiş, müsteşar, “şunun şurasında benim bakanlıktaki arkadaşlarımın sayısı
ikiyi, bilemedin üçü geçmez, onları koruyamazsan bana yazıklar olsun, tabii ki
siz de devam ediyorsunuz” demişti.
Bu sözler
başkan Turgut’u rahatlatmak yerine, kafasını daha da karıştırmıştı. Bu kadar
olan bitenden sonra nasıl olacak da kendilerini göreve devam ettireceklerdi.
Pek inandırıcı bulmasa da müsteşarın kesin konuşması karşısında biraz
umutlanmış ama önlem almayı da ihmal etmemişti.
Bir genel
müdür arkadaşıyla, önceki hükümet döneminde neredeyse tüm partilerin
uzlaşmasıyla seçilen cumhurbaşkanının genel sekreterliğine gidip, siyasi
iktidarın kadrolaşma tehlikesine işaret ederek, sayın cumhurbaşkanının
atamalarda çok özen göstermesi gerektiğini anlatmışlardı. Hatta genel müdür
arkadaşı, bürokratları görevden alırlarken yargı yoluyla geri dönmelerini
engellemek için çamur atıp, uyduruk soruşturmalar açacakları için, özellikle
teftiş kurulu başkanının görevde kalmasının büyük önem arz ettiğini açıkça
söylemişti. Bunu yaparken kendilerinden çok ülkenin yaşayabileceği
olumsuzlukları düşünüyorlardı.
***
Bundan yaklaşık
bir hafta sonra başbakanlık teftiş kurulundan gönderilen bir yazıda, daha önce
bakanlık müfettişince yapılan ancak, kendisi ve yardımcıları, müfettişin
görüşüne katılmadığı için raporun iade edilmesi ve müfettişin görüşünde ısrar
etmesi üzerine başkanlıkça ayrıca görüş yazılmasının şikayet edilmesi nedeniyle,
konunun kendisini ve yardımcılarını da kapsayacak şekilde başbakanlıkça yeniden
inceleneceği belirtilmişti. Bu incelemede başbakanlık müfettişiyle birlikte
çalışacak bir bakanlık müfettişinin de görevlendirilmesi istendiği için Turgut,
yardımcıları ve görevlendirecekleri başmüfettişle birlikte odasında
çalışırken, müsteşar telefonla aramış, soğuk
bir ses tonuyla, “senin hakkında savcılıktan intikal ettiren bir şikayet
üzerine soruşturma açılması ve görevden uzaklaştırılman için bir onay
hazırlanış, bana da bu onayı bakanlık makamına uygun görüşle arz ettiğime dair
bir paraf açmışlar, ne yapabilirim, benim yapmam gereken nedir?” demişti.
Müsteşar öyle
ciddi görünerek şaka yapardı ki, bunun şaka olduğunu kimse anlamazdı. Ama
başkan onun bu özelliğini biliyordu. “Müsteşarım hiç şaka kaldıracak halde
değilim, bizim görüş yazdığımız bir raporu, şimdi başbakanlık teftiş kurulu inceleyecekmiş,
sanırım bir maraz bulmaya çalışacaklar, zaten canım sıkkın” demişse de müsteşar
ciddiyetini bozmamış, aynı şeyleri özetle tekrarlamış ve yine “ben ne
yapabilirim?” demişti. Başkan ciddi misiniz? diye üsteleyip de bunun şaka
olmadığını anlayınca, ensesinden başlayıp sırtının ortasından aşağıya doğru
sıcak bir ter akmış, boğazına bir yumruk oturmuştu.
Aslında
görevden alınmayı bekliyordu. Müsteşarın sözleri umut verse de pek inandırıcı
gelmemişti, ama böyle bir şeyi rüyasında görse inanmazdı. Neyle suçlanabilirdi?
Bir teftiş kurulu başkanının görevden uzaklaştırılması ne demekti? Bu ne kadar
çirkin bir yöntemdi. Çalışmak istenmeyen bürokrat görevden alınabilirdi, buna
kimsenin diyeceği bir şey olamazdı, çok, çok idari yargıya gider hakkını arardı
lakin, bu yapılan başka bir şeydi. En ağır soruşturmalarda bile çok ender, çok
dikkatle başvurulan bir ihtiyati tedbir olan görevden uzaklaştırma, şimdi sanki
büyük bir suç işlemiş gibi kendisine, yani bu tedbiri, müfettişlik hayatında ya
bir, ya iki kez uygulamış bir soruşturma adamına layık görülüyordu. Bu tam bir skandaldı.
Müsteşar,
arkadaşı olan ve hakkında birçok soruşturma yaptıkları halde hukuktan
ayrılmayarak hakkını yemedikleri müsteşar, hala ben ne yapabilirim diyordu. Bu,
başkana daha ağır gelmişti. Anlaşılan oydu ki, müsteşar kendi koltuğunu
koruyabilmek için olsa gerek uygun görüşle arz etmeye çoktan hazırdı. Ama
geçmiş ilişkiler nedeniyle bunu doğrudan yapamıyor, deyim yerindeyse Turgut’un
önünden geçmeye çalışıyordu. Ne yapacağını ona Turgut mu söyleyecekti. Bunu
hissettiğinde, artık sözün bittiği yerdeydi. “Siz içinizden ne geliyorsa öyle
yapınız sayın müsteşarım, benim söyleyecek sözüm yok” dedi. Sesi titriyordu,
yüzünün rengi değişmişti.
Odada bulunan
yardımcıları ve başbakanlıkla müştereken yürütülecek soruşturma için
görevlendireceği başmüfettiş konuşmalardan ve Turgut’un halinden olağandışı bir
gelişme olduğunu anlamış, neler olduğunu soran bakışlarını başkana dikmişlerdi.
Ama Turgut, bu olanları onlara nasıl anlatacağını bilemiyordu, daha doğrusu,
anlatmaya utanıyordu.
Kendisini
toplamaya çalışarak kısaca açıklama yaptığında, iki yardımcısı da taş gibi
donup kalmıştı. O güne kadar bütün işlere beraber imza atmışlar, beraber
düşünmüş, beraber uygulamışlardı. Başkanın bunu hak edecek bir şey yapmadığını
en iyi onlar bildiklerinden, adeta konuşamaz olmuşlardı. Kendisinden en az on
yaş büyük olan kıdemli yardımcısının gözleri dolmuş, “başkan sakın kendini
koyuverme, sağlığın her şeyden önemli, iki çocuğun var, kendine dikkat etmen
lazım hiçbir şey üzülmeye değmez” diyebilmişti, boğuk bir sesle.
Bitkin bir
halde makam arabasına binip eve doğru yola çıktığında, büyük haksızlıklara
uğrayan herkes gibi, kendisini çok yalnız ve yıkılmış hissediyordu. Eve
girdiğinde, olağanüstü bir şeyler olduğu yüzünden okunuyordu. Sormalarına
fırsat vermeden kısaca anlattı sesi çatallaştı, gözlerinden akan yaşlara hakim
olamadı.
Müsteşar evden
iki üç kez arayıp, vicdanını rahatlatmaya çalışmış, kendine iyi bakmasını, bu
günlerin geçeceğini falan söylemiş, ama başkan bunları adeta duymamıştı.
***
Kabus gibi
geçen geceden sonra sabah kendisini almaya gelen makam arabasına binerken bunun
son binişi olduğunu biliyordu. Şoförünün meraklı bakışlarıyla karşılaşmamak
için gözlerini kaçırdı. Yol boyunca hiç konuşmadan camdan dışarıya baktı.
Odasına girerken sekreterlerine de bakmadı. Biraz sonra idam sehpasına götürülecek
bir mahkum gibi görevden uzaklaştırılacağı yazının tebligatını yapmaya gelecek
olan personel dairesi başkanını bekliyordu. Kıdemli yardımcısı yanına geldi ve
önceki akşam söylediklerine benzer sözler söyledi. Onun ne kadar iyi, görevine
bağlı, namuslu bir müfettiş olduğunu bildiklerini, belirtip, kendisini sakın
ola ki, üzmemesini istedi. Başkanın gözleri doldu. Yıllarca birlikte çalıştığı,
iyi gününü, kötü gününü paylaştığı, sekreterlerine kendisinin açıklama
yapmamasının onlara haksızlık olacağını düşündü, ikisini de yanına çağırdı,
boğazındaki düğüm nedeniyle güçlükle, kesik, kesik konuşarak olanları anlattı.
Haklarını helal etmelerini isterken yine duygulandı gözleri doldu,
sekreterlerinin ikisi de çoktan gözyaşlarına boğulmuştu.
Çok geçmeden
personel başkanı gelmişti. Elindeki sarı zarfı açıp da başkana uzatırken elleri
titriyordu. Beli ki, olanlara o da şaşırmış ve üzülmüştü. Tebligattan sonra
odasını terk ederken, sekreterlerinden eşyalarını toplamalarını istedi ve ıslak
gözlerle bakanlıktan ayrıldı.
Bundan sonra
hukuk savaşı verecek, üzerine hangi iftiralar atılmışsa, tek, tek temizlemeye
çalışacak, hiçbir suç işlemediğini ispatlamak için uğraşacaktı.
Oysaki hukuk
devletinde, tam tersi olur, suçlamayı yapanlar, suçladıklarının neden suçlu
olduğunu ispatlardı. Çünkü bu hukukun en temel prensibiydi.
***
Görevden
uzaklaştırma kararının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle, bir yandan yargıya
başvururken bir yandan da bu arada görevden alınması için kararname
gönderilebileceğini düşünerek, kendi başına gelenlere benzer şekilde
bürokrasinin kıyılacağı ve kadrolaşma yapılacağını anlatan bir mektup yazıp, cumhurbaşkanlığı
evrakına elden teslim etmişti.
Ne çare ki,
görevden alınmasıyla ilgili dava sürerken tahmin ettiği olmuş, görevden alınmasına ilişkin kararname Remi Gazetede
yayınlanmıştı. Belli ki, o cumhuriyetçi ve laiklerin pek güvendiği cumhurbaşkanı
da meseleye yüzeysel bakıyordu. Resmi Gazetede yayımlanan kararnamesinin hemen
altında bulunan bir başka görevden alma kararnamesi daha vardı. O da bakanlık
müsteşarına aitti. Acı bir tebessüm dalgası yüzünü yaladı. Ne olursa olsun,
hiçbir makamın eğilip, bükülmeye değmeyeceğini, düşündü. İçinden, keşke müsteşar
da dik durabilseydi diye geçirdi.
Bir dava da
görevden alınmasıyla ilgili kararnamenin yürürlüğünün durdurulması ve iptali
için açtı. Lakin bu davaların
neticelenmesi aylar, hatta yıllara alıyordu.
Bakanlık,
mahkemelere gönderdiği savunmalarında, hakkında açılan soruşturmaları gerekçe gösteriyor,
görevden bu nedenle alındığını söylüyordu. Ama aslında bu soruşturmalar yapılan
hukuk dışı işlemin yargı tarafından iptal edilmesini önlemek için uydurulmuş
birer komploydu. Başkan Turgut, yılmaması gerektiğini, çocuklarına
bırakabileceği en önemli şeyin temiz bir isim ve itibar olduğunu biliyordu.
Bunun için, savaşacaktı.
Bakanlıkça
başlatılan ve bir başmüfettiş ve iki müfettişten oluşan bir heyet marifetiyle
yürütülen soruşturma nedeniyle savunması istendiğinde, maiyetinde çalışan
müfettişlerin kendisi hakkında soruşturma yapamayacaklarını söyleyip, itiraz
ettiyse de kimsenin hak hukuk dinlediği yoktu. Bu soruşturma neticesinde
düzenlenen raporda, iki müfettiş başkanın bir kusurlu fiili olmadığı ve
dolayısıyla hakkında soruşturma yapılması için izin verilmesine gerek
bulunmadığı yönünde görüş bildirirken, başmüfettiş soruşturma için izin
verilmesi gerektiği kanaatine varmış, bakan da iki müfettişe değil, bu
başmüfettişe uymuştu.
Ve ne
tesadüftür ki, bunun hemen akabinde bu başmüfettiş başkandan boşalan teftiş kurulu
başkanlığına atanmıştı.
***
Başkanın
itirazı üzerine, ilgili yargı mercii önce raporu usul yönünden bozmuş ve maiyetinde
çalışan müfettişlerin amirleri hakkında rapor düzenleyemeyeceğine hükmetmişti.
Bunun üzerine aynı rapor bu defa bakan tarafından yapılmış gibi bizzat bakanın
imzasıyla mahkemeye gönderilmiş ancak, mahkeme başkanın kusuru olmadığı ve
hakkında soruşturma açılmasına gerek bulunmadığına karar vermişti.
Soruşturmanın
birinden aklanmıştı lakin, başbakanlıkça başlatılan diğer soruşturma devam
ediyordu ve bu soruşturmayı da yine tesadüfen olsa gerek, yürüyüş yaparken tartıştığı
başbakanlık müfettişi yürütüyor, bir bakanlık müfettişi de yanında yardımcı
olarak bulunuyordu. Turgut, bir ara bu başbakanlık müfettişiyle arasında bir
husumet olduğunu belirtip, hakkında soruşturma yapamayacağı gerekçesiyle itiraz
etmeyi düşündüyse de hiçbir kusuru olmadığı için istese de hukuk dışı bir
sonuca varamaz diyerek bunu yapmaktan vazgeçmişti. Fakat kin ve düşmanlık ne
yazık ki, insanların vicdanlarını kör edebiliyordu. Başbakanlık başmüfettişi ve
geçmişte başkanla basit yönetimsel sorunlar yaşamış olan bakanlık müfettişinin
de vicdanları kör olmuştu. Soruşturma sonunda düzenlenen raporda, iki
yardımcısına hafif cezalar verilirken başkan Turgut’a, bir daha başkanlık
görevini yapmasına engel oluşturacak
ağır bir disiplin cezası uygun görülmüştü.
İtirazı
üzerine konu, disiplin kurulunda görüşülmüş ve kurulun başkanı, kendisini
görevden alan yeni bakan tarafından atanan bir yeni bürokrat olasına karşılık,
başkana verilen ceza, yaptığı iddia edilen fiille aynı ağırlıkta olmadığı, çok
ağır olduğu gerekçesiyle bozulmuştu. Bu kurulun yeni bir ceza tayinine yetkisi
olmadığından konu, karar vermesi için bakana sunulmuş, bu soruşturmaları
başlatıp başkanı görevden alan bakan bile, cezayı ağır bulmuş ve usulen hafif
bir disiplin cezası vermişti.
Bu
soruşturmanın sonuçlanmasından birkaç gün önce, görevden alınma kararının
iptali için idare mahkemesinde açtığı dava da sonuçlanmış, tamamen hukuka
aykırı bir şekilde görevden alındığı için, Turgut’un görevine iadesine karar
verilmişti.
Zaten temiz
olan başkan Turgut, artık tertemizdi. Hakkında ileri sürülen iddiaların
tamamının gerçek dışı ve düzmece olduğunu kanıtlamış, hukuk mücadelesini
kazanmıştı. Sadece bunu kazanmamış, görevine de iade edilmişti. Lakin gönlü
kırıktı. Hakkındaki isimsiz şikayet mektuplarının, işe aldığı, lojman tahsis
ettirdiği bazı müfettişlerce, salt dünya görüşü ve çalışma disiplinini
beğenmedikleri için hazırlandığını öğrenmiş, zamanında kendisini
alkışlayanların ihanetlerini görmüş, dost sandıklarının, zor günlerinde yan
yana gelmekten bile kaçtıklarına şahit olmuş, lafa gelince mangalda kül
bırakmayan laik ve cumhuriyetçi geçinenlerin, muhafazakar partinin iktidarında
görevlerini sürdürebilmek için nasıl sindiklerini, nasıl olanların hiç farkında
değilmiş gibi davrandıklarını, sadece ve sadece işini yapan örnek vatandaş
rolünü oynadıklarını hayretle izlemişti. Başına gelenleri hiç değilse anlatıp
içine dökebileceği birilerinin olmadığını, arkadaş ve dost görünenlerin,
devletteki postu için öyle göründüklerini çok iyi anlamıştı.
Şimdi göreve
dönüp, aynı sahtelikleri bir kez daha yaşamaya değer miydi? Hakkındaki asılsız
iddiaları düzenleyenlerin riya akan, makyajlı yüzlerine bir daha görmek, onlara
amirlik etmek bile aşağılık bir işti. Kısacası etrafında bu kadar entrika
dönmüş, bu kadar çirkinlik sergilenmişken, hiçbir şey olmamış gibi nerede
kalmıştık diyerek devam etmek, o bakana hizmet etmek, her şeyden önce kendisine
saygısı olan birisinin yapacağı iş değildi.
O güne kadar,
maaşının dışında hiç bir geliri olmadan nasıl namusuyla yaşadıysa, bundan sonra
da biraz eksilecek olan emekli maaşıyla yaşar, geçinip giderdi. Hiç, ama hiçbir
şey onurundan daha önemli değildi.
Kararını
verdi. Eşini aradı, ona da bildirdi.
Emekli
dilekçesini yazarken, buruk bir huzur içindeydi.
Mustafa Tuğrul Turhan
17.06.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder