15 Ocak 2014 Çarşamba

SON BAŞKAN...

Son genel seçimlerde alınan beklenmedik neticeyle, muhafazakar parti büyük bir çoğunluk sağlayarak meclise girince, başına gelecekleri tahmin etmişti. Aslında tahminden de öteye bunda hiç kuşku duymuyordu. Bu ülkede, her siyasi iktidar değişikliğinden sonra bürokrasi nasıl kıyıma uğruyor ve iktidara gelen partinin adamları birer, birer göreve getiriliyorsa,  şimdi de aynısı olacaktı. Hatta, koalisyon dönemlerinde biraz da olsa var olan uzlaşı ortamı artık tamamen yok olacak ve tüm atamalar iktidarı tek başına ele geçiren dinci partinin istediği gibi yapılacağından, bu kıyım daha da büyük boyutlarda yaşanacaktı. 

Kendisini topun ağzında hissetmesinin nedenleri o kadar çoktu ki, her şeyden önce yaptığı görev nedeniyle birçok düşmanı bulunuyor, haklarında soruşturma yapılıp da herhangi bir disiplin cezasıyla tecziye edilenler veya görevden alınanlar, kuyusunu kazmak için fırsat kolluyordu.

Ama kendisini topun ağzında hissetmesinin asıl nedeni, ülkenin ilk enerji özelleştirmeleri sayılması gereken biri İstanbul diğeri de bir Anadolu şehrinin elektrik dağıtımı işinin özel sektöre verilmesinden sonra bu şirketlerin, devletten aldığı elektriğin bedelini ödemedikleri konusunda yapılan soruşturma raporlarıydı.

Aslında bu konu başbakanlık teftiş kurulu müfettişlerince yıllarca incelenmişti. Yaklaşık beş yıl gibi uzun süre devam eden bu inceleme sonunda, çok sayıda bakanlık bürokratının ifadelerine bile başvurulmadan suçlandığı, iki eski enerji bakanı hakkında da savcılığa suç duyurusu yapılmasının önerildiği bir rapor düzenlenmişse de devletin şirketlerden alacağını ne kadar olduğu ve bu kişilerin neden suçlandığı hususları net olarak belirtilmemişti. Bu rapor, başbakanlık teftiş kurulu başkanına sunulduktan sonra burada da başbakana sunulmak üzere altı ay kadar beklemiş, sonra uzun yıllar bitirilmediği ve başkanlıkta aylarca bekletildiğinin dikkat çekeceği fark edilmiş olacak ki, başkan tarafından onaya bir görüş eklenmişti.

Bu görüşte, incelemenin yürütülmesine karşılık müfettişlerin, ilgililerin ifadelerini bile almamış olmalarının eksiklik olduğu gibi bazı konular sözde eleştirilmiş, fakat sonuçta müfettişlerin yaptığı, işin ilgili bakanlığa gönderilmesi önerisine başbakanlık teftiş kurulu başkanınca da iştirak edilmişti. Bundan sonra, soruşturmanın ilgili bakanlığın teftiş kurulunca yürütülüp sonuçlandırılması için başbakandan bir onay alınmış ve tabiri caizse iş, bir çırpıda bakanlık teftiş kurulunun üzerine yıkılmıştı.

Başbakanlık teftiş kurulu başkanının inceleme raporuna eklediği görüşün, müfettişlerinin işi zamanında bitirmemiş olmaları kadar, kendisinin de bu duruma müdahale etmemiş ve raporu başbakana sunmak için makul olmayan bir süre beklemiş olması nedeniyle için vaziyeti kurtarmak için yazılmış olduğu çok açıktı. Ama bürokratik hiyerarşi içinde bu gecikmelerle ilgili olarak, bakanlık teftiş kurulu başkanının yapabileceği hiçbir şey yoktu. “Bu kadar süre de ne yaptınız, neden soruşturmayı bitirmeden bakanlığa gönderiyorsunuz” demeye hakkı ve yetkisi yoktu. Çaresiz bu yükü de üstlenip, taşıyacaktı.
***
Bakanlık teftiş kurulu başkanı Turgut, konunun geriye doğru on yılı aşkın bir süreyi kapsadığını dikkate alarak, bakanlıktan iki başmüfettişin koordinatörlüğünde, ilgili kurumdan iki müfettiş ve sekiz, on teknik eleman görevlendirerek, ekipler oluşturmuştu. Bu ekipler vasıtasıyla söz konusu elektrik dağıtım şirketlerinin merkezlerinde, belgelerin taranması suretiyle incelemeler yapılmış ve başbakanlı teftiş kurulunda yıllarca bitirilmeyen soruşturma, yaklaşık altı yedi ay gibi kısa sürede tamamlanmıştı.

Neticede düzenlenen raporlarda, İstanbul’da görevli dağıtım şirketinin katrilyonları aşan, Anadolu’da görevli dağıtım şirketinin de 60 trilyon civarında devlete borçlu olduğu sonucuna ulaşılmış, kamu alacağı bu yüksek meblağlara ulaşıncaya kadar görevinin gereğini yapmayarak alacakları zamanında tahsil etmedikleri ve bu nedenle şirkete haksız kazanç sağladıkları gibi alacağın tahsilini de riskli hale getirdikleri gerekçeleriyle, birisi müsteşar yardımcısı olmak üzere, şirketlere elektrik satan kamu kurumda görev yapmış olan bir çok genel müdür ve yönetim kurulu üyesi hakkında cezai yaptırımlar ve bu bürokratlarla birlikte şirket tüzel kişiliği aleyhine kamu alacağın tahsili için de yargıya başvurulması önerilmişti.
***
Deyim yerindeyse at kaçmış, palan düşmüştü. Çünkü bir soruşturmada hakkında yaptırım önerilen bürokrat sayısı ne kadar fazlaysa, tepkiler de o kadar fazla olurdu; ancak bu defa, sorumluluk konusu kamu alacağı çok yüksek tutarlarda olduğu için tepkiler daha da fazlaydı. Raporda, sorumluluk yüklenen bürokratlardan başkan Turgut’u tanıyanlar, bizzat gelerek veya telefonla arayıp, kusurları olmadığını söyleyerek sitem ediyordu.

Bu işler böyleydi, herkesi birden memnun etmek hiçbir zaman mümkün olmazdı. Soruşturma sonunda kimse suçlu bulunmazsa, şikayetçi olanlar veya başka bir sonuç bekleyenler memnun olmaz, ört bas ettiler der. Yok, birileri suçlanırsa, bu kez onlar haksızlık yapıldığını söylerlerdi. Teftiş Kurullarının ve tabi müfettişlerin kaderi buydu. Nerede pis, çözülemeyen sorun varsa, dönüp dolaşıp onlara gelir, tabiri caizse, ölüyü onlar kaldırırdı.

Bu kez de aynısı oluyordu. Başkan Turgut, tepkilere alışkın olduğundan, görevini yapmış olmanın huzuru içindeydi ve olanlara aldırdığı da yoktu. Lakin bu soruşturmayı daha önce beş yıl uhdelerinde tuttukları halde tamamlamadan bakanlığa gönderilmesi yönünde rapor yapan başbakanlık müfettişlerden birisinin gösterdiği tepkiye ise bir anlam verememişti.

Onunla, bir hafta sonu sabah yürüyüşü yaparken karşılaşmışlar, başbakanlığa naklen geçmesinden önce bakanlık teftiş kurulunda birlikte çalışmış iki eski arkadaş oldukları için de yürüyüşe birlikte devam etmişlerdi. Arkadaşı, bir ara lafı bu soruşturmaya getirip, alaycı bir ses tonuyla, raporlarında bakanlık müsteşarını suçlamamış olmalarını eleştirip, görevlerini tam yapmadıkları, müsteşarı korudukları şeklinde imalı ifadelerde ve hatta isnatlarda bulunmuştu. Başkan Turgut, önce şaka yaptığını sanmış, ancak başbakanlık müfettişi arkadaşı sözlerine aynı çizgide devam edince şaşırmıştı. Çünkü geçmişte aynı odayı paylaştığı arkadaşının, kendisinin böyle bir şeye izin vermeyeceğini, karakter yapısının buna müsait olmadığını bilmesi gerekirdi. Arkadaşı, ön yargılı ve haksız eleştirilerine devam edince dayanamamış, “o kadar biliyorsan soruşturmayı beş sene sürüncemede bırakacağına bitirip, sen suçlasaydın” demiş ve devam ederek, “hem suçlu hem güçlü olmaya çalıştığını, oysa ki, soruşturmayı zamanında bitirmedikleri için, kamu alacağının tahsilinin imkansız noktaya geldiğini, bunun sorumluluğunun başbakanlık müfettişlerine ait olduğunu” sert bir dille söyleyivermişti.

Başbakanlık müfettişi olması nedeniyle kendisini hiyerarşi içinde daha üstte gördüğü için bunu hazmedemeyen arkadaşı, “o halde bizi de soruştur diye çıkışmış”, Turgut da, “yetkim olsa, bir dakika durmazdım” diyerek, yürüyüşü yarıda bırakıp ayrılmıştı.

Belki herkesi anlayabilirdi, ama bu adamın tepkisini anlayamıyordu. Kaldı ki, buna tepki bile denilemezdi; Bu bir iltifat olurdu. Yaptığına olsa, olsa en hafifi deyimle zırvalamak denilebilirdi.
***
İstanbul’un Anadolu yakasının elektrik dağıtımıyla görevli olan şirket iflas noktasında olduğu için kamu alacağı, muhasebe diliyle şüpheli, hatta imkansız hale gelmişti. Kuşkusuz bu durumda olunmasının nedenlerinden birisi de başbakanlık teftiş kurulunca yürütülen soruşturmanın beş, altı yıl gibi uzun bir sürede bitirilememesiydi. Soruşturma, başladığından kısa süre sonra bitirilmiş olsa, şirket iflas noktasına gelene kadar kamu alacağının bir bölümü belki tahsil edilebilirdi.

Anadolu’daki şirket ise borcu kabul etmek istemiyor, bin dereden su getiriyordu. Şirketin genel müdürü, haftada en az bir kez başkanı ziyarete gelip, borçları olmadığına dair çeşitli savunmalar ileri sürüyordu. Başkan Turgut da konunun,  kendilerinin bu itirazlarını da dinleyen uzman elemanlardan kurulu geniş bir heyet tarafından incelenerek rapor düzenlendiğini, başkan olarak, kendisinin de rapor sonuçlarına katıldığını ve bakanın da onayladığını, dolayısıyla, bu saatten sonra yapabileceği bir işlem olamayacağını, sonuçta iş yargıya intikal edeceğinden itirazlarını mahkemede yapmaları gerektiğini belirtiyordu. Ancak, genel müdür ertesi hafta bir daha geliyor, yine benzer şeyler konuşuluyor, buna rağmen sonraki hafta bir daha geliyordu.

Son gelişinde sabah erken saatlerde bakanlık girişinde karşılaşmışlar, Turgut, kendisini ziyarete geliyorsa hiç zahmet etmemesini, bir şey yapamayacağını anlatmaktan artık yorulduğunu söylemiş, genel müdürse buna bozulmuştu.

Birkaç ay sonra odasında çalışırken dahili hattan arayan özel kalem müdürü, bakanın yanında misafirleri olduğunu ve görüşmek üzere kendisini beklediğini söylemiş, Turgut, iki üç dakika sonra bakanın odasında olmuştu. Misafirlerden biri, son karşılaşmalarında kendisiyle görüşemeyeceğini söylediği genel müdür, bir diğeri, uzun yıllardır bir muhafazakar partide siyaset yapıp bakanlığa kadar yükseldikten sonra o partiden ayrılıp, yeni bir muhafazakar partinin kuruluşuna önderlik eden ve halen borçlu şirketin elektrik dağıtımı yaptığı ilden milletvekili olan eski bir bakan, birisi de başkentin büyük ilçelerinden birisinin belediye başkanıydı. Diğer iki kişiyi ise tanımıyordu.

Daha genel müdürü gördüğü an konunun ne olduğunu tahmin etmişti. Bakan, oturmasını istemiş ve “başkan biz bir rapor yapmışız”, diye söze girmişti. Sanki o raporu hatırlamıyor, bilmiyor rolündeydi. Belli ki, kendisi çağırılmadan önce konu görüşülmüş, hatırlamamış gibi davranıp başkanı çağırmıştı.

Bu aslında hiç de dürüst bir davranış değildi. Turgut raporu onayına sunduğunda, detaylı bir şekilde kimlerin sorumlu olduğu açıklamıştı. Bakan da sorumlular arasında bulunan bir eski genel müdürün, sonradan siyasete girip, kendi partisinden milletvekili seçilmiş olması ve halen önemli bir komisyon başkanlığını yürütmesi nedeniyle adamı bakanlığa davet etmiş, Turgut’u da çağırıp, konu hakkında açıklama yaptırdıktan sonra raporu imzalamıştı. Hatırlamaması mümkün müydü?

Başkan Turgut, bu gibi durumlarda istismar edildiğini düşünür, büyük rahatsızlık duyardı. Genel müdürün siyasileri toplayıp gelmesi yetmezmiş gibi bir bakanın bu tavrını görünce cinleri tepesine çıkıvermişti.

Doğrudan genel müdüre dönerek, oldukça sert bir ifadeyle, “beyefendi bana kaç kez geldiniz ve ben size, gelinen noktadan sonra bakanlık olarak hiçbir şey yapma imkanımız olmadığını kaç kez anlattım. Bu kadar insanı toplayıp bir kez de bakan kanalıyla beni zorlayacağınızı düşünmenizi doğrusu çok yadırgadım. Burada herkesin huzurunda yine tekrar ediyorum ki, bakanlığımızca sonuçlanmış ve işleme konulmuş bir rapor hakkında yapılacak bir işlem yoktur. Def’i ve her türlü itirazınızı yargı aşamasında kullanmanızı öneririm.” dediğinde, ortalık buz kesmiş, yeni muhafazakar partinin milletvekili olan eski bakanın yüzündeki tebessüm birden yerini gergin bir ifadeye bırakmıştı

Bakan vaziyeti toparlamak için, “tamam başkan anlaşıldı sanırım, sen gidebilirsin” dediğinde odada derin bir sessizlik vardı.

Bakanının odasından ayrılınca, soluğu müsteşarın yanında almıştı Turgut. Olanları paylaşmak sıkıntısını dağıtmak ihtiyacı içindeydi.

Önceki bakan zamanında bakanlıkta jandarma tarafından yürütülmüş olan yolsuzluk operasyonundan sonra düzenlenen savcılık iddianamesi gereğince, bakanlık müsteşarı hakkında en azından yedi, sekiz inceleme yapılmış ve hepsinde ileri sürülen iddiaların gerçekle ilgisinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmış, bu süreçte müsteşarla başkanın hukuku ister istemez resmi ilişkilerin ötesine geçmiş, arkadaş olmuşlardı. Hemen her hafta başında müsteşarın makam odasında yaptıkları çay sohbetinde, bakanlıkla ilgili sorunları konuşup genel bir değerlendirme yaptıkları için canı sıkılınca ilk aklına gelen müsteşar olmuştu. 
***
İşte, bu olaydan birkaç gün sonra üç partinin koalisyonunda oluşan hükümetinin büyük ortağı olan partide iç karışıklık meydana gelip, uzun süredir ülke gündemini meşgul eden, başbakanın sağlık durumunun görevine devam etmesine engel teşkil ettiği gerekçesiyle bir çok milletvekilinin partilerinden istifa etmeleri ve ardından, koalisyonun küçük ortağı partiyle dirsek teması içinde yeni hükümet arayışlarına girmeleri üzerine, koalisyonun ikinci büyük partisinin genel başkanının rest çekerek erken seçimi işaret etmesiyle gidilen seçim sonunda, beklenmedik bir neticeyle yeni kurulan muafazakar parti tek başına iktidara gelmiş, üstelik en son bakanın odasında terslediği, Anadolu’daki elektrik şirketinin genel müdürü bu yeni muhafazakar partiden milletvekili seçilmiş, bu yetmezmiş gibi genel müdürü terslediği gün, onun yanında bulunan ve yeni muhafazakar partinin önderlerinden olan eski bakan da partinin genel başkanının siyasi yasaklı olması nedeniyle, hükümeti kurmakla görevlendirilmiş ve başbakanlık koltuğuna oturmuştu.

Yine Başbakanlıktan gönderilen belgeler çerçevesinde yapılan incelemeler sonucunda görevden aldıkları üç eski genel müdürün de bu partiden milletvekili seçilmiş olması da, bütün bunlara tüy dikiyordu.

Başkan Turgut, işte bunun için kendisini topun ağzında hissediyor, başına gelecekleri adı gibi biliyordu.

Hükümetin kurulmasından bir ay kadar sonra gelen dini bayramda, Anadolu’daki şirketin eski genel müdürü ve yeni milletvekili kendisine bir bayram kutlama kartı gönderdiğinde, bunun ne anlama geldiğini çok iyi anlamıştı. Adam, bak ben artık iktidar partisinin milletvekiliyim diyordu. Yoksa en son yaşanan tatsız görüşmeden sonra niye kart gönderecekti.

Başkan da bozuntuya vermeden milletvekilini telefonla arayıp, kendisini tebrik bile etmediği halde kart göndermek nezaketinde bulunduğu için mahcup olduğunu söylemiş, hem milletvekilliğini, hem de bayramını kutlamıştı. 
***
Günler gergin geçiyordu. Turgut, hiç alışkın olmadığı, daha önce hiç yaşamadığı şeyler yaşıyor, çok mutsuz oluyordu. Yeni hükümetin bakanı, kendisini çağırıp, hem de ziyaretine gelmiş olan partisinin gurup başkan vekilinin yanında, parmaklarını açarak elini masanın üstüne koyup, her bir parmağa tek, tek dokunurken bir kurumun ismi söyleyerek, bunların genel müdürlerini görevden almak için soruşturma açmasını istediğinde hem çok şaşırmış, hem de çok rahatsız olmuştu. Böyle bir şeyi o gün kadar çalıştığı hiçbir bakandan duymamıştı. Bırakın açık, açık söylenmesi, ima edilmesi bile söz konusu olmamıştı.

Nitekim hiç tereddüt etmeden böyle bir şeyin bir bakanlığa çeşitli kaynaklardan, cumhurbaşkanlığı veya başbakanlık veya şahıslar kanalıyla intikal etmiş ihbar veya şikayet olmaksızın söz konusu olamayacağını, kendilerine intikal etmiş bir şikayet varsa başkanlığına havale etmeleri halinde derhal soruşturma başlatabileceğini veya başbakanlık yüksek denetleme kulunun yıl sonu raporunda bir inceleme talebi olursa aynı şeyi yapabileceğini söylemiş, yüzünün ifadesinden anladığı kadarıyla, bakan bu yanıttan hiç de hoşlanmamıştı.

Aslında, nasıl olsa görevden alınacağını bilmesi başkana son derece rahat hareket etme, inandığı her şeyi dolandırmadan söyleme imkanı veriyordu. Galiba, görevden alınacak olduğunu bilmenin en iyi tarafı da buydu. Kimseye şirin görünme ihtiyacı duymadan hareket etmekten güzel ne olabilirdi. Yok, belki devam ederim diye düşünen birisinin, bu kadar rahat olması mümkün olamazdı. Bir şekilde, eğilip, bükülürdü.

Mesela, bir defasında kendisini ziyarete gelen bakanın danışmanının, şöyle bir inceleme yapılacak, şu şeklide bir onay hazırlayıp, şu isimleri görevlendireceksiniz demesi üzerine, çok sakin bir şekilde, bunun mümkün olamayacağını, bir inceleme yapılacaksa bunu kendisine bakanın söylemesi gerektiğini ve incelemede görevlendirilecek kişileri de kendisinin belirleyeceğini pat diye söylemişti. Danışman, şaşkın bakışlarla ve tavırlarla, ısrarcı olunca da ben bu konuyu bakanla görüşür ona göre hareket ederim diyerek, telefonla bakanı aramış, meclis genel kurulunda olduğu için görüşememiş, korumalarına not bırakmıştı. Kısa süre sonra cevaben arayan bakana, yaşananları anlatmış, danışmanının söylediklerini doğruladığını görünce de hazırlayacağı onay yazısına, incelemeyi yapacak isimler bakanın şifahi talimatlarınca görevlendirilmiştir ibaresini yazacağını açıkça söylemişti.
***
Her haftanın ilk günü müsteşarla çay sohbetleri devam ediyor, genel değerlendirmeler yine yapılıyordu. Her an görevden alınma işlemine muhatap olmanın tedirginliğini yaşayan Turgut, müsteşarın sakin ve görevine her zamankinden daha fazla sarılmış haline şaşırıyor, acaba devam edeceği konusunda bakanla görüşüp bir mutabakata mı vardı da bu kadar rahat hareket ediyor diye düşünüyordu. Sonunda dayanamayıp, bunu kendisine sormuş ve net bir şekilde, “evet devam ediyorum” cevabını almıştı. Sevinmiş, “peki o zaman biz ne olacağız” diye bir başka soru yöneltmiş, müsteşar, “şunun şurasında benim bakanlıktaki arkadaşlarımın sayısı ikiyi, bilemedin üçü geçmez, onları koruyamazsan bana yazıklar olsun, tabii ki siz de devam ediyorsunuz” demişti.

Bu sözler başkan Turgut’u rahatlatmak yerine, kafasını daha da karıştırmıştı. Bu kadar olan bitenden sonra nasıl olacak da kendilerini göreve devam ettireceklerdi. Pek inandırıcı bulmasa da müsteşarın kesin konuşması karşısında biraz umutlanmış ama önlem almayı da ihmal etmemişti.

Bir genel müdür arkadaşıyla, önceki hükümet döneminde neredeyse tüm partilerin uzlaşmasıyla seçilen cumhurbaşkanının genel sekreterliğine gidip, siyasi iktidarın kadrolaşma tehlikesine işaret ederek, sayın cumhurbaşkanının atamalarda çok özen göstermesi gerektiğini anlatmışlardı. Hatta genel müdür arkadaşı, bürokratları görevden alırlarken yargı yoluyla geri dönmelerini engellemek için çamur atıp, uyduruk soruşturmalar açacakları için, özellikle teftiş kurulu başkanının görevde kalmasının büyük önem arz ettiğini açıkça söylemişti. Bunu yaparken kendilerinden çok ülkenin yaşayabileceği olumsuzlukları düşünüyorlardı.
***
Bundan yaklaşık bir hafta sonra başbakanlık teftiş kurulundan gönderilen bir yazıda, daha önce bakanlık müfettişince yapılan ancak, kendisi ve yardımcıları, müfettişin görüşüne katılmadığı için raporun iade edilmesi ve müfettişin görüşünde ısrar etmesi üzerine başkanlıkça ayrıca görüş yazılmasının şikayet edilmesi nedeniyle, konunun kendisini ve yardımcılarını da kapsayacak şekilde başbakanlıkça yeniden inceleneceği belirtilmişti. Bu incelemede başbakanlık müfettişiyle birlikte çalışacak bir bakanlık müfettişinin de görevlendirilmesi istendiği için Turgut, yardımcıları ve görevlendirecekleri başmüfettişle birlikte odasında çalışırken,  müsteşar telefonla aramış, soğuk bir ses tonuyla, “senin hakkında savcılıktan intikal ettiren bir şikayet üzerine soruşturma açılması ve görevden uzaklaştırılman için bir onay hazırlanış, bana da bu onayı bakanlık makamına uygun görüşle arz ettiğime dair bir paraf açmışlar, ne yapabilirim, benim yapmam gereken nedir?” demişti.

Müsteşar öyle ciddi görünerek şaka yapardı ki, bunun şaka olduğunu kimse anlamazdı. Ama başkan onun bu özelliğini biliyordu. “Müsteşarım hiç şaka kaldıracak halde değilim, bizim görüş yazdığımız bir raporu, şimdi başbakanlık teftiş kurulu inceleyecekmiş, sanırım bir maraz bulmaya çalışacaklar, zaten canım sıkkın” demişse de müsteşar ciddiyetini bozmamış, aynı şeyleri özetle tekrarlamış ve yine “ben ne yapabilirim?” demişti. Başkan ciddi misiniz? diye üsteleyip de bunun şaka olmadığını anlayınca, ensesinden başlayıp sırtının ortasından aşağıya doğru sıcak bir ter akmış, boğazına bir yumruk oturmuştu.

Aslında görevden alınmayı bekliyordu. Müsteşarın sözleri umut verse de pek inandırıcı gelmemişti, ama böyle bir şeyi rüyasında görse inanmazdı. Neyle suçlanabilirdi? Bir teftiş kurulu başkanının görevden uzaklaştırılması ne demekti? Bu ne kadar çirkin bir yöntemdi. Çalışmak istenmeyen bürokrat görevden alınabilirdi, buna kimsenin diyeceği bir şey olamazdı, çok, çok idari yargıya gider hakkını arardı lakin, bu yapılan başka bir şeydi. En ağır soruşturmalarda bile çok ender, çok dikkatle başvurulan bir ihtiyati tedbir olan görevden uzaklaştırma, şimdi sanki büyük bir suç işlemiş gibi kendisine, yani bu tedbiri, müfettişlik hayatında ya bir, ya iki kez uygulamış bir soruşturma adamına layık görülüyordu. Bu tam bir skandaldı. 

Müsteşar, arkadaşı olan ve hakkında birçok soruşturma yaptıkları halde hukuktan ayrılmayarak hakkını yemedikleri müsteşar, hala ben ne yapabilirim diyordu. Bu, başkana daha ağır gelmişti. Anlaşılan oydu ki, müsteşar kendi koltuğunu koruyabilmek için olsa gerek uygun görüşle arz etmeye çoktan hazırdı. Ama geçmiş ilişkiler nedeniyle bunu doğrudan yapamıyor, deyim yerindeyse Turgut’un önünden geçmeye çalışıyordu. Ne yapacağını ona Turgut mu söyleyecekti. Bunu hissettiğinde, artık sözün bittiği yerdeydi. “Siz içinizden ne geliyorsa öyle yapınız sayın müsteşarım, benim söyleyecek sözüm yok” dedi. Sesi titriyordu, yüzünün rengi değişmişti.

Odada bulunan yardımcıları ve başbakanlıkla müştereken yürütülecek soruşturma için görevlendireceği başmüfettiş konuşmalardan ve Turgut’un halinden olağandışı bir gelişme olduğunu anlamış, neler olduğunu soran bakışlarını başkana dikmişlerdi. Ama Turgut, bu olanları onlara nasıl anlatacağını bilemiyordu, daha doğrusu, anlatmaya utanıyordu.

Kendisini toplamaya çalışarak kısaca açıklama yaptığında, iki yardımcısı da taş gibi donup kalmıştı. O güne kadar bütün işlere beraber imza atmışlar, beraber düşünmüş, beraber uygulamışlardı. Başkanın bunu hak edecek bir şey yapmadığını en iyi onlar bildiklerinden, adeta konuşamaz olmuşlardı. Kendisinden en az on yaş büyük olan kıdemli yardımcısının gözleri dolmuş, “başkan sakın kendini koyuverme, sağlığın her şeyden önemli, iki çocuğun var, kendine dikkat etmen lazım hiçbir şey üzülmeye değmez” diyebilmişti, boğuk bir sesle.

Bitkin bir halde makam arabasına binip eve doğru yola çıktığında, büyük haksızlıklara uğrayan herkes gibi, kendisini çok yalnız ve yıkılmış hissediyordu. Eve girdiğinde, olağanüstü bir şeyler olduğu yüzünden okunuyordu. Sormalarına fırsat vermeden kısaca anlattı sesi çatallaştı, gözlerinden akan yaşlara hakim olamadı.

Müsteşar evden iki üç kez arayıp, vicdanını rahatlatmaya çalışmış, kendine iyi bakmasını, bu günlerin geçeceğini falan söylemiş, ama başkan bunları adeta duymamıştı.
***
Kabus gibi geçen geceden sonra sabah kendisini almaya gelen makam arabasına binerken bunun son binişi olduğunu biliyordu. Şoförünün meraklı bakışlarıyla karşılaşmamak için gözlerini kaçırdı. Yol boyunca hiç konuşmadan camdan dışarıya baktı. Odasına girerken sekreterlerine de bakmadı. Biraz sonra idam sehpasına götürülecek bir mahkum gibi görevden uzaklaştırılacağı yazının tebligatını yapmaya gelecek olan personel dairesi başkanını bekliyordu. Kıdemli yardımcısı yanına geldi ve önceki akşam söylediklerine benzer sözler söyledi. Onun ne kadar iyi, görevine bağlı, namuslu bir müfettiş olduğunu bildiklerini, belirtip, kendisini sakın ola ki, üzmemesini istedi. Başkanın gözleri doldu. Yıllarca birlikte çalıştığı, iyi gününü, kötü gününü paylaştığı, sekreterlerine kendisinin açıklama yapmamasının onlara haksızlık olacağını düşündü, ikisini de yanına çağırdı, boğazındaki düğüm nedeniyle güçlükle, kesik, kesik konuşarak olanları anlattı. Haklarını helal etmelerini isterken yine duygulandı gözleri doldu, sekreterlerinin ikisi de çoktan gözyaşlarına boğulmuştu.

Çok geçmeden personel başkanı gelmişti. Elindeki sarı zarfı açıp da başkana uzatırken elleri titriyordu. Beli ki, olanlara o da şaşırmış ve üzülmüştü. Tebligattan sonra odasını terk ederken, sekreterlerinden eşyalarını toplamalarını istedi ve ıslak gözlerle bakanlıktan ayrıldı.

Bundan sonra hukuk savaşı verecek, üzerine hangi iftiralar atılmışsa, tek, tek temizlemeye çalışacak, hiçbir suç işlemediğini ispatlamak için uğraşacaktı.

Oysaki hukuk devletinde, tam tersi olur, suçlamayı yapanlar, suçladıklarının neden suçlu olduğunu ispatlardı. Çünkü bu hukukun en temel prensibiydi.
***
Görevden uzaklaştırma kararının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle, bir yandan yargıya başvururken bir yandan da bu arada görevden alınması için kararname gönderilebileceğini düşünerek, kendi başına gelenlere benzer şekilde bürokrasinin kıyılacağı ve kadrolaşma yapılacağını anlatan bir mektup yazıp, cumhurbaşkanlığı evrakına elden teslim etmişti.

Ne çare ki, görevden alınmasıyla ilgili dava sürerken tahmin ettiği olmuş,  görevden alınmasına ilişkin kararname Remi Gazetede yayınlanmıştı. Belli ki, o cumhuriyetçi ve laiklerin pek güvendiği cumhurbaşkanı da meseleye yüzeysel bakıyordu. Resmi Gazetede yayımlanan kararnamesinin hemen altında bulunan bir başka görevden alma kararnamesi daha vardı. O da bakanlık müsteşarına aitti. Acı bir tebessüm dalgası yüzünü yaladı. Ne olursa olsun, hiçbir makamın eğilip, bükülmeye değmeyeceğini, düşündü. İçinden, keşke müsteşar da dik durabilseydi diye geçirdi.

Bir dava da görevden alınmasıyla ilgili kararnamenin yürürlüğünün durdurulması ve iptali için açtı.  Lakin bu davaların neticelenmesi aylar, hatta yıllara alıyordu.

Bakanlık, mahkemelere gönderdiği savunmalarında, hakkında açılan soruşturmaları gerekçe gösteriyor, görevden bu nedenle alındığını söylüyordu. Ama aslında bu soruşturmalar yapılan hukuk dışı işlemin yargı tarafından iptal edilmesini önlemek için uydurulmuş birer komploydu. Başkan Turgut, yılmaması gerektiğini, çocuklarına bırakabileceği en önemli şeyin temiz bir isim ve itibar olduğunu biliyordu. Bunun için, savaşacaktı.

Bakanlıkça başlatılan ve bir başmüfettiş ve iki müfettişten oluşan bir heyet marifetiyle yürütülen soruşturma nedeniyle savunması istendiğinde, maiyetinde çalışan müfettişlerin kendisi hakkında soruşturma yapamayacaklarını söyleyip, itiraz ettiyse de kimsenin hak hukuk dinlediği yoktu. Bu soruşturma neticesinde düzenlenen raporda, iki müfettiş başkanın bir kusurlu fiili olmadığı ve dolayısıyla hakkında soruşturma yapılması için izin verilmesine gerek bulunmadığı yönünde görüş bildirirken, başmüfettiş soruşturma için izin verilmesi gerektiği kanaatine varmış, bakan da iki müfettişe değil, bu başmüfettişe uymuştu.

Ve ne tesadüftür ki, bunun hemen akabinde bu başmüfettiş başkandan boşalan teftiş kurulu başkanlığına atanmıştı. 
***
Başkanın itirazı üzerine, ilgili yargı mercii önce raporu usul yönünden bozmuş ve maiyetinde çalışan müfettişlerin amirleri hakkında rapor düzenleyemeyeceğine hükmetmişti. Bunun üzerine aynı rapor bu defa bakan tarafından yapılmış gibi bizzat bakanın imzasıyla mahkemeye gönderilmiş ancak, mahkeme başkanın kusuru olmadığı ve hakkında soruşturma açılmasına gerek bulunmadığına karar vermişti.

Soruşturmanın birinden aklanmıştı lakin, başbakanlıkça başlatılan diğer soruşturma devam ediyordu ve bu soruşturmayı da yine tesadüfen olsa gerek, yürüyüş yaparken tartıştığı başbakanlık müfettişi yürütüyor, bir bakanlık müfettişi de yanında yardımcı olarak bulunuyordu. Turgut, bir ara bu başbakanlık müfettişiyle arasında bir husumet olduğunu belirtip, hakkında soruşturma yapamayacağı gerekçesiyle itiraz etmeyi düşündüyse de hiçbir kusuru olmadığı için istese de hukuk dışı bir sonuca varamaz diyerek bunu yapmaktan vazgeçmişti. Fakat kin ve düşmanlık ne yazık ki, insanların vicdanlarını kör edebiliyordu. Başbakanlık başmüfettişi ve geçmişte başkanla basit yönetimsel sorunlar yaşamış olan bakanlık müfettişinin de vicdanları kör olmuştu. Soruşturma sonunda düzenlenen raporda, iki yardımcısına hafif cezalar verilirken başkan Turgut’a, bir daha başkanlık görevini yapmasına engel oluşturacak  ağır bir disiplin cezası uygun görülmüştü.

İtirazı üzerine konu, disiplin kurulunda görüşülmüş ve kurulun başkanı, kendisini görevden alan yeni bakan tarafından atanan bir yeni bürokrat olasına karşılık, başkana verilen ceza, yaptığı iddia edilen fiille aynı ağırlıkta olmadığı, çok ağır olduğu gerekçesiyle bozulmuştu. Bu kurulun yeni bir ceza tayinine yetkisi olmadığından konu, karar vermesi için bakana sunulmuş, bu soruşturmaları başlatıp başkanı görevden alan bakan bile, cezayı ağır bulmuş ve usulen hafif bir disiplin cezası vermişti.

Bu soruşturmanın sonuçlanmasından birkaç gün önce, görevden alınma kararının iptali için idare mahkemesinde açtığı dava da sonuçlanmış, tamamen hukuka aykırı bir şekilde görevden alındığı için, Turgut’un görevine iadesine karar verilmişti.

Zaten temiz olan başkan Turgut, artık tertemizdi. Hakkında ileri sürülen iddiaların tamamının gerçek dışı ve düzmece olduğunu kanıtlamış, hukuk mücadelesini kazanmıştı. Sadece bunu kazanmamış, görevine de iade edilmişti. Lakin gönlü kırıktı. Hakkındaki isimsiz şikayet mektuplarının, işe aldığı, lojman tahsis ettirdiği bazı müfettişlerce, salt dünya görüşü ve çalışma disiplinini beğenmedikleri için hazırlandığını öğrenmiş, zamanında kendisini alkışlayanların ihanetlerini görmüş, dost sandıklarının, zor günlerinde yan yana gelmekten bile kaçtıklarına şahit olmuş, lafa gelince mangalda kül bırakmayan laik ve cumhuriyetçi geçinenlerin, muhafazakar partinin iktidarında görevlerini sürdürebilmek için nasıl sindiklerini, nasıl olanların hiç farkında değilmiş gibi davrandıklarını, sadece ve sadece işini yapan örnek vatandaş rolünü oynadıklarını hayretle izlemişti. Başına gelenleri hiç değilse anlatıp içine dökebileceği birilerinin olmadığını, arkadaş ve dost görünenlerin, devletteki postu için öyle göründüklerini çok iyi anlamıştı.

Şimdi göreve dönüp, aynı sahtelikleri bir kez daha yaşamaya değer miydi? Hakkındaki asılsız iddiaları düzenleyenlerin riya akan, makyajlı yüzlerine bir daha görmek, onlara amirlik etmek bile aşağılık bir işti. Kısacası etrafında bu kadar entrika dönmüş, bu kadar çirkinlik sergilenmişken, hiçbir şey olmamış gibi nerede kalmıştık diyerek devam etmek, o bakana hizmet etmek, her şeyden önce kendisine saygısı olan birisinin yapacağı iş değildi.

O güne kadar, maaşının dışında hiç bir geliri olmadan nasıl namusuyla yaşadıysa, bundan sonra da biraz eksilecek olan emekli maaşıyla yaşar, geçinip giderdi. Hiç, ama hiçbir şey onurundan daha önemli değildi.

Kararını verdi. Eşini aradı, ona da bildirdi.

Emekli dilekçesini yazarken, buruk bir huzur içindeydi.


Mustafa Tuğrul Turhan                                                     17.06.2011




   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder