24 Mayıs 2014 Cumartesi

CHP Başbakana Cumhurbaşkanlığı Yolunu Açıyor...

Biliyorum, kimilerine göre iktidar partisinden çok muhalefeti, özellikle de CHP’yi eleştiriyoruz...
Ama bu sadece zahiri bir görüntü...
Aslında CHP’nin şahsında, AKP’ye karşı nasıl bir muhalefet yapılması gerektiğine işaret ediyoruz...
Neler yapıldığında iktidar partisinin ekmeğine yağ sürüldüğünü, neler yapılırsa bunun tersinin olacağını yazıyoruz...
Kısacası, naçizane kendi değerlendirmelerimizi ortaya koyuyoruz...
*
Mesela, gel de yazma...
Soma’da meydana gelen maden faciasının daha dumanı tüterken, CHP genel başkanı KESK’i ziyaret edip “nasıl bir cumhurbaşkanı istiyorsunuz” diyerek, belki de ilk kez gündemi değiştirmeyi başarıyor...
Kutlamak gerek...
Bu adımıyla iktidar partisini ve başbakanı ve bazı bakanları düştükleri zor durumdan kurtarmış oluyor...
*
Bugün de İstanbul da şu bir zamanların ünlü ithal bakanı Kemal Derviş ile görüşüyor...
Gazetecilerin kendisine yönelttiği “Kemal Derviş Cumhurbaşkanı adaylığı açısından sizin için uygun mu?" Şeklindeki soruya  "Niçin olmasın" şeklinde yanıt veriyor...
İşte bu...
İnsan söyleyecek söz bulmakta zorlanıyor...
Ankara Büyükşehir Belediyesi için aday belirlerken merkez sağ ve MHP’den de oy alabilecek bir aday arayışına giren ve adayını böyle bir anlayışla belirleyen CHP, şimdi iki turlu cumhurbaşkanlığı seçiminde tam tersini yapıyor...
*
Kim bu Kemal Derviş?
Anavatan, DSP ve MHP hükümetinde Truva atı gibi bakanlık yapıp, AKP’nin iktidar olduğu erken seçime giden yolu açan girişimleriyle hükümetin sona ermesinde fiilen rolü olan ve ardından İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan ile parti kurmaya kalkan, sonra onları yarı yolda bırakıp CHP’ye geçen ve nihayet her şeyi bırakıp ABD’ye giden karanlık isim değil mi?
Öyleyse bırak aday yapmayı, görüşmek bile başlı başına hata...
Seçim ikinci tura kalırsa sen bu adayla mı MHP’den ve merkez sağdan oy alacaksın?..
Gülerler adama!..
*
Bitti mi, hayır!..
Cumhurbaşkanlığı için CHP kulislerinde başka isimlerde de dolaşıyor..
Onlar da birbirinden ilginç...
Birisi Deniz Baykal...
Diğeri, Yılmaz Büyükerşen...
Bir diğer Metin Feyzioğlu...
Açık söylemek gerekirse, "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" dedirtecek isimler bunlar...
Niye mi?
Çünkü bir taraftan “Biz kim olacağının yerine cumhurbaşkanı nasıl birisi olması lazım, nitelikleri önemli. Herkesi kucaklayacak bir profil çizmeliyiz" deniliyor, diğer taraftan herkesi kucaklamak noktasında partili olmaları nedeniyle sıkıntı yaşanacak isimler telaffuz ediliyor...
*
Öyle anlaşılıyor ki, CHP yine hayal dünyasında yolculuk ediyor...
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı adayını belirlerken izlediği stratejiyi, asıl cumhurbaşkanlığı seçimimde uygulaması gerekirken...
Parti gurubu,“Çatı adaya” karşı çıkıyor...
Deyim yerindeyse, bir kez daha kendi ayağına sıkıyor...
Başbakana cumhurbaşkanlığı yolunu açıyor...

Mustafa Tuğrul Turhan



19 Mayıs 2014 Pazartesi

Gaz Alma...

Onlarca savcı görevlendirildi...
Tamam, şimdi bulurlar suçluyu...
Şıp diye, elleriyle koymuş gibi...
*
Bak, nitekim daha dün yirmi beş kişiyi gözaltına aldılar...
Bugün beş kişiyi tutukladılar bile...
Beş şüpheli...
Bunlardan biri de Yönetim Kurulu Başkanı Alp Gürkan’ın oğlu, Can Gürkan...
Üzerlerine atılı olan suç, "taksirle birden fazla kişinin ölüm ve yaralanmasına yol açmak."
*
Taksirle ama...
Türkçesi, kusurla, dikkatsizlikle, kazara...
Kasıt yok!
*
Taksirle ölüme neden olma suçunun Türk Ceza Kanunundaki cezası, 2 yıldan başlıyor, 6 yıla kadar gidiyor...
İyi hal filan derken ceza, sözde hakimin takdirine göre değişiyor...
Ama gel gör ki, aslında cezayı hakim değil,  “taksir” var ya “taksir”, işte o belirliyor...
*
Aynı kanunun 50. Maddesinin 4. Bendinde aynen “Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz.” Deniliyor...
Nedir diğer koşullar?
“Suçlunun kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlık ve suçun işlenmesindeki özellikler”...
*
Var mı?
Var...
E o zaman ceza da belli...
Para...
O da var mı?
Hem de gani!
Ver kurtul...
*
O zaman bu tutuklamalar neyin nesi?
Gaz alma...
Var mı ötesi?

Mustafa Tuğrul Turhan










Özelleştirme ve Gerçekler... (Analiz)

Son yaşadığımız Soma’daki maden faciası da bir kez göstermiştir ki, kamuoyunun bir bölümünde kamu işletmelerinin özelleştirilmesiyle ilgili yanlış bir algı bulunmaktadır...
Bu algı, özelleştirme işlerinin AKP iktidarı döneminde başlamış olduğu ve kamu malları özel sektöre peşkeş çekildiği şeklinde ortaya çıkmaktadır...
*
Bu konu, iktidar ve muhalefet partilerinin gerçek yüzlerinin görülmesi ve halkın doğru bilgilendirilmesi bakımından üzerinde durulmaya değer niteliktedir...
Başlı başına bir analize ihtiyaç göstermektedir...
*
Bugün basında yer alan ilginç bir haber de bu gerekliliği ortaya koymaktadır...
Öğrenildiğine göre, Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesince, Soma Kömür İşletmeleri maden ocağında yaşanan facia ile ilgili olarak, TMMOB Disiplin Yönetmeliğinin 9. Maddesi (b) bendinde belirtilen “kamuya, halka, üçüncü şahıslara zarar vermek” suçlarını işlediği gerekçesiyle, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın, meslekten men edilmesi için odanın Onur Kurulu’na başvuru yapılmıştır...
*
Oda, bu girişimi için iki gerekçe göstermektedir...
Bunlardan birincisi, “Neoliberal devlet politikalarını uygulamaya sokarak, kamusal denetimin yeterli ve etkin bir biçimde yapılmasını engelleyen yasa ve yönetmeliklerin çıkarılmasında,  özelleştirme ve taşeronlaşma uygulamalarının önünü açarak kamu madenciliğini küçülten politikaların hayata geçirilmesinde ve yüzlerce insanımızın ölümüne neden olan bu facianın oluşmasında  etkin rol oynayarak bulunduğu konumu kötüye kullanmak”,
İkincisi de, henüz teknik bir heyet inceleme yapmamışken, bilimsel veriler değerlendirilmeden facianın trafo patlamasından gerçekleştiği bilgisini kamuoyuyla paylaşarak kamuoyunu yanlış yönlendirmek.” Şeklindedir...
*
Böylesine ciddi bir faciada, kamuoyu açıklama beklerken bir bakanın teknik inceleme yapılmamış olsa da diğer yetkililerce kendisine intikal ettirilen bilgilere dayanarak açıklama yapmasının, kasıtlı ve bilinçli bir davranış olarak değerlendirilmesi hakkaniyetle ve hukukla ne kadar bağdaşacağını bir tarafa koyup, yukarıda sözü edilen kamuoyundaki yanlış algının bir versiyonu niteliğinde olan ilk gerekçe vesilesiyle özelleştirme meselesine bakmakta yarar bulunmaktadır...
*
Öncelikle belirmek gerekir ki, Elektrik Mühendisleri Odasının gerekçesinde belirtilen, neoliberal politikaların sadece AKP tarafından benimsendiğini, muhalefet partilerinin buna karşı olduğunu söylemek mümkün değildir...
Bu anlamda iktidar ve muhalefetin birbirinden farkının bulunmadığı açıkça ortaya konulmalıdır...
*
Özelleştirme ve “taşeronlaşma” meselelerinin de salt AKP’ye mal edilmesi gerçeklerle bağdaşmamaktadır...
Özelleştirmeye AKP programında,“Özelleştirme daha rasyonel bir ekonomik yapının oluşması için önemlidir. Özelleştirme, ekonomide verimi arttırmayı, devleti tam rekabet ortamını bozabilecek faaliyetlerden çıkarmayı sağlayacak bir uygulamadır.”denilerek, yer verilmektedir...
CHP programında da özelleştirme, “CHP “Kamu Girişimciliğine” veya “Özelleştirmeye” ideolojik olarak bakmamaktadır. CHP için özelleştirme bir amaç değildir. Ülke ekonomisinin koşul ve ihtiyacına, ilgili sektörün ve kuruluşun niteliğine göre kullanılması gereken bir araçtır.” Şeklinde yer almaktadır...
Yani CHP’de programında farklı yaklaşıyormuş görüntüsü vermeye çalışsa da özelleştirmeye karşı bir anlayış içinde değildir...
Keza MHP içinde aynı değerlendirmeyi yapmak yanlış olmayacaktır...
Zira özelleştirme ile ilgili olarak, MHP programında da “özelleştirmede amaç, devletin ekonomiye doğrudan müdahalesinin sınırlandırılması, verimliliğin artırılması, ekonomide rekabet ortamının tesisi, kamu maliyesi üzerindeki yükün hafifletilerek kaynakların etkin kullanılması, üretim ve istihdam artışı sağlanması, teknoloji transferi ve ihracat kapasitesinin geliştirilmesi, sermayenin tabana yayılmasıdır.” Denilmektedir.
*
Özelleştirme meselesinin sadece AKP’nin savunduğu ve uyguladığı bir ekonomi politikası aracı olmadığı AKP iktidarından önceki hükümetlerin programlarına bakıldığında da açıkça görülmektedir...
Turgut Özal döneminde hızla çıkartılan özelleştirmenin alt yapısı niteliğindeki yasalar dayanak yapılarak özelleştirmenin hedeflendiği, Özal’dan sonraki DYP – SHP ve DYP-CHP koalisyon hükümetlerinin programında somut olarak yer almaktadır...
*
Özelleştirme, Süleyman Demirel başkanlığında kurulan ve Erdal İnönü’nün Başbakan Yardımcısı olduğu 49. Hükümetin programında,
KİT ler politik ve bürokratik müdahalelerin dışına çıkarak, kendi organları kanallarıyla iyi ve profesyonel bir yönetime kavuşturulacaktır. Bu kapsamda KİT’ ler özerkleştirilerek özel bir statüye kavuşturulacak ve bünyelerinde genel kurul, yönetim kurulu ve bunlara sorumlu icra organları oluşturulacaktır. KİT reformunun temel stratejisi etkin bir yönetim için yeniden yapılanmaktadır.
Yeniden yapılanma özerkleştirme yanında özelleştirmeyi de kapsayacaktır. Ancak, özelleştirme bir amaç değil, bir araç olarak kullanılacaktır. Yani,“Her ne pahasına olursa olsun özelleştirme” veya bütçeye gelir sağlamak değil, ekonomide verimin ve rekabetin arttırılması temel amaç olacaktır.
Özelleştirme, özel kurumlar tarafından önceden saptanmış hazır modeller yerine, her kuruluşun imkan ve ihtiyaçlarına uyan yöntemlerle uygulanacaktır.” Şeklinde,
Tansu Çiller başkanlığında kurulan, Erdal İnönü’nün Başbakan Yardımcısı olduğu ve Murat Karayalçın ile Hikmet Çetin’in de bakan olarak yer aldığı 50. Hükümetin programında,
“KİT'ler, bağlı ortaklıklar, devlet iştirakleri, genel bütçeye dahil İktisadi kuruluşların süratle özelleştirilmeleri yoluna gidilecektir. KİT'lerin,
sermaye piyasalarının getirdiği tüm yeniliklerden etkin bir şekilde yararlanmaları için, bu konuda bilgi sahibi olmaları sağlanacaktır.
KİT reformu programı yaygın ve hızlı özelleştirme programı ile birlikte yürürlüğe konulacaktır. Sürekli zarar eden ve özelleştirilmeleri
mümkün olmayan kuruluşların, tamamen veya kısmen tasfiyeleri söz konusu olabilecektir.” Şeklinde,
*
Yine Tansu Çiller’in başkanlığında kurulan ve Deniz Baykal’ın Başbakan Yardımcısı olduğu 52. Hükümetin programında,
Hükümet, dünya piyasalarına entegrasyon ve Avrupa Birliği’ ne tam Üyelik doğrultusunda ekonomide verimliliğin artırılması, örgütlü ve rekabetçi çevre koşullarına duyarlı serbest pazar koşullarının sağlanması gayretlerini kararlılıkla sürdürecektir.
52. Hükümet, bu anlayışta, özelleştirme uygulamalarında devletin ve toplumun ortak yararlarının gözetilmesine, tekelleşmenin önlenmesine özen gösterecektir. Özelleştirme uygulamalarında temel ilke, “şeffaflılık” olacaktır.
Yıllardır üzerinde uğraşılan Yap-İşlet-Devret modelini sağlam bir hukuki tabana oturtmak ve önemli projeleri bütçe dışı imkanlarla, özel kesim eliyle gerçekleştirebilmek amacıyla gerekli olan mevzuat düzenlemeleri, 1994 yılı itibariyle tamamlanmış ve yürürlüğe konulmuştur.” Şeklinde ve deTurgut Özal döneminde çıkartılan Yap İşlet Devret yasalarına da sahip çıkılarak,
*
Ve Bülent Ecevit başkanlığında DSP-MHP-ANAP koalisyonuyla kurulan 57. Hükümetin programında da,
Özelleştirme konusunda uzun süredir yürütülen uygulamalara karşın istenilen doyurucu sonucun alınamaması bu konuda yeni strateji belirlenmesini zorunlu kılmaktadır.
Hükümetimiz, özelleştirmenin kamuoyuna güven veren, şeffaf ve kamu yararını gözeten bir biçimde hızla yapılmasını sağlayacaktır. Özelleştirme uygulamalarında iş güvencesi özenle gözetilecek, sermayenin tabana yayılması amacıyla halka arz yöntemine de önem verilecektir.” Şeklinde yer almaktadır...
*
Hal böyle olunca özelleştirme konusunda parlamentodaki partilerin birbirlerine söyleyecek sözünü olamayacağı ortadadır...
*
Taşeronlaşma denilen uygulamaysa, yine ta, Turgut Özal döneminde çıkarılan Maden Kanunu ve Yönetmeliğiyle uygulamaya konulan Rödövans modelinin, yani, işletmenin belli bir gelir payı  karşılığında işletme iznini bir başkasına devretmesi, bir başka deyişle kiralamasıdır ki, yılardan bu yana devam ede gelmektedir...
*
12 yıldır iktidarda olan AKP’nin yaptığı, yeni bir iş değil, özelleştirme ile ilgili olup 1994-1995’li yıllardan gelen yasaları kısmen "tadil ederek" de olsa hayata geçirmektir...
*
Denilebilir ki, “efendim tamam da AKP kamu mallarını yabancılar ve de ucuza satmıştır; peşkeş çekmiştir.”
Ancak bu, doğru olmakla birlikte ayrı bir değerlendirme konusudur...
Zira CHP ve MHP tek başına iktidar olmadıkları ve ortağı oldukları koalisyon hükümetlerinin ömürleri kısa sürdüğü için özelleştirme uygulamalarını nasıl yapacakları bilinmemektedir...
Bir konunun parti programda yazılış biçiminin ayrı, uygulaman nasıl yapılacağının, nasıl tezahür edeceğinin ise ayrı konular olduğu çok açıktır...
O nedenle, "yok muhalefet partileri çok dürüst uygulamalar yapardı" demek, bir peşin hüküm olacaktır ki, muhalefet partilerinin elinde olan kimi belediyelerdeki icraatlarının AKP belediyelerinden pek de farklı olmaması karşısında bunu söylemek kolay da değildir... 
*
Dolayısıyla, özelleştirmelerin ve versiyonlarının yegane sorumlusu olarak, AKP’nin görülüp gösterilmesi doğru bir değerlendirme olmayacaktır...
Muhalefet partileri, kendilerini sureti haktan gösterip programlarına yazdıkları ve ortağı oldukları koalisyonların programlarında imzaladıkları özelleştirmelere karşılarmış gibi görünmeye çalışmaktan vazgeçmeli halka gerçekleri söylemelidir...
Çünkü bir gün kazara iktidar olduklarında özelleştirme konusunda gerçek yüzleri nasıl olsa ortaya çıkacaktır...
*
Ve nihayet kamuoyu da, iktidar partisi karşısında umut bağladığı muhalefet partilerinin gerçek yüzlerini artık görmeli, onları salt üst yapı ölçütleriyle değil, ekonomi politikaları itibariyle de değerlendirmeli, söylemleri değişik olsa da aslında kapitalist sistem uygulamaları açısından hiçbir farklılıklarının olmadığını kavramalıdır...
Unutulmamalı ki, emekçilerin gerçek kurtuluşu, bunun yapılabildiği gün başlayacaktır...

Mustafa Tuğrul Turhan


18 Mayıs 2014 Pazar

İnsan Değeri Ne Zaman Bilinmeli?...

Gazetelerde günlerdir boy boy başsağlığı ilanları yayımlanıyor...
Çoğu, acının rengine bürünmüş...
Yazılar siyah zemin üzerinde...
*
Yerin metrelerce altında yaşamını kaybeden işçilerin bir aylık gelirlerini verseler de kapısının önünden bile geçemeyecekleri, İstanbul’un ünlü gece kulüplerinin...
Çocuklarını asla ve asla gönderemeyecekleri özel üniversitelerin...
Hiçbir zaman tasarruf mevduatı hesabı açamayacakları, ancak ve ancak yüksek faizle kredi borçlanması yapabilecekleri bankaların...
Bırakın çocuklarının düğünlerini yapmayı, ömürleri boyunca bir gece yatamayacakları beş yıldızlı otellerin...
Kendi karınlarını zor doyurduklarından,  hiçbir zaman sahip olmayacakları cins evcil hayvanlar için mamalar satan pet shopların...
Kendi işçisine üç kuruş zam yaparken elleri titreyen kuruluşların, patronların...
Pahalı İlanları dikkat çekiyor...
*
Yaşarken akıllara bile gelmeyen insanların ölümlerinden sonra verilen bu ilanlar, bir kederli gün dayanışmasıymış gibi görünse de, aslında acı bir gülümsemeye vesile olmaktan başka bir anlam ifade etmiyor...
*
Kimileri de, bu gibi felaketlerden sonra hep yaptıkları gibi hiç zaman kaybetmeden, Soma için yardım konserleri, futbol maçları ve benzer etkinlikler düzenlemeye soyunuyor...
Bunlara göre, insanlar maç izlemeden, şarkı dinlemeden, doğrudan yardım ve bağış yapamıyor...
*
Futbol kulüpleri ortaya atılıyor, yabancı transferlerden ünlü bir futbolcunun ne kadar bağış yaptığı, Arda’nın son maçına üzgün çıkacağı ballandırıla ballandırıla günlerdir yazılıyor...
İlanlar, reklamlara dönüyor...
*
Bugüne kadar bu işler hep böyle, “cenaze kamberi” havasında yapıldığı, inandırıcılığının olmadığı ve her şey üç gün sonra unutulduğu için felaketlerin bir türlü sonunun gelmediği ne yazık ki yine fark edilmiyor...
*
Oysa insanın değerinin ölmeden önce bilinmesi gerekiyor...  
*
Bu nedenle, gelir dağılımın adaletli olması, kaliteli sağlık ve eğitim hizmetinden sadece parası olanların değil, herkesin eşit yararlanması, zengin ve yoksul ayrışmasının her geçen gün daha da keskinleşmesinin önüne geçilmesi için mücadele edilmeden ölenlerin arkasından boy boy ilanlar verilmesinin, etkinlikler düzenlenmesinin ne derece samimi olduğunun sorgulanması kaçınılmaz oluyor...
*
Bu tablo bütün çıplaklığıyla ortada dururken ateşin, bir kez daha düştüğü yeri yakacağı gerçeği çok net görülüyor...

Mustafa Tuğrul Turhan





2 Mayıs 2014 Cuma

Yerel Basın ve Kitle Örgütlerinin Sorumluluğu...

“Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” bir roman ismidir aslında...
Ama çoğu zaman, değişmeyen durumları ve alışkanlıkları anlatmak için de kullanılır...
Çayyolu’nda yerleşik kimi dernek ve yerel yayın organının; hep yaptıkları gibi şimdi de yeni bağlanılan Çankaya Belediyesine ve onun çiçeği burnunda başkanına övgüler dizme yarışına girmesi bu sözü akıllara getirmektedir...
*
Anlayacağınız,  Çayyolu’nda değişen bir şey yoktur!...
Malum çevreler için dünya Çankaya ve Çankaya da Çayyolu’ndan ibarettir...
Bunun sonucudur ki, onlar için Çankaya’nın belediye başkanıyla, o başkanın bağlı olduğu partisinin ilçe başkanıyla yakınmış gibi görünmek, aynı fotoğraf karesinde yer almak büyük marifettir...
Çok önemlidir!...
Sanki böyle olunca sırtları yere gelmeyecektir...
Hep başkalarından daha önde ve gözde olacaklardır...
*
Geçmişte Yenimahalle Belediyesine yakın olmak için verilen mücadele, bugünlerde de Çankaya için verilmektedir...
Tarih tekerrür ederse eğer, kimileri muradına erip belediye ile “iyi” ve “verimli” ilişkiler içine girecek, kimileri de, “cicim ayları” geçtikten sonra işler istenildiği gibi yürümezse, Çankaya belediyesini eleştirmeye başlayacaktır...
Bu gibilerin var olmaları adeta yerel belediye ile ilişkilerinin seviyesine bağlıdır...
*
Daha düne kadar bölgede onca olumsuzluk olduğunu söyleyenlerin, Yenimahalle Belediyesi bölgeden resmen ayrıldıktan sonra birden bire her şeyi güllük gülistanlık gösterme çabası, ibretlik örneklerin başında gelmektedir...
Keza, dün Yenimahalle Belediyesi ile sıkı fıkı ilişkiler içinde olup, belediyenin himayesinde maddi manevi bir çok imkana sahip olanların, bugün Yenimahalle Belediyesine vefa göstermek şöyle dursun, Çankaya Belediyesi ile aynı ilişkileri kurmak için gayret göstermeleri de ders çıkarılacak bir başka örnektir...
*
Ülke genelinde olduğu gibi Çayyolu’nda da sosyal ve siyasal yaşamın önde gelen aktörleri, demokratik kitle örgütleri ve yerel basındır...
Bunların, bir yandan belediyenin gözüne girmek için adeta “takla atarken” diğer yandan, Çayyolu’nun giderek bozulduğundan ve artık eskisi gibi halkın sorunlara sahip çıkmayarak, birçok olumsuz gelişmeye tepkisiz kaldığından söz etmeye ve o halka “önderlik” etmeye hakları olmayacaktır...
*
Oysa yerelde de olsa, genelde de olsa demokratik kitle örgütleri ve basının güçlü olması, bağımsız ve özgür olmalarına bağlıdır...
Öyleyse bu kuruluşlarca, kamu hizmeti vermekle yükümlü olan bir belediyeye, salt siyasal olarak aynı çizgide olunduğu veya oportünist bir anlayışla kısa vadeli “çıkarlar” peşinde koşulduğu için övgüler dizilmemeli, tersine mesafeli durulup, hizmetin aksaması durumunda veya başka bir olumsuzluğun ortaya çıkması halinde eleştirileceği açıkça hissettirilmelidir...
*
Başta imar işleri olmak üzere her türlü yolsuzluk ve usulsüzlüğün en çok yerel yönetimlerde olduğu gözetildiğinde bunun böyle olması gerektiği açıktır...
Aksi ciddi ve ağır bir sorumluluk üstlenmek olacaktır...

Mustafa Tuğrul Turhan