10 Aralık 2016 Cumartesi




SİLİSYUM DİOKSİT...  (Bürokrasi Anıları)



Çanakkale Valiliğinden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına gönderilen yazıda, Bakanlığın Maden Dairesince verilen arama ruhsatlarına dayanılarak, Biga ilçesi açıklarında deniz içinde silisyum dioksit arandığı görüntüsü verilip, deniz kumu çıkarıldığı ve yürürlükteki Maden Yasasına göre, arama safhasında bulunan cevherin %10’unun ticari olarak değerlendirilebilecek olmasından da yararlanılmak suretiyle çıkarılan deniz kumların, İstanbul piyasasında inşaat kumu olarak satıldığı, bu hukuk dışı faaliyetlerin çevreye önemli ölçüde zarar verdiği ve ekolojik yapıyı tamamen tahrip ettiği belirtilip gereğinin yapılması arz ve talep ediliyordu.

Konu, Bakan tarafından Teftiş Kurulu Başkanlığımıza gereği yapılmak üzere havale edilince, incelenmesi ve gerekirse soruşturulması için Başmüfettişliğimin uhdesine verilmiş ve işin yürütülmesinde benimle birlikte çalışmak üzere bir de müfettiş görevlendirilmişti.

İlk değerlendirmelerden ortaya çıkan plana göre, inceleme konumuz, Biga sahilleri ve açıklarında maden araması yapmak üzere verilen ruhsatlara dayanılarak yürütülen faaliyetlerin gerçekten silisyum dioksit bulmaya yönelik olup olmadığının, denizden çıkarılan kumların İnşaat kumu olarak kullanılıp kullanılmadığının ortaya konulmasıydı.

Buna netlik kazandırdıktan sonra duruma göre soruşturma aşamasına geçecektik. Bu nedenle, öncelikle konuyu mevzuat açısından incelemiş ve ilgililerden de uygulamanın nasıl yürütüldüğüne ilişkin bilgiler almıştık. Silisyum Dioksit, doğada kum içinde bulunan ve gerekli elemelerden sonra elde edilerek cam imalatında ham madde olarak kullanılan cevher’in adıydı. Gerçekten de son yıllarda deniz içinde koordinatlar belirtilerek verilen ruhsatlara istinaden birçok bölgede silisyum dioksit arama faaliyeti yürütülmekte ve bunların denetimleri, gerekli teşkilatı bulunmayan Valiliklerce yapılamamaktaydı. Kaldı ki, bu faaliyeti yapanların sadece ruhsatlarında yazan koordinatlar içinde çalıştıklarını ve silisyum dioksit bulduklarını sürekli olarak kim nasıl denetleyebilirdi ki?. Açık denizleri de kapsayacak şekilde arama ruhsatı verilmesiyle zaten her şey ruhsat sahibinin insafına bırakılmış olmuyor muydu? Yani iş, baştan yanlış görünüyordu.

O halde yapılması gereken ilk iş, şikayete konu ruhsat bölgesine, yani Biga açıklarına gidip, numune alarak analiz ettirmek ve gerçekten silisyum dioksit mi, yoksa adi deniz kumu mu çıkarıldığının ortaya konulması olacaktı.

Her ne kadar ruhsat dosyasında, koordinat sınırları içinde arama ve kısmen ön işletme faaliyetlerinin yürütülmesi için ruhsat düzenlenmesi aşamasında Maden Dairesi Başkanlığınca mahalline teknik bir heyet gönderildiğine ve bu heyetçe denizden alınan kum numunelerinin, Maden Tetkik Arama Enstitüsünde (MTA) yaptırılan analizlerinde, silisyum dioksit bulunduğunun belirlenmesi üzerine ruhsat düzenlendiğine dair raporlar ve bilgiler olsa da, Çanakkale Valiliğinin yazısında, silisyum dioksit var denilerek çıkarılan kumların İstanbul’da inşaat kumu olarak satıldığının belirtilmesi dikkat alındığında, müfettişliğimizce de yeniden numune alınıp analiz ettirilerek, deniz kumunda silisyum dioksit olduğunun ve dosyada bulunan bu yöndeki bilgilerin teyit edilmesi gerekiyordu.

Şayet silisyum dioksit belirlenirse, ruhsat alanı içinde madencilik faaliyetinin yürütülmesinde mevzuata ve dolayısıyla hukuka aykırı bir durum olmadığı sonucuna ulaşacak, aksi haldeyse, soruşturmayı derinleştirecektik.

*
Bu amaçla, bir taraftan ruhsat sahibi Harun Ay’ın İstanbul’daki adresine yazılı bir bildirim yaparak, belirttiğimiz günde, kum çıkartmakta kullandığı gemilerinden birisi ile birlikte Biga Liman Müdürlüğünde olmasını istemiş, bir taraftan da daha önce mahalline gidip, numune alarak analiz ettirdikten sonra silisyum çıkarıldığına dair rapor düzenleyerek Harun Ay’a ruhsat verilmesini sağlayan, Maden Dairesinde görevli 3 mühendise bu seyahatte bize eşlik etmelerini yine yazılı olarak bildirmiş, bununla yetinmeyip, dosyada imzası bulunan bu mühendislerden başka, Maden Dairesinde çalışmakta olan bir maden ve bir jeoloji mühendisini daha objektif bir inceleme yapılması için heyetimize dahil etmiştik.

Amacımız, oluşturduğumuz teknik heyetteki grevlilerin, hem ruhsatın verilmesini sağlayan numunenin, nereden nasıl aldıklarına ilişkin olarak yapacağımız tatbikata eşlik etmelerini,  hem de bizim numune almamıza şahitlik etmelerini sağlayarak, bizim yaptıracağımız analiz sonuçlarının farklı çıkması halinde herhangi bir itiraza meydan bırakmamaktı.

Böyle kalabalık sayılacak bir ekiple Biga da nerede kalabileceğimizi bilmediğimiz için, aynı zamanda mahalline gidişi gelişlerimizde kullanabilecek bir araç da alabileceğimizi düşünerek, Bakanlığımızın ilgili kuruluşu Türkiye Kömür İşletmeleri’nin (TKİ) Çan işletmesine ait misafirhanede yer ayırtmış ve yorucu bir otobüs yolculuğunun ardından hep birlikte Çan’a gelmiştik. O gece istirahat edecek ve ertesi sabah saat 10.00 da Biga Limanı Müdürlüğünde Harun Ay ile buluşup, denizden numune alacaktık.

TKİ İşletme Müdürünün o gece bizim için verdiği yemekte, mühendislerin hiç tatlarının olmadığını, huzursuz olduklarını fark ettim ve bu izlenimimi diğer müfettiş arkadaşımla paylaştım.

Geç saatte odalarımıza çekildikten sonra birden rahatsızlandım. Üzerime şiddetli bir üşüme geldi, sıtmaya tutulmuş gibi tir, tir titremeye başladım. Ağustos ayında olmamıza rağmen, pike yedek battaniye ne varsa üstüme örterek hemen yatağa girdiysem de titremem bir türlü geçmedi, hatta giderek daha da arttı. İç çamaşırlarım ve pijamam su içindeydi. Bir şeyler yapmalıydım, ama yerimden kalkamıyordum. Bir süre öylece yattıktan sonra zorlukla kalkıp, müfettiş arkadaşımın kaldığı odanın kapısını çalıp ve bana hiç değilse bir aspirin bulmasını istedim. Bir süre sonra bulup getirdiği aspirini içip çamaşırlarımı da değiştirdikten sonra yeniden yattığımda gün aydınlanmaya başlamıştı. Gece boyunca terlemem devam ettiği ve adeta kabuslar görerek uyumaya çalıştığım için, sabah kahvaltı salonuna indiğimde son derece bitkindim. Fakat randevuya da mutlaka gitmemiz gerektiğinden, iştahsız da olsam zorla bir şeyler yedim ve ekiple beraber, işletmeden bize tahsis edilen pikaba atlayıp yola koyuldum.

*
Karabiga’ya varır varmaz doğruca liman işletmesi müdürlüğüne giderek, bakanlık müfettişleri ile randevusu olduğunu söyleyen birilerinin gelip, gelmediğini sorduk. Daha randevu saatimize beş, on dakika olmasına rağmen Liman Müdürü, iki kişinin geldiğini bizleri sorup, gelmemişler diyerek gittiği söylediğinde bu işte bir gariplik olduğunu fark ettim. Adamlar onlarsa ve samimi olarak gelmişlerse, neden beklemeden gitmiş olabilirdi. Muhtemelen, ya biz geldik, ama siz yoktunuz demek için erkenden gelmiş ve hemen ayrılmış olabilirlerdi; ya da Liman Müdürü ile anlaşmış, yalan söyletmişlerdi.

Beklemediğim bu gelişme üzerine liman müdürüne; “biz buradayız, bir saat sonra tekrar geleceğiz, gelirlerse mutlaka beklesinler yoksa gereğini yaparız dedikten sonra yanından ayrıldım.

Çaresiz ruhsat sahibini beklemek için sahildeki çay bahçelerinden birine oturmaya gittik. Liman müdürünün hal ve hareketleri hiç güven vermemişti. Onun için, gereğini yaparız diyerek imalı bir tehdit mesajı bırakmaya gerek görmüştüm. Gereği neyse artık, o düşünsündü!.

Yaklaşık bir saat sonra tekrar liman işletmesinin önüne tekrar geldiğimizde, birisi göbekli, saçları usturaya vurulmuş, bakışı ve duruşu ile mafya babası görünümünde olan, diğeri,  zayıf, kara kuru, siyah takım elbisesi içinde mafya babasının tetikçisi gibi görünen iki kişi, ön iki kapısı açık İstanbul plakalı lüks bir Mersedes otomobilin yanında bekliyordu.

Mafya babası görünümünde olanı, müfettiş bey biz geldik diyerek elini uzatıp adını söylediğinde uzaktan yaptığım tahmin doğru çıkmıştı. Evet, bu ruhsat sahibi Harun Ay’dı.

Bu adamlar sabah neden gitmişler ve neden geri dönmüşlerdi. Acaba, benim durumdan kuşkulanmam üzerine Liman Müdürüne yaptığım blöf mü etkili olmuştu? Her neyse, sonuçta aradığımız adamlar karşımızdaydı.

Usulen yapılan bir merhaba ve tanışma faslından sonra denize açılıp numune alacağımız gemiyi sorduğumda Harun Ay, İstanbul’dan yola çıktığını, gelmek üzere olduğunu söyledi ve ardından, gemiyi beklerken sahildeki restoranlardan birisine öğle yemeği yemeyi önerdi. Vakit gerçekten öğle olduğundan ve tek başıma olmadığımdan arkadaşların eğiliminin de bu yönde olduğunu görüp, teklifi kabul ettim.

Restorana oturulduğunda, kalabalık taraf bizim ekip olduğu için hesapları bizim vermemiz gerektiğini düşünüp, ona göre davranırken, yemeklerin sipariş aşamasında Harun Ay, kimin ne içeceğini sorup, denize doğru rakının iyi gideceğini söyleyiverdi. Tam, ekipten bazı arkadaşlar bu teklife olumlu yanıt verecekken, hemen devreye girerek, biz memuruz mesai saatleri içinde içki içmeyiz diyerek önlerini kestim. Harun Ay, canım ne var bir dubleden ne çıkar falan dediyse de, benim olduğum masada memurlar içemez diye sert çıkarak kesin tavrımı belli edip noktayı koydum.

Harun Ay, bozuntuya vermeden ve utanma belasına bir duble rakı içtiyse de, hepimiz su veya kola içtik.

Yemek biteli epey bir zaman geçmesine karşılık, az sonra gelir denilen gemiden haber çıkmamıştı. Bir duble içip gevşemiş olan Harun Ay’e gemiyi sorduğumda, biraz fırtına olduğunu ve muhtemelen bu nedenle gelemediğini söyledi. Oysa ki, aylardan Ağustos’tu ve geminin geleceği deniz, bir iç deniz olan Marmara idi. Olur mu, falan dediysem de saatler geçmiş, zaten denize açılıp numune almak için de çok geç olmuştu.

Restorandan kalktığımızda ben, Harun Ay’a, ertesi sabah gemiyi mutlaka getirmesini sert bir üslupla tembih ettikten sonra Çan’daki TKİ misafirhanesine hareket etmek üzereyken o, lüks mersedesinin kapısını açıp, sahte bir kibarlık içinde beni ve diğer müfettiş arkadaşımı, Çan’a arabasıyla bırakmayı teklif etti. Hiç tereddüt etmeden bu teklifi reddederken, gözüm mersedesin ön kapısının cebine görünmesi için özellikle konulmuş olduğunu düşündüğüm büyükçe bir tabancaya takıldı.

Harun Ay’ın bize gözdağı vermek adına, tabancasının özellikle görülmesi için aracına davet ettiğini düşünerek, bu gibi şeylerin bizi korkutmayacağını hissettirmek için, silahı işaret ederek, “ne o bununla kuş mu vuruyorsun” diye alaycı bir üslupla laf attım. Bu gibi durumlara çok alışkın ve silahı bilen biri havasıyla yaptığım bu çıkış, Harun’u şaşırtmıştı. Ne diyeceğini şöyle bir düşünür gibi oldu ve sonunda suçlu bir çocuk edasıyla,“yok efendim, bir iş adamı olarak sadece korunmak için” şeklinde bir açıklama yapmak zorunda kaldı.

*
Sabah, Çan’dan hareket edip, yeniden Karabiga Limanına geldiğimizde, ortalarda ne gemi, ne de Harun Aydemir vardı. Aslında bunun böyle olacağı dünden belliydi. Ama bazen ihtimal çok kuvvetli olsa da kesin tavır sergilemekte zorlanılıyordu insan. İşte burada da böyle olmuş, daha olayı yaşamadan, sen gemiyi yarın da getirmeyeceksin biliyorum diyememiştim. Zira bu, bir niyet okuma olacaktı. Ama artık, bu günden sonra niyet açıkça ortaya çıkmış olacağından açık tavır koymak için her şey müsaitti.

Öğleye doğru Harun geldi ve yine geminin gelmemesiyle ilgili bir sürü bahane uydurmaya başladı. Sözünü kararlı bir şekilde kestim ve o gün Karabiga’dan kiralamak için gemi bakacağımı, şayet bulamaz isem ertesi gün İstanbul’a geçip, ilgili Vali Yardımcısıyla görüşerek, kum işiyle uğraşanlardan bir gemi kiralaması için destek isteyeceğimi ve gelip o numuneyi mutlaka alacağımı, devletin kendisinden çok daha güçlü olduğunu, tüm bu işler için gereken finansmanı Madencilik Fonundan karşılatmaya yetkili olduğumu, işin sonunda silisyum dioksit adı altında adi kum ticareti yaptığının ortaya çıkması halinde, bu masrafları kendisine ödettireceğimi sert bir üslupla ifade ettim.

Gerçekten de bunları yapacaktım. Ne yani, kıçımıza bakarak geri dönecek değildik ya, devlet isek gereğini layıkıyla yapacaktık. Nitekim bu konuşmam üzerine ekipten bir mühendisin, Çanakkale Seramik fabrikalarının da bu civarda silisyum dioksit çıkarttığını ve bu iş için kullandıkları gemileri olduğunu söylemesi üzerine derhal Fabrikanın telefonlarını temin edip, yetkili kişiden gemiyi kullanmamıza izin vermeleri için ricada bulundum. Ne var ki, gemilerinin zincir ve kepçe donanımının, bizim numune alacağımız derinliğe ulaşacak uzunlukta olmadığını öğrendim.

Bu girişimimiz başarısızlıkla sonuçlansa da özünde faydalı olmuş, Harun Ay, bizim numune almakta kararlı olduğumuzu iyice anlamıştı. İşlerin giderek sarpa saracağını ve bizim sinirlenmeye başladığımızı fark etmiş olmalı ki, akşamüstüne doğru geminin ertesi sabah mutlaka limanda olacağına dair yeminler etti.  O gün için yapabileceğimiz başka bir şey olmadığından, sabah gelip bakacağımızı, limanda gemiyi görmezsek doğruca İstanbul’a geçeceğimizi söyleyip, Karabigadan ayrılıp misafirhaneye döndük.

*
Ertesi sabah erkenden Karabiga limanına geldiğimizde gördüğümüz manzara bizi kahkahaya boğdu. Limana yanaşmış olan büyük kum gemisinin güvertesinde Harun bir sağa bir sola volta atıyor, kabak kafası güneşten parıl, parıl parlıyordu.

Hiç vakit geçirmeden denize açılmıştık. Kaptan köşkündeki radardan bulunduğumuz yerin koordinatlarını ve derinliğini görebiliyorduk. Geminin teknik donanımı da oldukça iyi sayılırdı. Bir süre açıldıktan sonra numune almamız gereken koordinatların oluşturduğu bölgeye geldiğimizde, ben radarı kontrol amacıyla kaptan köşkünde kalırken, müfettiş arkadaşım mühendislerin usulüne uygun, çeyrekleme metoduyla numune alıp almadıklarını kontrol etmek için, kepçelerle kumun çıkarılıp döküleceği bölüme inmişti. Denizin yaklaşık kırk elli metre dibine inip çıkan kepçelerin ve büyük demir makaralara sarılan kalın zincirlerin çıkarttığı korkunç gürültüler arasında ilk kepçelerdeki kumlar dökülürken, müfettiş arkadaşım birden geminin korkuluklarına yaslanmış ve denize düşmesine ramak kalmış bir şekilde kusmaya başladı. Hemen aşağıya koştum, birkaç kişinin yardımıyla onu da kaptan köşküne getirdiğimde, rengi benzi sapsarıydı, deniz tutmuş olmalı diye düşünerek, istirahat etmesi için onu, kaptan köşkündeki kanepeye yatırdık.

O dakikadan sonra numunelerin alınmasının da, daha önce Maden Dairesinde görevli mühendislerce numune alınan koordinatlarda olduğumuzun kontrolü de bende oldu. Neyse ki, bundan başka bir olumsuzluk yaşamadan yeni numuneler alındı ve torbaların ağızları kırmızı mumla mühürlenerek bağlandı.

Her şey kuralına uygun yapılmıştı. Bundan sonrası daha kolaydı. Artık Ankara’da bu numuneler analiz ettirilecek ve çıkacak netice bundan sonra izleyeceğimiz yolu belli edecekti.

*

Ekiple birlikte Ankara’ya döndükten sonra getirdiğimiz numuneleri analiz edilmek üzere tutanakla MTA genel müdürlüğüne teslim ettik. Bir süre sonra verilen analiz raporlarından numunelerin silisyum dioksit içermediğini, adi deniz kumu olduğunu öğrendik.

Oysa Harun Ay'a, deniz kumunda silisyum dioksit var raporu ve bilgisi üzerine ruhsat verilmişti. Demek ki, bu doğru değildi ve gerçek Çanakkale Valiliğinin yazısında belirtildiği gibiydi; denizden silisyum dioksit bahanesiyle bildiğimiz adi deniz kumu çıkarılıp inşaatlarda kullanılıyordu. İşte bunu tespit ettikten sonra işimiz daha yeni başlamıştı. Çünkü bundan sonra sahada silisyum dioksit varmış gösterilen analiz raporunun MTA tarafından usulsüz olarak mı düzenlendiğini, yoksa sahadan alınmış numune gibi gösterilerek, MTA ya, başka bir yerden elde edilen silisyum dioksit örneklerinin mi verildiğini ortaya çıkartmak, suiistimalin kimlerin yaptığını aydınlatmak gerekecekti.

*
MTA da yapılan araştırmamızda, sahada silisyum dioksit olduğuna ilişkin analiz raporuna esas teşkil eden şahit numuneler olduğu söylenen bir torba içindeki silisyum dioksitler ele geçirmişsek de bu torbadakilerin gerçekten Karabigadan alınıp analize verilen örneklere mi ait olduğu, yoksa bizim soruşturma nedeniyle MTA’lıların kendilerini temize çıkartmak adına sonradan bir yerlerden getirttikleri silisyum dioksitler mi olduğunu anlayabilmemize olanak yoktu. Çünkü bunu ispatlayacak bir başka numune alma sistemi mevcut değildi. Kaldı ki, bu suiistimali MTA laboratuarlarında yapılmış olsa, bizim verdiğimiz numuneler için de silisyum dioksit içeriyor raporunun verilir ve işin açığa çıkmasının önüne geçilebilirdi.

Hal böyle olunca, kuşkularımız sahadan numune almaya gitmiş olan ekibin, numune almadan bir başka yerden getirilmiş hazır silisyum dioksit örneklerini MTA’ya vermiş olabileceği olasılığı üzerinde yoğunlaştı. Öncelikle bu hususu sahadan numune almış olan ekipteki mühendislere ve topografa sormak istedik ve ağız birliği yapmalarını önlemek için, hepsini bir odaya topladıktan ve başlarına bir memur görevli koyduktan sonra tek, tek görüşüp ifadelerini almaya başladık.

Yazılı olarak ifadesini aldığımız kişiyi diğerleriyle görüştürmeden gönderip, bir diğerini ifadeye çağırdık. Böyle yapınca, bir diğerinin ne cevap verdiğini bilmeyen ekip elemanları, detay sorulara çelişkili cevaplar verdi ve ortaya birbirinden farklı üç ifade çıktı.

Aslında, üçünün de daha önceden çalıştıkları, muhtemel sorulara nasıl cevap verecekleri konusunda hazırlık yaptıkları her hallerinden ve verdikleri ifadelerinden belli olmuyor değildi. Ancak, daha önce çalışmadıkları akıllarına getirmedikleri, numune almak için Karabigaya hangi güzergahtan gittikleri, numune almaya hangi gemiyle çıktıkları gibi detay sorularda bocalayıp farklı yanıtlar verdiler. Mesela üçü de sahadan numune almak için denize açıldıkları geminin adının “Kısmetim 1” olduğunu söyledi ama, denize hangi noktadan açıldıkları konusunda çuvalladı. Birisi Karabiga dedi, birisi başka bir liman ismi verip oradan açıldıklarını ve denizden numune aldıktan sonra tekrar oraya döndüklerini, Karabiga’ya hiç uğramadıklarını söyledi, birisi, nereden çıktıklarını hiç hatırlamadı. Keza, numuneyi MTA'ya kimin verdiğine ilişkin olarak, üçü de çelişkili cevaplar verdi.

Özellikle geminin çıkış yaptığı ve döndüğü limana ilişkin çelişkili ifadeler,  bizi ister istemez ismi Kısmetim 1 olarak verilen geminin o günlerdeki rotasının ve bulunduğu limanların araştırılmasına yöneltti. Bu amaçla, öncelikle Karabiga Limanının kayıtlarını incelediğimizde, araştırmaya konu tarihler arasında bu isimde bir geminin, bu limana giriş yapmadığını gördük, buna dair liman bilgilerini içeren belgeleri onaylatıp aldık.

*
Sonra bu bilgileri çapraz kontrol etmek amacıyla, Ulaştırma Bakanlığı bünyesindeki Deniz Ulaşımı Genel Müdürlüğü nezdinde girişimde bulunarak, Kısmetim 1 adlı geminin rotasına ilişkin bilgileri içeren, seyir defteri kayıtlarını istedik.

Ülke sınırları içinde aktif işletmede olan tüm gemilerin seyir defterlerine ilişkin bilgileri vermek durumunda oldukları bu genel müdürlükten gelecek bilgi ve belgeler bu konunun aydınlanmasına çok yardımcı olacak, ifadeleri alınan ekip üyelerinin doğru söyleyip, söylemediği, geminin hangi limanlara uğrayıp, uğramadığı, kısacası gerçeğin ne olduğu anlaşılacaktı.

Anılan genel müdürlükten bir süre sonra gönderilen resmi yazılı cevap bizi çok ama çok şaşırtmıştı. Tamam, geminin, ruhsat verilme aşamasında Maden Dairesinden gönderilen mühendislerin belirttikleri limanlara uğramamış olması gibi bir yanıtı zaten bekliyorduk ama, “Kısmetim 1” isimli geminin yıllar önce hurdaya çıktığı ve jilet fabrikasına gönderildiği, o günden sonra da bu isimde işletmeye alınan bir başka geminin de olmadığı bilgisini bırakın beklemeyi, hayal bile etmemiştik.

Belli ki, birileri bu usulsüz ruhsat verme işinin bu kadar detaylı incelenebileceğini akıllarına bile getirmemiş, rasgele sallamıştı. Gel gör ki, yanlış hesap bizim soruşturmadan dönmüş, şimdi ayaklarına dolanmıştı.

*
Bu taze bilgiler üzerine deniz kumunda silisyum dioksit var göstererek Harun Ay'a usulsüz ruhsat verilmesini ve denizin ekolojisinin tahrip edilmesini sağlayan mühendislerin ifadelerine yeniden başvurup, önceki ifadelerinde belirttikleri Kısmetim 1 isimli bir geminin olmadığına ve dolayısıyla, numune aldık dedikleri tarihlerde bu isimde bir geminin Karabiga Limanına girişi çıkış yapmadığına dair belgeleri gösterdiğimizde, artık söyleyecekleri hiçbir şey kalmamıştı.

Birisi, denize hiç açılmadan, kendilerine verilen numuneyi MTA’ya verdiklerini ve sanki denizden numune almış gibi tutanak düzenlediklerini itiraf etti. Birisi yalanında ısrar etmeye çalıştı, birisi de Ankara’dan hiç ayrılmadığını, arkadaşlarının düzenlediği tutanağı imzaladığını söyleyerek, usulsüzlüğü bir başka yönden itiraf etti. Böylece, bu teknik ekibin denizden hiç numune almadan, kendilerine verilen silisyum dioksit örneklerini, denizden aldıkları numuneymiş gibi gösterip, MTA’ya verdikleri ve doğal olarak, çıkan olumlu rapora istinaden de Harun Ay’a, belli koordinatlar içinde, denizde silisyum dioksit raporu verilmesine imkan sağladıkları çok net olarak ortaya çıktı.

*
Müfettişliğimce düzenlenen raporla, usulsüz ve yolsuz işlemler neticesinde verilen ruhsat feshedildi. Ekip üyesi mühendisler, disiplin ve idari yönlerden cezalandırmanın ötesinde, konunun Türk Ceza Kanunun yönünden de soruşturulması için, Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunuldu.

*
Meslek yaşamımdaki bir soruşturma daha böylece neticelendi. Yorgun olsam da görevimi başarıyla yapıp bir yolsuzluğu daha ortaya çıkartmış olmam her şeye bedeldi.



                                                ----0---






                                              


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder