22 Aralık 2013 Pazar

İtidal... (Eğrisi Doğrusu)

Nedir itidal?
Aşırı olmamak, ılımlılık, ölçülülük, soğukkanlılıktır...
Yaşayıp görme ve gördüğünden ders çıkarma meselesidir...
Dolayısıyla itidalli olmak, büyük ölçüde tecrübe işidir...
Ancak bazı şeyler vardır ki, illa yaşanmasına gerek yoktur...
Daha önce yaşananlarda bakarak da itidalli olunabilir...
Mesela, sıcak bir sobaya dayadığınız elinizin yanacağını, sizden önce birçok kişinin bunu yaşamış olması nedeniyle bildiğiniz için elinizi, sıcak olup olmadığına bakmadan sobaya dayamamanız, öncekilere bakarak itidalli olmaktır...
*
Lafı uzatmayalım, son günlerde yaşanan yolsuzluk operasyonunun da itidalle karşılanmasında yarar vardır...
Çünkü bu yolsuzluk operasyonu ne ilktir ne de son olacaktır...
Bu halk, daha ne yolsuzluk operasyonları görmüş, sonunda dağın fare doğurduğuna da şahit olmuştur...
O nedenle sütten ağzı yananların yoğurdu üfleyerek yemesi misali, sakin olunması gerekir...
*
Bu, sadece yargı süreci sonuçlanana kadar herkesin suçsuz olduğunun kabul edilmesine ilişkin masumiyet karinesi gereğince değil, ortalığın çok karışık, zeminin çok kaygan olması nedeniyle de böyle olmalıdır...
Tersi “hukuki değil, siyasi” bir yaklaşım olur...
Tamam, ortaya saçılan yolsuzluk iddialarının çirkinliği karşısında sakin ve soğukkanlı olmak zordur, ama olaylar daha çok tazeyken kesin hüküm vermek de doğru değildir...
Çünkü her şeyden önce, bir tarafta yolsuzluklara batmış bir siyasi iktidar, öbür tarafta bu iktidarın yolsuzluklarını salt hukuk ve adalet adına, devletin bekası uğruna ortaya çıkartmaya çalışan bir bağımsız emniyet ve yargı gücü olduğundan söz etmek mümkün görünmemektedir...
Daha düne kadar, cumhuriyetçi ve laik devleti tahrip etme noktasında ittifak yaparak iktidarı paylaşmış biri meşru, diğeri gayrı meşru iki unsurun çatışması söz konusudur ki, bu çatışmaya ABD emperyalizminin müdahil olduğu da düşünüldüğünde itidalli olmak her zamankinden daha çok önem arz etmektedir...
*
Bu nedenle, münferit olaylar ve detaylar arasında boğulmadan, işin özüne odaklanıp, gelişmeleri dikkatle izlemek en sağlıklı davranış biçimi olacaktır...
Kamuoyunda en çok konuşulan konulardan olan, operasyonu başlatan cumhuriyet savcısının yanına iki savcının daha görevlendirilmesi bu detaylardandır...
Doğrusunu söylemek gerekirse konu, cumhuriyet başsavcının yetkisinde olan bir husus olup, işin boyutuna göre her soruşturmada yapılabilecek bir uygulamadır...
Nitekim son olayda bunun, işi sulandırma girişimi olduğu iddiaları, özellikle bakan çocuklarının tutuklanmaları talebinin üç savcının oybirliğince kararlaştırılması karşısında boşa çıkmıştır...
Keza, Adli Kolluk Yönetmeliğinde değişikli yapılarak, adli soruşturmalarda da amirlere bilgi verme zorunluluğunun getirilmesi de bu kapsamda değerlendirilmelidir...
Her ne kadar adli soruşturmalarda polis veya jandarma, soruşturmayı yürüten savcının talimatına göre hareket etmekle yükümlüyse de savcının başsavcıya bilgi vermesi ve kolluk olarak isimlendirilen polis veya jandarmanın, işin mahiyetini gizli tutsa da operasyon nedeniyle savcılığın emrinde olacağını üstlerine bildirmesinin çalışma disiplininin bir gereği olduğunu kabul etmek gerekir...
Aksi durumlarda keyfi uygulamaların, olmayacağını söylemek mümkün müdür?
Türkiye bunun sıkıntısını, yıllar önce “Beyaz Enerji ve Vurgun” operasyonlarında yaşamıştır...
Jandarma Ankara’nın göbeğinde iki bakanlığa operasyon yaptıktan aylar sonra, bundan üst düzey komutanların haberdar olmadığı, birilerinin durumdan vazife çıkarttığı anlaşılmış ve bunun nasıl olabildiği çok tartışılmış, ancak bu açtığı yaraları sarmaya yetmemiştir...
Bütün amirlerin hırsızları veya suçluları koruyan hükümetin adamı, maiyette çalışanların ise tersi olduklarını söylemek ne kadar doğrudur? 
*
O nedenledir ki kuralların, deneme yanılma yoluyla, olaylar yaşanırken ortaya çıkan aksaklıkların giderilmesi kaygısıyla değil, hukuk ve haklar gözetilerek evrensel ilkeler e göre düzenlenmesi ve şaibelere yol açacak şekilde dere geçerken at değiştirilmemesi gerekir...
Kaldı ki, soruşturmayı yürüten savcıya, ortalıkta hükümet- cemaat kavgası olduğu iddiaları uçuşurken güveniliyorsa, yanında görevlendirilen savcılara da güvenmemek için hiçbir neden olmasa gerektir...
Sonuçta onlarda cumhuriyet savcısı değil midir?
Yok, onlar AKP’nin savcısı deniliyorsa, öteki kimin savcısıdır onu da söylemek gerekir...
Ki, bunlar söylendiğinde esasen kralın çıplak olduğu da söylenmiş olur...
*
Dosya ortadadır, olaylar ve belgeler ortadadır...
Basın hepsini duyurmuştur...
Ve her şey kamuoyunun gözleri önünde cereyan etmektedir...
O halde, bu aşamada, her şeye rağmen adalete güvenip tecelli etmesini beklemekten başka bir alternatifin olduğunu söylemek mümkün değildir...
Yargı dediğimiz ve hepimizin adalet beklediği bu merciden, vicdanları yaralayan birçok kararın çıktığı şu günlerde, itidal her zamankinden daha çok lazımdır...
Daha önceleri, çok ağır iddialarla suçlananların yargı süreci sonunda aklandıkları olduğu gibi,  düzmece delillerle mahkum olduklarının da görüldüğü unutulmamalıdır...
Nihayet, hukuk ve adaletin herkes lazım olduğu kabul edilmelidir.
İtidalse, bu kabulün “mütemmim cüz’ü” dür...


Mustafa Tuğrul Turhan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder