İtidal... (Eğrisi
Doğrusu)
Nedir
itidal?
Aşırı
olmamak, ılımlılık, ölçülülük, soğukkanlılıktır...
Yaşayıp
görme ve gördüğünden ders çıkarma meselesidir...
Dolayısıyla
itidalli olmak, büyük ölçüde tecrübe işidir...
Ancak
bazı şeyler vardır ki, illa yaşanmasına gerek yoktur...
Daha
önce yaşananlarda bakarak da itidalli olunabilir...
Mesela,
sıcak bir sobaya dayadığınız elinizin yanacağını, sizden önce birçok kişinin
bunu yaşamış olması nedeniyle bildiğiniz için elinizi, sıcak olup olmadığına
bakmadan sobaya dayamamanız, öncekilere bakarak itidalli olmaktır...
*
Lafı
uzatmayalım, son günlerde yaşanan yolsuzluk operasyonunun da itidalle
karşılanmasında yarar vardır...
Çünkü
bu yolsuzluk operasyonu ne ilktir ne de son olacaktır...
Bu
halk, daha ne yolsuzluk operasyonları görmüş, sonunda dağın fare doğurduğuna da
şahit olmuştur...
O
nedenle sütten ağzı yananların yoğurdu üfleyerek yemesi misali, sakin olunması
gerekir...
*
Bu,
sadece yargı süreci sonuçlanana kadar herkesin suçsuz olduğunun kabul
edilmesine ilişkin masumiyet karinesi gereğince değil, ortalığın çok karışık,
zeminin çok kaygan olması nedeniyle de böyle olmalıdır...
Tersi
“hukuki değil, siyasi” bir yaklaşım olur...
Tamam,
ortaya saçılan yolsuzluk iddialarının çirkinliği karşısında sakin ve soğukkanlı
olmak zordur, ama olaylar daha çok tazeyken kesin hüküm vermek de doğru
değildir...
Çünkü
her şeyden önce, bir tarafta yolsuzluklara batmış bir siyasi iktidar, öbür
tarafta bu iktidarın yolsuzluklarını salt hukuk ve adalet adına, devletin
bekası uğruna ortaya çıkartmaya çalışan bir bağımsız emniyet ve yargı gücü
olduğundan söz etmek mümkün görünmemektedir...
Daha
düne kadar, cumhuriyetçi ve laik devleti tahrip etme noktasında ittifak yaparak
iktidarı paylaşmış biri meşru, diğeri gayrı meşru iki unsurun çatışması söz
konusudur ki, bu çatışmaya ABD emperyalizminin müdahil olduğu da düşünüldüğünde
itidalli olmak her zamankinden daha çok önem arz etmektedir...
*
Bu
nedenle, münferit olaylar ve detaylar arasında boğulmadan, işin özüne
odaklanıp, gelişmeleri dikkatle izlemek en sağlıklı davranış biçimi
olacaktır...
Kamuoyunda
en çok konuşulan konulardan olan, operasyonu başlatan cumhuriyet savcısının
yanına iki savcının daha görevlendirilmesi bu detaylardandır...
Doğrusunu
söylemek gerekirse konu, cumhuriyet başsavcının yetkisinde olan bir husus olup,
işin boyutuna göre her soruşturmada yapılabilecek bir uygulamadır...
Nitekim
son olayda bunun, işi sulandırma girişimi olduğu iddiaları, özellikle bakan
çocuklarının tutuklanmaları talebinin üç savcının oybirliğince kararlaştırılması
karşısında boşa çıkmıştır...
Keza,
Adli Kolluk Yönetmeliğinde değişikli yapılarak, adli soruşturmalarda da
amirlere bilgi verme zorunluluğunun getirilmesi de bu kapsamda
değerlendirilmelidir...
Her
ne kadar adli soruşturmalarda polis veya jandarma, soruşturmayı yürüten
savcının talimatına göre hareket etmekle yükümlüyse de savcının başsavcıya
bilgi vermesi ve kolluk olarak isimlendirilen polis veya jandarmanın, işin mahiyetini
gizli tutsa da operasyon nedeniyle savcılığın emrinde olacağını üstlerine bildirmesinin
çalışma disiplininin bir gereği olduğunu kabul etmek gerekir...
Aksi durumlarda keyfi uygulamaların, olmayacağını söylemek mümkün müdür?
Aksi durumlarda keyfi uygulamaların, olmayacağını söylemek mümkün müdür?
Türkiye
bunun sıkıntısını, yıllar önce “Beyaz
Enerji ve Vurgun” operasyonlarında yaşamıştır...
Jandarma
Ankara’nın göbeğinde iki bakanlığa operasyon yaptıktan aylar sonra, bundan üst
düzey komutanların haberdar olmadığı, birilerinin durumdan vazife çıkarttığı
anlaşılmış ve bunun nasıl olabildiği çok tartışılmış, ancak bu açtığı yaraları
sarmaya yetmemiştir...
Bütün amirlerin hırsızları veya suçluları koruyan hükümetin adamı, maiyette çalışanların ise tersi olduklarını söylemek ne kadar doğrudur?
*
O
nedenledir ki kuralların, deneme yanılma yoluyla, olaylar yaşanırken ortaya
çıkan aksaklıkların giderilmesi kaygısıyla değil, hukuk ve haklar gözetilerek
evrensel ilkeler e göre düzenlenmesi ve şaibelere yol açacak şekilde dere
geçerken at değiştirilmemesi gerekir...
Kaldı
ki, soruşturmayı yürüten savcıya, ortalıkta hükümet- cemaat kavgası olduğu
iddiaları uçuşurken güveniliyorsa, yanında görevlendirilen savcılara da güvenmemek
için hiçbir neden olmasa gerektir...
Sonuçta
onlarda cumhuriyet savcısı değil midir?
Yok,
onlar AKP’nin savcısı deniliyorsa, öteki kimin savcısıdır onu da söylemek
gerekir...
Ki,
bunlar söylendiğinde esasen kralın çıplak olduğu da söylenmiş olur...
*
Dosya
ortadadır, olaylar ve belgeler ortadadır...
Basın
hepsini duyurmuştur...
Ve
her şey kamuoyunun gözleri önünde cereyan etmektedir...
O
halde, bu aşamada, her şeye rağmen adalete güvenip tecelli etmesini beklemekten
başka bir alternatifin olduğunu söylemek mümkün değildir...
Yargı
dediğimiz ve hepimizin adalet beklediği bu merciden, vicdanları yaralayan birçok
kararın çıktığı şu günlerde, itidal her zamankinden daha çok lazımdır...
Daha
önceleri, çok ağır iddialarla suçlananların yargı süreci sonunda aklandıkları
olduğu gibi, düzmece delillerle mahkum
olduklarının da görüldüğü unutulmamalıdır...
Nihayet,
hukuk ve adaletin herkes lazım olduğu kabul edilmelidir.
İtidalse,
bu kabulün “mütemmim cüz’ü”
dür...
Mustafa Tuğrul
Turhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder