Gurbet Arkadaşı
Tozlu dosyalardaki eski evrakları
tarayıp muhasebe servisince işlemlerin kurallara uygun ve eksiksiz yapılıp
yapılmadığını incelemekten gına gelse de akşam hava kararıncaya kadar
çalışmıştı o gün.
Uzun süre aynı pozisyonlarda oturmaktan
kasılmış vücudunu esnetmek için koltuğuna kaykıldığında hissetmişti yorulmuş ve
acıkmış olduğunu. Birden ceketini kaptığı gibi, “eee yeter be memleketi ben mi
kurtaracağım” diye kendi kendine söylenerek lokalin yolunu tuttuğunda bile, bir
şeyler yedikten sonra tekrar gelip yatma saatine kadar çalışmak vardı aklında.
Elazığ teftişini bitirdikten sonra
geldiği Tatvan’da daha ikinci günü olmasına karşılık, bir an önce buradaki
teftişi de bitirip eve dönmek için yanıp tutuşuyordu.
Tam 25 gün olmuştu evden ayrılalı.
Müfettişlik mesleğini maaşı
yüksek olduğu için istemişti, ama oldukça zor olan sınavları kazanıp işe
başladıktan sonra, bir türlü alışamamıştı bu uzun süreli evden ayrılmalara.
Turne zamanı geldiğinde veya bir soruşturma yapmak için
evden ayrılması gerektiğinde günler öncesinden sinirleri bozuluyor, içine
anlaşılmaz bir sıkıntı doluyordu.
Eşini, çocuğunu bırakıp çok uzaklara giderek hayatı kazanmak
ona anlamsız geliyordu.
İş dediğin, akşam belli bir saate
kadar olmalı ve insan işten çıktıktan sonra evine dönmeli, sevdiklerine
kavuşmalıydı. Çok kazanmak değil, mutlu yaşamak önemliydi.
İncir kabuğunu doldurmayacak işler için günlerce evden uzak kalmanın,
misafirhane köşelerinde geçirilen yalnız gecelerin hiçbir bedeli olamazdı.
***
Gittiği her turnede, bütün gün
çalışması yetmezmiş gibi akşam yemeğinden sonra da gece geç saatlere kadar
çalışarak, teftişi, verilen süreden erken tamamlayıp merkeze dönmesi, bu
düşüncelerinin bir yansıması olsa gerekti.
Teftişleri, kağıt üzerinde
belirlenmiş sürelerinden önce bitirmesinin, Teftiş Kurulu Başkanını olduğu
kadar, gittikleri turneleri, bırakın erken bitirmeyi, harcırah almak için
verilen süreden de uzun tutmaya çalışan diğer müfettişlerce de yadırgandığının
farkında olsa da o böyle yiyordu yoğurdu.
Bir keresinde başkanı, teftişleri
bu kadar çabuk bitiriyor olmasının, teftiş edilenlere üstünkörü iş yaptığı
izlenimi vereceği anlamına gelen bir eleştiri yöneltmiş, o da, ortaya koyduğu
raporların böyle olmadığının göstergesi olduğunu söylemişti.
Yüzünü ekşitmesinden anlamıştı ki, başkanı hiç hoşlanmamıştı
bu cevaptan; onun için işin özü kadar, belki de daha çok biçimi önemliydi; öyle
görmüş, öyle devam etsin istiyordu.
Müfettişlik mesleği, bir anlamda
usta çırak ilişkisi esasına dayandığı için anlayışla karşılıyordu bütün
bunları.
Garip olan kendisinin tarzıydı;
onunkisi, sınırları zorlamaktan başka bir şey değildi aslında.
***
İkinci kattaki lokale çıkan
merdivenleri ağır, ağır çıkarken, hemen karşıdaki Van Gölünün sodalı mavi
sularında yıkandıktan sonra yamaçtaki kır çiçeklerinin kokusunu sürünüp, tepeleri
aşarak, gelip bağrına dolan ılık bahar yelinin ferahlığı da dindirmiyordu evine
duyduğu hasreti.
Akşam saati olmasına rağmen
lokale henüz gelen olmamıştı. Büyük olasılıkla birazdan, hemen her akşam
köşedeki yuvarlak büyük masada okey oynayarak vakit geçiren Tatvan’ın ileri
gelen kamu görevlileri gelecek, lokal canlanacaktı.
Yemek servisinin açılmasını
beklemek için lokalin en aydınlık köşesi olan cam kenarındaki oturma grubunun
ikili koltuğuna attı kendisini. Günün yorgunluğunun yanı sıra, bu işi ne zamana
kadar götürebileceğine dair derin düşüncelere dalmış olması nedeniyle, orta
sehpasının üzerinde dağınık duran, tahtadan oyma satranç taşlarından bir
ikisini ne yaptığını bile bilmeden, öylesine, oradan alıp, oraya koyuyordu. Birden,“tek başınıza mı oynuyorsunuz” diyen,
son derecede yumuşak bir kadın sesiyle irkildi, kafasını kaldırdığında, çok
şaşırdı.
Koyu yeşil taşlı büyükçe bir
tokayla destekleyerek, arkadan topuz yaptığı sarı saçları, hafif makyajıyla
iyice belirginleşmiş olan yeşil gözleri ve oldukça modern şık giyimiyle,
buralara ait olmadığı ilk bakışta belli olan çok güzel bir genç kız duruyordu
karşısında.
Ne olduğunu anlamaya çalışarak, “yo
hayır, öyle dalmışım” diye yanıt verdiğinde genç kız, “peki satranç oynamayı
biliyor musunuz” diye bir soru daha yöneltmiş, yanıtı “evet” olunca da bu kez, “o
halde birlikte oynayalım mı” diye sormuştu.
“Hayır demem mümkün değil”,
demesi üzerine genç kız, sevindiğini belli eden çabuk hareketlerle, tek koltuklardan
birisini çekip karşısına oturmuştu. Bir taraftan çok sevdiği, ama uzun zamandır
yapamadığı bir işi yapıyormuşçasına, büyük bir keyifle taşları tahtaya
dizerken, bir taraftan da ilçede doktor olduğunu, mecburi hizmet için
İstanbul’dan geldiğini, ailesini çok özlediğini, burada tek başına yaşamanın
çok zor olduğunu, Kaymakamlıkça bu misafirhaneye yerleştirildiğini, hizmet
süresinin dolmak üzere olduğunu ve yakında tayin beklediğini, tekrar İstanbul’a
dönüp, görevini orada yapmayı çok istediğini bir çırpıda söylemiş ve ardından, burada
ilk kez gördüğü onun, kim olduğunu sormuştu.
Vücut dili ve konuşmasından
belliydi ki, oldukça tez canlı, pratik, her işi çabucak yapmayı seven, sıcakkanlı
birisiydi.
Müfettiş olduğunu, Elazığ’daki
teftişini bitirdikten sonra Tunceli ve Muş üzerinden zor bir yolculuk yaparak
bir gün önce geldiğini ve buradaki teftişini de bitirip, çok yakında Ankara’ya
dönmeyi düşündüğünü söylediğinde genç doktor, satranç taşlarını tahtaya dizmiş,
oyuna kimin başlayacağını belirlemek için açık renk piyonlardan birisini alıp hangi
avucuna koyduğunun görülmemesi için iki elini arkasına götürmüş ve bir iki
saniye sonra sıkılı iki yumruğunu ona uzatmıştı bile.
Sakladığı piyon, müfettişin işaret
ettiği elinde çıkmayınca, diğer elini açıp, o avucunda olduğunu gösterdikten
sonra piyonu yerine koymuş ve ilk hamleyi yapmıştı.
Oyun devam ederken konuşmasını
sürdürüp müfettiş dendiğinde aklına hep asık suratlı, etrafına korku saçan
yaşlı bir adam geldiğini, kendisi söylememiş olsa müfettiş olduğuna inanmasının
imkansız olduğunu söylemesine birden çok sevinmişti müfettiş.
Öyle birisi olmadığını kendim
bilse de, bunu başkalarının, özellikle de, böyle güzel ve genç bir kızın
söylemesini önemsemişti nedense.
Canı sıkkınken aniden karşısına
çıkan bu gurbet arkadaşlığının tatlı heyecanı sarınca, oyuna kendisini vermesi
imkansız olmuş ve sohbetle karışık, yaklaşık bir saate yakın süren oyunun
sonunda yenilmişti genç doktora.
Doktor, oyundan keyif almış
olmalı ki, bu oyunun rövanşını ertesi gün yine aynı saatte yapmak için söz
vermesini istemiş, müfettişin, büyük bir
zevkle diyerek, bu sözü vermesinin ardından, öğlede sıkı bir yemek yediği için
akşam yemeğini pas geçeceğini söyleyip, erkenden lokalin hemen bitişiğindeki
koridorda bulunan misafirhanedeki odasına çekilmişti.
Müfettişte, lokale gelirken
aklına koyduğu teftişi bir an önce bitirmek için akşam yemeğinden sonra çalışma
odasına dönüp, dosyaları inceleye devam etmeye ilişkin fikrini çoktan değiştirmişti.
Yemekle birlikte sipariş verdiği
buzlu rakısını yudumlarken, mesleğinin aslında çok da kötü olmadığını
düşünüyordu. Artık, teftişi bir an önce bitirmek için acele etmesineyse hiç
gerek yoktu! Ne de olsa satrancı çok seviyordu ve bol, bol oynayabileceği bir
de arkadaşı vardı.
***
Ertesi gün, dosyalar dolusu
evrakı incelemek için o kadar da yormadı kendisini. Birkaç gün erken veya geç
dönse ne fark ederdi; demek ki, sorun, evden uzakta olmak kadar, yalnız
olmaktaydı.
Oldukça iddialı geçiyordu akşamları
oynadıkları satranç maçları. Yapılması gereken hamle düşünülürken günün yorgunluğu
çıkartılıyor, araya sıkıştırılan kısa sohbetlerle gurbet sıkıntısı
unutuluyordu.
O akşam oyun bittiğinde, daha
önce söylemesi gereken bir şeyi aniden hatırlamış gibi ha!.. diye lafa girmiş
ve aynı sağlık ocağında onunla birlikte mecburi hizmetlerini yapmakta olan yeni
evli doktor çiftin kendisini akşam yemeğine davet ettiğini, akşamları lokalde
onunla satranç oynadığını, bu nedenle biraz geç kalma olasılığının bulunduğunu
dile getirdiğindeyse, her ne kadar tanımıyorlarsa da yemeğe onu da davet ettiklerini,
her zaman yaptığı gibi nefes almadan bir çırpıda söylemişti.
Müfettiş, hiç beklemediği bu davet karşısında
önce şaşırıp tereddüt etmiş, sonra hadi ne olur, kalabalık yemek daha eğlenceli
olur diye ısrar edince, dayanamamış kabul etmişti bu daveti.
Aslına bakılırsa, hiç tanımadığı
insanların dolaylı yaptığı bu davete gitmeyi biraz pişkinlik olarak görüp, gece
yattığında içinden, keşke hayır gelemem deseydim diye geçirdiyse de artık çok
geçti, vazgeçmesi daha da ayıp olacaktı.
Ertesi gün akşam olduğunda,
Tatvan çarşısından aldığı bir şişe kırmızı şarabı, çarşının karşı köşesindeki
kırtasiyecinin vitrininde görüp beğendiği yaldızlı kağıda sarıp, şık bir
ambalaj yapmaya çalışırken, birazdan doktor arkadaşıyla lokalde buluşarak,
doktor çiftin evine yemeğe gidecek olmanın heyecanı içindeydi.
***
Doktor arkadaşını misafirhaneye
yerleştiren Kaymakamlığın, evli olduklarını gözeterek olsa gerek, tahsisine
aracı olduğu küçük lojman dairelerinden birisinde oturan doktor ailenin evine
girdiklerinde çok sıcak karşılanmışlardı.
Belli ki, büyük şehirde okumuş,
yetişmiş olup, alıştıkları olanaklardan uzun zamandır ayrı kalmış olmaları
nedeniyle bu tür sosyal ilişkileri özlemişlerdi.
Buraya sayılı günleri doldurmak
için geldiklerinin aynası gibiydi evlerindeki az sayıdaki basit eşya.
İçilen şarabın verdiği rehavetle
sohbet derinleştikçe, bu sayılı günlerin pek de kolay geçmediği, sılaya duyulan
hasretin, sanılandan çok daha büyük olduğu ortaya çıkmış, zaman zaman
hüzünlenilse de çok güzel ve eğlenceli olmuştu gece.
***
O geceden sonra birkaç akşam
karşılaşamamış, satranç oynayamamıştı doktor arkadaşıyla.
Yakın köylere sağlık taramalarına
gittiği için akşamları geç geldiğini, yorgun olduğundan yemekten hemen sonra
odasına çekildiğini, öğrenmişti lokal görevlilerinden.
Bu arada kendisi de hemen hemen
teftişi bitirmiş sayılırdı. Birkaç önemsiz ayrıntıyı da inceledikten sonra artık
rahatlıkla ayrılabilirdi Tatvan’dan.
O akşama kadar yoğun bir şekilde
çalışıp düzenlemesi gereken raporun son rötuşlarını da yaptıktan sonra bir
teftişi daha tamamlayıp ailesine dönecek olmanın verdiği mutlulukla lokale
girdiğinde neşesi yerindeydi; az sonra doktor içeri girdiğindeyse ikiye
katlanmıştı.
Doktor, doğruca yanıma gelerek, her
zamanki hızlı ama düzgün konuşmasıyla, görüşmeden geçen birkaç günün kısa
hikayesini anlatmış ardından, “çok sevinçliyim bil bakalım görüşmeyeli ne oldu”
diye sormuş, onun yüzündeki ifadeye bakarak, bir tahminde bulunmasına fırsat
vermeden, sevinçten sesi titreyerek kendisi vermişti sorduğu sorunun yanıtını.
Mecburi hizmeti sona ermiş,
beklediği tayin çıkmıştı; hem de memleketi İstanbul’a.
O akşam satranç oynamanın alemi yoktu.
Çünkü bu, çok ama çok önemli bir gelişmeydi. Müfettiş de sevinmişti onun adına.
Ve yemekte, birer duble rakıyla kutlamışlardı bu tayini. Oldukça uzun süren zor
bir dönemi alnının akıyla bitirmenin mutluluğuyla Tatvan’da yaşadıkları ve
bundan sonra yapacakları üzerine durmadan konuşmuş sonunda yorgun düşmüştü doktor
o gece.
Ertesi sabah, bir sonraki günkü Türk
Hava Yollarının Ankara aktarmalı İstanbul uçağına birlikte yer ayırtmışlardı.
Van’dan. Yan, yana sohbet ederek uçacaklardı.
Dönüş günü, kurumun resmi aracı
bırakmıştı ikisini Van Havaalanına. Ayırttıkları biletlerini alıp, uçuş için
gerekli işlemleri tamamlamalarının ardından anons yapılır yapılmaz uçaktaki
yerlerini almış, Tatvan’dan Van’a kadar süren sohbete Kaldığı yerden devam
etmeye koyulmuşlardı.
Kalkıştan birkaç dakika sonra kaptan
pilot’un yaptığı, aniden hastalanan bir yolcuya müdahale edilmesi gerektiğini
söyleyen anons kesmişti sohbeti. Uçakta doktor varsa, ön tarafa gelmesini
istiyordu kaptan.
Doktor arkadaşı, tereddütsüz fırlayıp,
bir solukta ön tarafa giderek, büyük olasılıkla kalple ilgili bir rahatsızlık
geçirmekte olan yolcuya müdahalede bulunurken birkaç kabin görevlisi de ona
yardım ediyordu.
Kaptan Ankara’ya iniş için
kemerlerin bağlanmasını istediğinde, doktor hala hastanın başından
ayrılamamıştı.
Tekerlekler yere değip ardından
iniş için kapılar açıldığında müfettiş, arkadaşına veda etmek için ön pilot
kabinine yakın kapıyı tercih etmişti. Birbirlerine hoşça kal deyip ayrılırken
doktor ona, müfettiş olması nedeniyle çok sık seyahat ettiği için bir gün
İstanbul’a yolu düşerse, görev yapacağı hastaneye mutlaka beklediğini söylese
de, bu mümkün olmayacak, onu bir daha hiç görmeyecekti.
Ancak, gurbette kurulan
arkadaşlıkların, çok kısa süre yaşansalar da uzun yıllar süren dostlukların tadında
olduğunu hiç unutmayacaktı.
05.12.2012 Ankara
Mustafa
Tuğrul Turhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder