26 Ocak 2014 Pazar


KADERDE NE VARSA

Pazar sabahı, dışarıda ahmakıslatan cinsten bir yağmur çiselerken, alnımı, salon penceresinin camına dayamış, trafiğin büyük bir uğultuyla aktığı Konya yolunun, görüş alanıma giren Çiftlik kavşağıyla, otobüs terminali arasında kalan bölümünü izliyordum öylesine.
Bulvarın gidiş ve gelişe ayrılmış her iki caddesinden, neredeyse dakikada yüzlerce araç geçiyor, tekerleklerinin, ıslanan asfaltta çıkarttığı hışırtılı ses, ürkütüyor; yağmurun çok daha şiddetli yağdığı algısını yaratıyordu.
Birden onları görünce çok heyecanlandım; İki küçük köpek yavrusu, orta refüjde yapayalnızdı. Acaba, anneleri yakınlarda bir yerde mi? diye, gözlerimle refüjü hızla taradım; hayır, onlardan başka köpek yoktu. Araç gürültülerinden korkup, refüjün bir karşı cadde tarafına, bir bu tarafına hamle yapıyor, Islak çimlerde ayakları kayıyor, takla atarak yuvarlanıyorlardı. Caddeye düşmeleri an meselesiydi.!
Hay Allah! Oraya nasıl, nereden gelmişlerdi?
Büyük olasılıkla, gece trafik tenhayken caddeyi geçmişler ve sabah yoğunlaştığında geri dönememişlerdi. Ama şimdi, bunu düşünmenin hiçbir anlamı yoktu.
Onlar farkında olmasalar, ara, ara caddeye yaklaşmaktan ve oradan kurtulmaktan vazgeçip, oyunlar yapsalar, birbirlerini kovalasalar, ardından sarmaş dolaş olup, yuvarlansalar da karşılarındaki tehlike çok ciddiydi.
Kalp atışlarım hızlanmış, içim bir tuhaf olmuştu! Ya, ben pencereden seyrederken caddeye yuvarlanır da hızla geçen otomobillerden birinin altında kalırlarsa? Bunu nasıl unutabilirdim! Ömür boyu kendimi suçlamaz mıydım?
Birden kendimi, olacaklardan sorumlu hissettim; elim ayağım dolaştı, telaşlandım. Sanki bu sorumluluğu paylaşmak istercesine, çabuk koşun diye bağırarak, evdekileri yanıma çağırdım. Biraz sonra, pencerede dört kişiydik.
Kaygı dörde katlanmıştı!
Acaba, diğer katlardan veya yandaki binalardan da onlar gören var mıydı? Birisi yetişip, onları kurtarmak için bir şey yapacak mıydı? Dakikalar akıp, gidiyordu!
Yo, böyle devam edemezdi; onları oradan mutlaka kurtarmak lazımdı!
Hızla yatak odasına koştum, altıma bir pantolon giyip, portmantodan kaptığım montu asansörde sırtıma geçirdim.
Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi!
İçimden, Allah'ım, ne olur ben yanlarına varana kadar onlara bir şey olmasın diye, dua ediyordum!.
Asansör zemin kata geldiğinde, bir fişek gibi fırlayıp, hızla apartmanın çıkış kapısına göre, arkada kalan caddeye koştum.
                                                                           ***
Nefes, nefese kalmıştım. İkisi de tam karşımdaydı; aramızda sadece, üzerinden ardı ardına süratle akan araçların geçtiği 20 ve- ya 25 metrelik bir cadde vardı. Araçları kollayarak, gözüme kestireceğim ilk fırsatta caddeyi koşarak geçip, kendimi refüje atacaktım.
Bir süre bekledikten sonra o fırsatı yakaladım. Artık refüjde yanlarındaydım. Kalbimin atışları normale dönmeye başlamıştı. Bundan sonra burada saatlerce de kalsak, umurumda değildi. Ne de olsa, enselerinden tutmuştum ve ikisi de güvendeydi…
Kafamı kaldırıp, görevimi başarıyla yerine getirmiş olmamın gururuyla pencereye baktım. Evdekiler el sallıyorlardı; muzaffer bir komutanı selamlar gibi.
Birkaç dakika sonra, yolun karşısına geçtik, üçümüz de güvendeydik!.
Tamam, tehlikeden kurtarmıştım, ama şimdi onları ne yapacağımı bilemiyordum. Güvende olacakları bir yer bulmalıydım. Kısa bir duraksamanın ardından, bizim apartmanın hemen yanında yeni başlayan inşaata yöneldim. En güvenli yer olarak orası görünüyordu. Orada işçiler vardı. En azından artan yemeklerinden verir, onlara bakarlardı.
İkisi de elimden kurtulmak için debeleniyordu. Nasıl bir tehlike atlattıklarını, onlara yardım ettiğimi, ne yapmak istediğimi bilmiyorlardı.
Canları yanmasın düşüncesiyle yere indirip, inşaata doğru bir iki adım attığımda, diğerine göre daha çelimsiz olanı arkamdan geliyordu. Öteki de gelir diye birkaç adım daha atmıştım ki, o da ne, caddenin kenarına sıralanmış apartmanların önündeki toprak yoldan, hızını iyice artırmış olan yağmurun altında aşağıdaki çiçek seralarına doğru koşarak kaçıyordu.
Arkasından koştum, ama o kaçmakta kararlıydı, giderek hızlanıyordu. Onun arkasından koşarken, çelimsiz olanın ne yaptığını kontrol etmek için bir an arkama baktığımda, caddeye doğru yürü- düğünü görüp, hemen geri döndüm. Kaçanın yöneldiği seralar değil, fakat Konya yolu tehlikeliydi. Tam caddeye çıkmak üzereyken onu, ensesinden ikinci kez yakaladım. Başımı kaldırdığımda, diğeri çoktan gözden kaybolmuştu. Biraz, gittiği yöne doğru yürüdüm; görünürde yoktu!
Etrafta çiçek seraları ve inşaatlar olması nedeniyle nasıl olsa sığınacak bir yer bulacağını düşünüp, biraz olsun rahatladım ve çaresiz onu aramayı bıraktım.
Çelimsizi, iyi bakacakları sözünü alarak, inşaattaki işçilere teslim ettikten sonra eve döndüm.
İliklerime kadar sırılsıklam ıslanmıştım!
Lakin içimde tarif edilemez bir huzur vardı.
                                                                       ***
İlk zamanlar, yiyecek bir şeyler taşıdıysam da sonraları onu, işlerim nedeniyle uzunca bir süre göremedim.
Aylar sonra bir gün, işçilerine teslim ettiğim inşaatın önünden dalgın geçerken oldukça güçlü bir havlama sesiyle irkildim.
Dönüp, sesin geldiği yöne baktım; gördüğüm oydu. O, beni tanıdı mı bilmem? Kocaman, keskin bakışlı, güçlü bir köpek olmuştu çelimsiz.
Belli ki, çok iyi bakılmıştı ve artık inşaatın da bekçisiydi. Yakınından kimseleri geçirmiyor, güvenlik ondan soruluyordu!
İhtişamlı duruşuna bakılırsa, halinden çok da memnundu…
Birden, içim sevinçle doldu!
Kardeşi geldi aklıma, kim bilir neredeydi? O da çelimsiz gibi rahat ve mutlu muydu?
Bir an koşarak kaçışı gözlerimin önüne geldi.
Herkes, kaderinde ne varsa onu yaşar sözü aklıma takıldı!
Gerçekten de öyleydi...

                                                               ----o----                                                                  
Mustafa Tuğrul Turhan                       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder