KADERDE NE VARSA
Pazar sabahı, dışarıda ahmakıslatan cinsten bir yağmur çiselerken,
alnımı, salon penceresinin camına dayamış, trafiğin büyük bir uğultuyla aktığı
Konya yolunun, görüş alanıma giren Çiftlik kavşağıyla, otobüs terminali
arasında kalan bölümünü izliyordum öylesine.
Bulvarın gidiş ve gelişe ayrılmış her iki caddesinden, neredeyse
dakikada yüzlerce araç geçiyor, tekerleklerinin, ıslanan asfaltta çıkarttığı
hışırtılı ses, ürkütüyor; yağmurun çok daha şiddetli yağdığı algısını
yaratıyordu.
Birden onları görünce çok heyecanlandım; İki küçük köpek
yavrusu, orta refüjde yapayalnızdı. Acaba, anneleri yakınlarda bir yerde mi?
diye, gözlerimle refüjü hızla taradım; hayır, onlardan başka köpek yoktu. Araç
gürültülerinden korkup, refüjün bir karşı cadde tarafına, bir bu tarafına hamle
yapıyor, Islak çimlerde ayakları kayıyor, takla atarak yuvarlanıyorlardı.
Caddeye düşmeleri an meselesiydi.!
Hay Allah! Oraya nasıl, nereden gelmişlerdi?
Büyük olasılıkla, gece trafik tenhayken caddeyi geçmişler ve
sabah yoğunlaştığında geri dönememişlerdi. Ama şimdi, bunu düşünmenin hiçbir
anlamı yoktu.
Onlar farkında olmasalar, ara, ara caddeye yaklaşmaktan ve oradan
kurtulmaktan vazgeçip, oyunlar yapsalar, birbirlerini kovalasalar, ardından
sarmaş dolaş olup, yuvarlansalar da karşılarındaki tehlike çok ciddiydi.
Kalp atışlarım hızlanmış, içim bir tuhaf olmuştu! Ya, ben
pencereden seyrederken caddeye yuvarlanır da hızla geçen otomobillerden birinin
altında kalırlarsa? Bunu nasıl unutabilirdim! Ömür boyu kendimi suçlamaz
mıydım?
Birden kendimi, olacaklardan sorumlu hissettim; elim ayağım
dolaştı, telaşlandım. Sanki bu sorumluluğu paylaşmak istercesine, çabuk koşun
diye bağırarak, evdekileri yanıma çağırdım. Biraz sonra, pencerede dört
kişiydik.
Kaygı dörde katlanmıştı!
Acaba, diğer katlardan veya yandaki binalardan da onlar
gören var mıydı? Birisi yetişip, onları kurtarmak için bir şey yapacak mıydı?
Dakikalar akıp, gidiyordu!
Yo, böyle devam edemezdi; onları oradan mutlaka kurtarmak
lazımdı!
Hızla yatak odasına koştum, altıma bir pantolon giyip, portmantodan
kaptığım montu asansörde sırtıma geçirdim.
Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi!
İçimden, Allah'ım, ne olur ben yanlarına varana kadar onlara
bir şey olmasın diye, dua ediyordum!.
Asansör zemin kata geldiğinde, bir fişek gibi fırlayıp,
hızla apartmanın çıkış kapısına göre, arkada kalan caddeye koştum.
***
Nefes, nefese kalmıştım. İkisi de tam karşımdaydı; aramızda
sadece, üzerinden ardı ardına süratle akan araçların geçtiği 20 ve- ya 25
metrelik bir cadde vardı. Araçları kollayarak, gözüme kestireceğim ilk fırsatta
caddeyi koşarak geçip, kendimi refüje atacaktım.
Bir süre bekledikten sonra o fırsatı yakaladım. Artık
refüjde yanlarındaydım. Kalbimin atışları normale dönmeye başlamıştı. Bundan
sonra burada saatlerce de kalsak, umurumda değildi. Ne de olsa, enselerinden
tutmuştum ve ikisi de güvendeydi…
Kafamı kaldırıp, görevimi başarıyla yerine getirmiş olmamın
gururuyla pencereye baktım. Evdekiler el sallıyorlardı; muzaffer bir komutanı
selamlar gibi.
Birkaç dakika sonra, yolun karşısına geçtik, üçümüz de
güvendeydik!.
Tamam, tehlikeden kurtarmıştım, ama şimdi onları ne
yapacağımı bilemiyordum. Güvende olacakları bir yer bulmalıydım. Kısa bir
duraksamanın ardından, bizim apartmanın hemen yanında yeni başlayan inşaata
yöneldim. En güvenli yer olarak orası görünüyordu. Orada işçiler vardı. En
azından artan yemeklerinden verir, onlara bakarlardı.
İkisi de elimden kurtulmak için debeleniyordu. Nasıl bir
tehlike atlattıklarını, onlara yardım ettiğimi, ne yapmak istediğimi bilmiyorlardı.
Canları yanmasın düşüncesiyle yere indirip, inşaata doğru
bir iki adım attığımda, diğerine göre daha çelimsiz olanı arkamdan geliyordu.
Öteki de gelir diye birkaç adım daha atmıştım ki, o da ne, caddenin kenarına
sıralanmış apartmanların önündeki toprak yoldan, hızını iyice artırmış olan
yağmurun altında aşağıdaki çiçek seralarına doğru koşarak kaçıyordu.
Arkasından koştum, ama o kaçmakta kararlıydı, giderek hızlanıyordu.
Onun arkasından koşarken, çelimsiz olanın ne yaptığını kontrol etmek için bir
an arkama baktığımda, caddeye doğru yürü- düğünü görüp, hemen geri döndüm.
Kaçanın yöneldiği seralar değil, fakat Konya yolu tehlikeliydi. Tam caddeye
çıkmak üzereyken onu, ensesinden ikinci kez yakaladım. Başımı kaldırdığımda,
diğeri çoktan gözden kaybolmuştu. Biraz, gittiği yöne doğru yürüdüm; görünürde
yoktu!
Etrafta çiçek seraları ve inşaatlar olması nedeniyle nasıl
olsa sığınacak bir yer bulacağını düşünüp, biraz olsun rahatladım ve çaresiz
onu aramayı bıraktım.
Çelimsizi, iyi bakacakları sözünü alarak, inşaattaki
işçilere teslim ettikten sonra eve döndüm.
İliklerime kadar sırılsıklam ıslanmıştım!
Lakin içimde tarif edilemez bir huzur vardı.
***
İlk zamanlar, yiyecek bir şeyler taşıdıysam da sonraları
onu, işlerim nedeniyle uzunca bir süre göremedim.
Aylar sonra bir gün, işçilerine teslim ettiğim inşaatın
önünden dalgın geçerken oldukça güçlü bir havlama sesiyle irkildim.
Dönüp, sesin geldiği yöne baktım; gördüğüm oydu. O, beni tanıdı
mı bilmem? Kocaman, keskin bakışlı, güçlü bir köpek olmuştu çelimsiz.
Belli ki, çok iyi bakılmıştı ve artık inşaatın da
bekçisiydi. Yakınından kimseleri geçirmiyor, güvenlik ondan soruluyordu!
İhtişamlı duruşuna bakılırsa, halinden çok da memnundu…
Birden, içim sevinçle doldu!
Kardeşi geldi aklıma, kim bilir neredeydi? O da çelimsiz
gibi rahat ve mutlu muydu?
Bir an koşarak kaçışı gözlerimin önüne geldi.
Herkes, kaderinde ne varsa onu yaşar sözü aklıma takıldı!
Gerçekten de öyleydi...
----o----
Mustafa Tuğrul Turhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder