KANDİL ORUCU
Ağrı teftişi bitmiş, sıra Kars
teftişine gelmişti.
Ağrı ilinin müdürü Erdoğan bey, iyi
ve nazik bir insandı. Teftişi süresince Cemil’e çok saygılı davranmış, oradaki
teftişini bitirip sıra Kars ilinde yapacağı teftişe gelince, yola otobüsle
gitmesini istememiş, makam aracını tahsis ederek, onu Kars’a bırakıp dönmek
üzere yolculuğuna eşlik etmişti.
Resmi plakalı otomobil Kars
entegre tesislerine girerken hava karamaya başladığı için Cemil, geceyi geçirip
sabah dönmesini söylediyse de Erdoğan bey dinlememiş, üstü kapalı, Kars’ın
müdürüyle pek anlaşamadığını o nedenle kalmak istemediğini söylemişti. Cemil’de
doğu illerindeki teftişleri için Ankara’dan yola çıkarken, daha önce Kars’ta
teftiş yapmış olan müfettiş arkadaşlarından, buranın müdürünün geçimsiz, burnu
büyük birisi olduğunu, özellikle müfettişleri sevmediğini ve ters davrandığını
öğrendiğinden gece kalması için ısrarcı olmamıştı.
Nizamiye kapısındaki bekçiler,
aracın kuruma ait resmi plakasını ve içinde de daha önce iş gereği gelip,
gitmiş olan Ağrı müdürünü görünce, sorgulamadan geçmelerine izin vermişti.
İdare binasının önünde park
ettiklerinde mesai saati henüz bitmiş, memurlar dağılmaya başlamıştı. Araçtan
inerken Ağrı müdürü, on, on beş metre ilerideki binanın giriş kapısına çıkan
iki üç basamaklı merdivenlerin hemen önünde toplanmış olan grubu işaret ederek,
“ işte, müdür bey de mesaiyi sonlandırmış yardımcılarıyla, sohbet ediyor.” Dediği
an, gruptakiler de onları fark etmiş, fakat hiç istiflerini bozmamıştı.
Guruba doğru yürüdüklerinde de bir
hareketlenme olmamış, içlerinden bir ikisi Ağrı müdürüne, “o, hangi rüzgar
attı” filan dediyse de öyle canı gönülden bir hoş geldin diyen de çıkmamıştı.
Hele, ellerini pantolonunun cebine sokmuş vaziyette grubun tam ortasında duran Kars’ın
müdürü, kılını bile kıpırdatmamıştı. Bu hareketi, Erdoğan beyin geceyi burada
geçirmektense, hiç dinlenmeden, karanlıkta yolculuk yaparak dönmekte ne kadar
haklı olduğunu anlamaya yetiyordu.
Erdoğan bey, Cemil’i kim olduğunu
söyleyerek tanıştırdığında, yanındakiler toparlandılarsa da Kars müdürü, onların
yanında kendisine çeki düzen vermeyi fiyakasının bozulması olarak görmüş olsa
gerek, ellerini pantolonunun cebinden çıkartmaya bile ihtiyaç duymadan yarım
ağız bir “hoş gelmişsiniz” demiş, sanki her gün onlarca müfettiş gelip gidiyormuş,
Cemil’in gelişi de sıradan bir işmiş gibi davranmış, gruptakilere dönerek
konuşmaya devam etmişti.
Elini pantolonunun cebinden
çıkartmaya bile gerek görmemekle etrafındakiler karşısında sözde itibarını
korumaya çalışırken, Cemil’in temsil ettiği görevin itibarını ayaklar altına aldığının
a farkında değildi ya da bunu bilerek yapmıştı.
Kısacası, Müdürün davranışları
Ankara’daki arkadaşlarının verdikleri bilgilerle tam örtüşüyordu. Ama Cemil,
arkadaşlarından farklıydı; böyle davranışlara karşı mutlaka bir tepki verir,
rahatsızlığını belli eder, hatta haddini aşan olursa, kibarca haddini
bildirirdi. Bu da onun tarzıydı.
Diğer müfettişlerin, teftişe
gittikleri yerlerde ayaklarının tozuyla yaptıkları kasa sayımı denilen işi pek
önemsemediği için olsa gerek, Cemil genellikle, önce gittiği yerin amiriyle
tanışıp, teftişe geldiğini söyledikten sonra kasa sayımı yapmasına karşılık, Kars
müdürünün saygısız davranışı karşısında, birden tepesi atmış aklına ilk gelen
kasayı saymak olmuştu. Amacı, burada bir açık bulmaktan ziyade, sert bir hava
estirip derhal teftişe başlayarak, müdürü rahatsız etmekti.
“Evet, müdür bey, kasa ne tarafta
göster bakalım ve benimle gel” deyip, hızlı adımlarla idare binasına doğru
yöneldiğinde oradaki herkes şaşırmış, kendilerini teftiş ettiğinde, son derece
nazik olduğunu yaşayarak görmüş olan Ağrı’nın müdürünün yüzündeyse, Cemil’in bu
davranışı niye yaptığını anladığını ve ona hak verdiğini gösteren anlamlı bir
tebessüm belirmişti.
O, elleri cebinde, küçük dağları
ben yarattım der gibi duran müdür, adımlarını açarak arkasından yetişmeye
çalışırken, bir yandan da“müfettiş bey normal teftiş için mi yoksa bir
soruşturma için mi geldiniz?” Diye sormuş, Cemil, “Öğrenirsin telaş etme, hep
böyle aceleci misin?” Dediğinde, iyice rahatsız olmuş, o az önceki mağrur halinden
eser kalmamıştı.
Kasayı sayıp, onları binanın
bahçesinde bekleyenlerin yanına döndüklerinde, Erdoğan bey, gece kalmak
istemeyip geri dönmek istediğini yineleyince Cemil, karanlıkta yolculuk
yapmasının doğru olmayacağını sabah gitmesini bir kez daha söylediyse de
dinletememiş, Erdoğan bey, haf,fçe eğilerek diğerlerine hissettirmeden kulağına
“bu adama tahammül emiyorum, kusura bakmayın” diye fısıldayınca da kalması için
ısrarcı olamamıştı. Çünkü pek de haksız sayılmazdı.
***
Lokalde yalnız yediği hafif akşam
yemeğinin ardından misafirhanedeki odasına çekilmiş, çok geçmeden de yolculuğun
verdiği yorgunluktan olsa gerek, iyi bir uyku çekmek için yatağa girmişti.
Sabah uyandığında deliksiz uykunun
verdiği dinçlikle kendini çok iyi hissettiğini fark etmiş, iyi bir gün geçirmek
dileğiyle duşunu alıp, rutin temizliklerini yaparak, giyindikten sonra
odasından çıktığında, telaşlı hareketlerle önüne geçen orta yaşlı, zayıf, kara
yağız bir erkek, şiveli konuşmasıyla, “günaydın efendim ben lokal görevlisiyem,
kahvaltınızı buraya mı hazırlayam, yoksam müdür begin odasına mı?” diye
sorduğunda, önce müdür beyin odası ne alaka diye biraz düşünmüş, ardından,
“müdür beyin odasında da yapabiliyor muyuz” diye sorup, evet cevabını alınca,
“o zaman orada alayım” demişti
***
Bu iyi olacaktı, niyeti, sabah
kahvaltı ederken de müdür beyin biraz havasını almaktı.
Lokal görevlisinin yol
göstermesiyle Kars Müdürü Hüseyin beyin odasına girdiğinde, müdür kendisinden
beklenmeyen bir çeviklikle yerinden kalkarak, onu karşılamış ve masasının
önündeki misafir koltuklarından birini işaret edip, saygılı hareketlerle
oturmasını bekledikten sonra makamına geçmişti.
Nasıl geceyi iyi geçirdiniz mi, inşallah
dinlenmişsinizdir gibi usulen sorulan sorulara, yine usulen yanıtlar verirken, görevlilerin
itinayla hemen önündeki sehpanın üzerine yerleştirdikleri büyük tepsi içindeki oldukça
zengin görünen kahvaltısına başlamıştı bile Cemil. İçecek olarak meyve suyu mu,
çay mı alırsınız diye sorduklarında çay isteyince müdür Hüseyin bey de, “benimki
de çay olsun” demişti.
Müdür, mutat bir teftiş nedeniyle
mi, yoksa bir soruşturma için mi geldiğini öğrenmek amacıyla, dönüp dolaşıp konuyu
ne sebeple orada bulunduğuna getirmeye çalışsa da Cemil, ser verip sır
vermiyor, aklı kahvaltıdaymış gibi söylenenleri pek duymazdan, anlamazdan
geliyordu. Bu halinin, Müdürü daha da meraklandırdığını görüp, hissettikçe önceki
gün ellerli cebinde kasıla kasıla duruşu aklına geliyor, için için gülüyordu.
Bir yandan bunlar olurken, bir
yandan da kahvaltı servisini yapan görevli çaylarını tazelemişti. İkinci bardak
çaylarını yudumlamaya başlamışlardı ki, müdür bey, birden aklına bir şey
gelmiş, bir büyük hata yapmış da yeni fark etmiş gibi bir sesle “eyvah” diye
bağırarak, oturduğu yerden fırlayıp ne yapacağını bilmez bir yüz ifadesiyle ona
bakmaya başlayınca çok şaşırmıştı Cemil.
“Hayrola müdür bey, ne oldu?”
diye sorduğunda Hüseyin bey, ağlamaklı bir sesle, o günün kandil ve kendisinin
de oruçlu olduğunu, lafa dalınca unutup çay içtiğini ikinci bardağı
yarıladıktan sonra oruçlu olduğunu hatırladığını söyleyince, yüksek seli bir
kahkaha atmamak için dudaklarını ısırmış, kendisini zor tutmuştu.
O an fark etmişti ki, aslında o
sert ve otoriter görünen müdür profilinin altında, saf, hatta biraz çocuksu ve
de müfettiş karşısında hemen bütün memurlar gibi heyecanlanan bir başka insan
vardı.
Birden, önceki günden beri
oynadığı sert, ne için geldiği belli olmayan, bir soruşturma nedeniyle gelme
olasılığı yüksek olan müfettiş görüntüsü vererek, bu olaya neden olduğunu
düşünüp üzülmüş, suçluluk hissetmiş ve kendisine kızmıştı.
Derhal durumu telafi etme gereği
duyarak, kırk yıllık bir din otoritesiymiş gibi, “yo, yo üzülmeyin, öyle
unutularak bir şey yenilip, içildiğinde oruç bozulmaz” diyerek, müdürü teselli
etmeye girişmiş, değişik kelimelerle bu anlama gelen birçok cümleyi peş peşe
sıralamıştı. Müdürün bunlarla ikna olmadığını görünce de “ bakın ben buraya
mutat bir teftiş için geldim ve bu vesileyle de sizin gibi değerli bir müdürle
tanışmış oldum, önemli olan niyetiniz, siz onu bilerek ve isteyerek bozmadınız
ki, hem sizi ben lafa tuttum bir günahı varsa bana aittir.” diyerek
rahatlamasını sağlamıştı.
Tahminine göre Hüseyin beyin
rahatlamasında, “bir günahı varsa bana aittir sizi ben lafa tutum” sözcükleri,
etkili olmuş, kendisine iltifat ettiği müdür, buna karşılık olarak,“olur mu
öyle şey, sizin ne kabahatiniz var; dalgınlık işte, hem dediğiniz gibi unutunca
bozulmaz derler, siz kendinizi üzmeyin. Ben tutmaya devam ederim, Rabbim kabul
ederse ne ala...” demiş, konu tatlıya
bağlanmıştı.
***
Bu olay, aradaki gergin havayı
tamamen ortadan kaldırmış, teftiş yaptığı süre içinde Hüseyin beyle Cemil,
neredeyse çok iyi iki arkadaş olmuştu.
Demek ki, hiçbir şey dışarıdan
göründüğü gibi değildi. Ki bu, insanlar için çok daha fazla böyleydi...
Bir hareketine bakarak veya başkalarının
anlattıklarına dayanarak insanlar hakkında kanaat sahibi olmak çok yanlış bir
davranıştı.
Kandil orucu bunu Cemil’e bir kez
daha öğretmişti.
Mustafa Tuğrul Turhan
15.02.2013
15.02.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder