5 Ocak 2014 Pazar

Ne Yapıyorsun?

Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun bir yazısı yayımlanmış Oda TV’de; Facebook'ta paylaşılıyor...
Feyzioğlu, cumhurbaşkanı ve arkasından da başbakanla görüşmesine karşı yöneltilen eleştirilerden belli ki, rahatsız olmuş...
“Cumhurbaşkanı ve ardından Başbakanla gerçekleştirdiğimiz görüşmelerden sonra yapılan yorumları okudum. Desteklerini ifade edenlere teşekkür ederim. Kaygılarını ifade edenlerin bu kaygılarına dair açıklama yapmayı ise gerekli görüyorum.”Diyor...
Ve açıklamalarını maddeler halinde yazdıktan sonra yazısının sonlarına doğru da her iki makama da sunduğu önerilerini belirtiyor...
“Ne yapıyorum” diyerek, kendisine yöneltilen eleştirilere yanıt verip ne yaptığını anlattığı için ben de onu eleştirenlerden biri olarak, dikkatle okudum yazsısını...
Ve kendisinin yaptığı gibi madde madde değerlendirdim...
İşte bunlar şöyle sıralanıyor...
1-Feyzioğlu, “Bazı yorumlarda, Cumhurbaşkanı ve Başbakanla niçin görüştüğüm sorgulanıyor. Cevap vereyim: Ben yargı erkinin en başındaki kişilerden biriyim. 79 baroyu, 82 000 avukatı temsil ediyorum. Şu anda milyonlarca yurttaşımız Türkiye Barolar Birliği'nin ne diyeceğini, ne yapacağını yakından izliyor, umutla bekliyor. Yaşanan devlet krizinin, özünde bir adalet krizi olduğunu görüyorsunuz. Bu durumda, kuşkusuz, yargının kurucu unsuru olan avukatlar ve barolar çözüm üretmeli, çözümün bir parçası olmalı. Peki, devletin ve yürütme organının başlarıyla, siyaset mekanizmasıyla görüşmeden nasıl çözüm üretebiliriz?  Sırada Meclis Başkanı ve TBMM'de Grubu olan siyasi partilerin genel başkanları var.” Diyor...
1-Öncelikle belirtmek gerekir ki, şu anda milyonlarca yurttaşımız barolardan daha çok, oyunu vererek,  parlamentoya gönderdiği muhalefet partilerinden meşru mekanizmaları kullanmalarını bekliyor...
İkincisi, yaşanan krizin bir “devlet krizi” olduğu ve bunun da özünde “adalet krizi” olduğu pek doğru bir tespit görünmüyor...
Yaşananlar, iktidarı paylaşan güçlerin menfaat çatışması sonucu birbirlerini düşmesinden başka bir anlam ifade etmiyor...
İyi günlerinde kardeş kardeş devlet kurumlarını paylaşarak kadrolaşanlar, şimdi o kurumlardaki sadık kadroları eliyle birbirlerini iktidardan tasfiye etmeye çalışıyor...
Buna illa ki, bir kriz adı takılacaksa, cumhuriyete karşı olanların “iç savaş krizi” demek daha doğru görünüyor...
Çünkü devlet krizi olarak tanımlandığında, bu tablo adeta nitelik değiştirip, masumane bir yargıyla, masumane bir yürütme organı arasında istenmeyen bir çatışma varmış havasına bürünüyor...
Ki, doğru olmayan bu tespit, ister istemez doğru olmayan çözüm yaklaşımlarını da berberinde getiriyor...
İşte, Feyzioğlu’nun cumhurbaşkanı ve başbakanla görüşerek krizden çıkış yolları önermesi de bu yanlış tespite dayalı yanlış yaklaşımlara en somut örneklerden birisini oluşturuyor...
Yargının ve emniyetin belli kadroların işgali altında olduğunu görmek istemeyen, görse de bundan söz etmek yerine yargıdan sadece bir “kurum” olarak söz etmeyi tercih eden bir anlayışın, böyle davranması da aslında eşyanı tabiatına uygun düşüyor...
2- Fayzioğlu, “Niçin görüşüyor diye yorum yapanların, kiminle görüşmemi beklediklerini gerçekten çok merak ediyorum. Meksika Cumhurbaşkanıyla mı yoksa Yeni Zelanda Parlamentosuyla mı?” diye soruyor...
Kusura bakmasın, ama bu çok açık bir demagoji oluyor...
Meselenin, kavram olarak cumhurbaşkanı ve başbakanla görüşmesinde değil, el birliğiyle 11 yıllık iktidarları döneminde yargıyı da emniyeti de bu hale getiren iktidarın sorumlularıyla görüşmesinde olduğunu ve eleştirenlerin bu nedenle eleştirdiklerini anlamazdan gelmeye çalışıyor...
Ve bunu, bir mücadeleymiş gibi gösterip, daha çok bezirgan politikacıların ağzıyla, “Vatanım ve Milletim adına vermem gerektiğine inandığım hiçbir mücadeleden kaçmadım; şık ofislerde, lüks makam araçlarında rahata ermeyi değil, mücadele etmeyi seçtim.” Diyerek süslüyor...
3- Feyzioğlu, “Siyasi iktidar, devlet içinde paralel devlet kurulduğunu iddia ediyor. Devletin kurumları birbirleriyle ve kendi içlerinde ağır bir hesaplaşmanın içinde. Biz, bir yandan bu iddianın delillerinin ortaya konulmasını istiyoruz, diğer yandan ‘madem paralel devlet var diyorsunuz, bugüne kadar niçin buna izin verdiniz’ diye soruyor, sözümüzü sakınmıyoruz. Yalnız dikkat edin lütfen, ‘niçin izin verdiniz’ diye sormak, iddianın ciddiye alınmasına ve delilleriyle ortaya konulmasını talep etmeye engel değil.” Diyor...
Bunu söylerken aslında, kendisine cumhurbaşkanı ve başbakanla görüşmesi konusunda yöneltilen eleştirilerin haklılık gerekçesini de ortaya koyuyor...
Zira bizzat başbakan, yargı ve emniyet başta olmak üzere belli kurumlarda cemaatin kadrolaştığını itiraf ediyor ve buna paralel devlet diyor; Feyzioğlu da ‘niçin izin verdiniz diye soruyorum, bu iddianın delilleriyle ortaya konulmasına engel değil’ diyor...
İşte kendisine yöneltilen eleştiriler de zaten gerekçesini buradan, yani bu paralel devleti bizzat yaptığı atamalarla oluşturan kişiyle görüşmüş olmasından alıyor...
Bu şok açık olarak ortada duruyor...
Bu durumda, kamuoyu önünde yaşanan hesaplaşma, devletin “kurumları” arasında mı, yoksa şimdi paralel devletten şikayet eden başbakanın ve cumhurbaşkanının onayıyla o kurumlara atanan “kadrolar” arasında mı? Feyzioğlu’nun önce kafasında bunu netleştirmesi gerekiyor...
4- Feyzioğlu, bu açıklamalardan sonra “Şimdi kendinizi sahteliği sabit delillerle, PKK'lı gizli tanıkların ifadeleriyle mahkum edilmiş gazetecilerin, avukatların, subayların, akademisyenlerin, milletvekillerinin, yerel yöneticilerinin yerine koyun. Ne isterdiniz? Adil yargılama, özgürlük ve iade-i itibar, değil mi? İşte bunun yolunu anlatıyoruz biz de. Şu anda cezaevlerinde özgürlük bekleyen yurttaşlarımız için adalet istemek, nasıl olur da yolsuzluk soruşturmasını gölgelemek olarak takdim edilebilir! Diye soruyor...
Aslında bu da bir demagoji oluyor...
Zira hiç kimsenin karşı çıkmayacağı bu sözleri söylemiş olmak, cumhurbaşkanıyla ve başbakanla görüşmesinin doğru olduğunu göstermiyor...
Zaten herkes bunu istiyor ve söylüyor, ama burada kendisine yöneltilen eleştiriler, bunları, “ben bu davaların savcısıyım” diyenlerle, bütün bu davalar bu noktaya gelirken, o sahte delilleri üretenlerle, gizli tanıkları bulup getirenlerle kol kola iktidar olanlarla neden görüştüğü noktasında yapılıyor...
Feyzioğlu’nun bu ciddi farkı görmemesi inandırıcı görünmüyor...
5- Feyzioğlu, “Peki, gerçekten özel görevli mahkemeler kaldırıldı mı? Hayır. Kanuna bir geçici 2. madde konuldu ve denildi ki, bu mahkemeler ellerindeki işler kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar bunlara bakmaya devam edecekler. Benzetme yapayım: Şu ilacın öldürücü yan etkisi vardır, üretimini durduruyoruz dedikten sonra, stoklar bitinceye kadar eczanelerde satılmaya devam edilsin denilmesinden hiçbir farkı yok bu yapılanın. Yani, çok ama çok yanlış oldu.  Bu geçici 2. madde olmasaydı, söz konusu davaların hiçbiri özel görevli mahkemelerde görülmeye devam edilmeyecekti.” Diyor...
E o zaman, Feyzioğlu’na şunu sormak gerekiyor; özel mahkemeleri kuranlara ve kaldırmış gibi yapıp, fiilen yürürlükte tutanlara bu konuda akıl vermek neyin nesi oluyor?
Bütün bunlar safiyane iyi niyetle mi yapıldı da şimdi iyi niyetle akıl verilip, ortak mesai yapılıyor...
Bu mahkemelerin neden kurulduğunu ve hala neden görev yaptığını sokaktaki vatandaş biliyorken, baro başkanı onları kuranlarla nasıl ve neyi görüşüyor?
İşte eleştiriler bu nedenlerle yöneltiliyor; Feyzioğlu’nun bunu böyle anlaması gerekiyor...
Tabi, hala ben biliyorum, ama görüşmekte yarar görüyorum diyorsa, bundan sonrası kendi bileceği iş oluyor...
6- Bunların ötesinde, öneri olarak sunduğu yasal düzenlemeleri, iktidarın en az Feyzioğlu kadar bildiğini söylemek gerekiyor...
Eleştirilerde, özel mahkemelerin görev yapmalarına son verilmesi ve verdiği kararlar dahil, hala görmekte olduğu davaların sonuçlarının iptal edilmesiyle, normal mahkemelerde yeniden yargılama yapılması için yasal düzenlemeler yapılması şeklinde özetlenebilecek olan “formül”, hiç kimselerin aklına gelmeyecek bir yol olmadığından bunu, koşa koşa başbakanın huzuruna gitmek yerine bir yazılı açıklamayla duyurmak daha mantıklı olurdu deniliyor...
Kaldı ki, Feyzioğlu’nun kendisinin de yazısında, “Şimdi denilebilir ki, davalar yeniden görülmeye başlandığında, özel görevli mahkemelerin yerine işe bakan genel görevli mahkemelerin nasıl karar vereceğini nereden bilelim?”, “Genel görevli mahkemeler adil yargılama yapacaklar mı? Nasıl emin olabiliriz?” şeklindeki sorular sorarak belirttiği gibi, normal mahkemelerine şekilde karar vereceğine ve adil bir yargılama yapacağına ilişkin bir garanti de görünmüyor...
Tersine iş, dönüp dolaşıp, yaşananların “devlet ve adalet krizi” olmaktan çok, yargı ve emniyet başta olmak üzere, devlet kurumlarında kadrolaşmış olan paralel bir güçle, eski ortağı arasında yaşanan “iç savaş krizi” olduğu noktasına geliyor...
Bu da, özel mahkemelerin fiilen de kapatılıp, bu mahkemelerin bugüne kadar baktığı tüm davaların normal mahkemelerde görülmesini sağlamaktan önce, başta HSYK olmak üzere, yargı ve emniyetin bu “paralel kadrolardan” arındırılması gereğini ortaya koyuyor...
Esas ve can alıcı formülün bu olduğunu anlamak gerekiyor...
İşte Sn. Feyzioğlu, yargıyı bir kurum olarak ortaya koyup, kadrolaşma gerçeğinden kopuk olarak formüller ürettiği ve yargıyı bu hale getirenler sanki başkalarıymış gibi iktidara akıl hocalığı yaptığı için eleştiriliyor...
Ve doğrusu, bu eleştiriler haksız da görünmüyor...


Mustafa Tuğrul Turhan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder