ŞAHİT
Meclis
Soruşturma Komisyonunun kapısında içeriye çağırılmayı beklerken heyecandan
kalbi duracaktı. Bir hafta kadar önce aldığı Komisyon Başkanınca imzalanmış
olan çağrı mektubunda, bugün bu saatte bilgisine başvurulmak üzere hazır
bulunması istenmişti. Önceki hükümetin başbakanı hakkında açılan soruşturmada
ifade verecekti.
Başbakan hakkındaki iddia, devlet kuruluşu olan elektrik
şirketince açılan bazı ihalelerde usulsüzlük ve yolsuzluk yapıldığının tespit
edilmesine karşın gerekli işlemleri yapmayarak ihalelerin belirli firmalara
verilmesini sağlamak suretiyle devleti zarara uğratarak görevini kötüye
kullandığıydı. Aynı iddiayla ilgili bakan hakkında da soruşturma açılmış, onun
için de ayrı bir komisyon kurulmuştu.
Komisyonun kendisini dinlemesi çok normaldi. Ne de
olsa Teftiş Kurulu Başkanı sıfatıyla iddia konusunu soruşturup, bir rapor
düzenlemiş olan müfettişlerin başındaki adamdı. Konuyla ilgili her şeyi en ince
ayrıntısına kadar biliyor ve bu işin ta buralara varmasını bir türlü aklı almıyordu.
Bu kapıya gelene kadar olan biten ne varsa, hepsi
bugün gibi aklındaydı.
***
Bakanlığın
veya ilgili kuruluşlarının icraatlarıyla ilgili hemen her gün gelen onlarca mektuptan
birisi olan, elektrik şirketince bazı şehirlerin elektrik şebekesinin
yenilenmesi için açılan ihalede usulsüzlük ve yolsuzluk yapıldığının ileri
sürüldüğü isimsiz, imzasız mektubu, aslında işleme bile koymayabilecekken, genelde
yaptığı gibi ilgisi nedeniyle bir yazı ekinde elektrik şirketine göndermişti. Kısa
süre sonra şirketten gelen yanıtta, kurum müfettişlerine yaptırılan incelemede
söz konusu ihalelere ilişkin kararların, ortak kararnameyle atanmış olan şirket
yönetim kurulunca alınmış olması nedeniyle konunun bakanlıkça incelenmesinin
uygun olacağı sonucuna varıldığının belirtilmesi üzerine bakandan onay alarak, bir
bakanlık başmüfettişini incelemeyle görevlendirmişti.
Yolsuzluk iddiası, bakan ve özellikle de başbakan
hakkında olunca yer yerinden oynamış, muhalefetteki dinci parti başta olmak
üzere tüm rakipleri başbakanın ve onun üzerinden hükümetin üzerine acımasızca
gelmiş, zaten iktidarların çok sık değiştiği bu ülkede, yine ufukta seçim
görünmüştü.
Yolsuzluk iddialarının incelemesi sürerken genel seçimler
yapılmış, dini referans edinmiş olan dinci parti, tarihi boyunca aldığı en
yüksek oya ulaşsa da hükümeti kuracak yeterli sayıya ulaşamamış, birbirini yok
etmeyi hedeflemiş düşman kardeşler olan iki merkez sağ partiyse seçimden ikinci
ve üçüncü çıkıp, kamuoyu beklentisi doğrultusunda bir koalisyon hükümeti kurmuştu.
Bu durumda ana muhalefette kalan dinci parti, bir
milletvekili bile parti değiştirdiğinde dengeleri tamamen değişecek olan
mecliste kendisinin de içinde olacağı başka bir hükümet oluşumunu zorlamak
amacıyla, zaten birbirinin altını oymakla meşgul olan hükümetteki iki partinin
liderleri hakkında yolsuzluk iddiaları ileri sürmeye ve gensoru önergeleri
vermeye başlamıştı. Bakanlık müfettişlerince incelenmekte elektrik şirketince
açılan ihaleler de yolsuzluk yapıldığı ileri sürülen işlerden birisi
olmuştu.
İşte bu nedenle o isimsiz ve imzasız şikayet mektubuyla
ilgili olarak başlatılan inceleme bir anda gündeme oturmuş, büyük önem
kazanmış, çok dikkatli yürütülmesi, kılın kırk yarılması ve en çok da siyasi
atmosferin etkisinde kalınmadan sonuçlandırılması
daha da önemli olmuştu. Hoş, zaten hukukun üstünlüğüne inanan, yaptığı işe ve
kendisine saygı duyan birisinin bu temel prensiple hareket etmesi gerekirdi,
ama işin içinde başbakan gibi önemli siyasiler olunca bu hassasiyetin daha da
artacağı kesindi.
Bu koalisyon hükümetinde Enerji Bakanlığı, haklarında
gensoru verilen, önceki Başbakan ile Enerji Bakanının partisinde değil, diğer
merkez sağ partide kalmış, yeni Enerji Bakanı, verilen gensoru önergesi
görüşülmeden raporun tamamlanmasını ve gerçek neyse ortaya çıkartılmasını
isteyince, Başkan da incelemenin süratle bitirilmesi için daha önce
görevlendirdiği başmüfettişe yardımcı olarak iki genç müfettişi daha
görevlendirmiş ve raporu bir an önce tamamlamalarını istemişti.
***
Peş peşe verilen gensorular, parti liderlerinin
birbirlerini haksız mal edinme gibi ağır iddialarla suçlaması ve her gün ortaya
başka bir yolsuzluk iddiasının atılması, ülke gündemini meşgul ediyor, bu
hükümetin de bundan öncekiler gibi kısa ömürlü olacağı açıkça görülüyordu. Son bir
yıl içinde neredeyse iki, üç hükümet kurulmuş ve türlü sebeplerden ve özellikle
de liderlerin birbirlerine güvenmemelerinden dağılmıştı. Kısacası, ülke tam bir
siyasi istikrarsızlık içindeydi. Hükümetlerin yarın ne olacağını, birkaç gün
sonra hangi koalisyonun kurulacağını, bırakın sade vatandaşı, siyasiler bile
bilmiyordu. Her an her şey olabilirdi. Siyasi ortamın bu hali, çok doğal olarak
bürokrasiyi de etkiliyor ve kimse iş yapmak istemiyordu. Bürokratlar, “şu parti
gider de şu gelirse böyle olur, bu gelirse şöyle olur” diyerek, kendi geleceği
ve koltuğunun peşinde koşturuyor veya gözüne kestirdiği bir makamı elde etmek
için her türlü entrikayı çevirmekten çekinmiyor, siyasi düşüncelerine göre
kamplaşıyor, birbirlerinin altını oyuyordu.
Böyle bir durumda soruşturma yapmak, tarafsız bir
çizgide ilerlemek de olağanüstü çaba istiyordu. Hele bazı müfettişlerin,
mesleklerinin temel ilkeleri olan tarafsız olmak, hukuk içinde kalmak yerine,
siyasi görüşleri doğrultusunda davranması söz konusu ise, bunu başarmak daha da
zorlaşıyordu. Kim ne işle uğraşırsa uğraşsın, bir siyasi düşünceyi benimsemesi
ve bir dünya görüşünün olması elbette ki çok normaldi. Ancak normal olmayan,
özellikle de görevleri hak ve adalet dağıtmak olanların bu düşüncelerini
işlerine yansıtmaktan kaçınmamasıydı.
Elektrik şebekesi ihalelerini soruşturmakla görevlendirilen
başmüfettiş de siyasi düşüncelerini, kişisel hesaplarını işine yansıtmamayı,
çoğu kez beceremeyenlerdendi. Kendisi, demokrat ve solcu olduğunu iddia etse de
iş üretmeyen asalak yapısı, at yarışı tutkusu, tembelliği, insan ilişkileri, aslında
bir siyasi çizgisi olmadığını gösteriyordu. Yaptığı soruşturmalarda özellikle
sağ görüşlülere karşı subjektif tavırlar takınmayı solculuk sanıyordu. Yanına
yardımcı olarak görevlendirilen iki yeni müfettişse, suya sabuna dokunmazmış
gibi görünseler de asında dinci partiyle aynı çizgiyi paylaşıyor, henüz yeni
oldukları için bunu fark ettirmemeye çalışıyorlardı.
***
Günler ilerliyor, zaman hızla geçip gensoru
görüşmeleri yaklaşıyor, ama bu üç müfettiş soruşturmayı bir türlü bitirmiyordu.
Başkan, hangi aşamada olduklarını sorduğunda, birkaç gün içinde raporu
vereceklerini söylüyor, ama sözlerinde durmuyorlardı. Buna gerekçe olarak, her
seferinde bir sürü bahane uyduruyor, son anda aldıkları bir telefon ihbarı
üzerine, yeni dosyalar incelemek durumunda kaldıkları gibi ilginç açıklamalar
bile yapıyorlardı.
Başkansa, onlardan aldığı söz doğrultusunda bakana
bilgi verip, raporun birkaç gün içinde elinde olacağını söylediği için her
defasında mahcup oluyor, ister istemez o da bahaneler uydurmak durumunda
kalıyordu. Fakat bu yaşananlar en az üç dört kez tekrar etmiş, başkanın artık
bakana karşı bahane uyduracak yüzü kalmamıştı.
Üç kişi çalıştıkları halde bu işin bu kadar uzaması
hiç normal değildi ve Başkan bunun gerçek nedenini biliyordu. İşin başındaki
başmüfettişin inisiyatifinde kendisine karşı bir oyun oynanıyordu. Önceki Teftiş
Kurulu Başkanının vefatından sonra ardı ardına hükümet değişiklikleri yaşanması
nedeniyle asaleten ataması yapılmadığı için vekaleten yürütmekte olduğu bu
göreve talip olan bir çok başmüfettiş, kendisine yardımcı olmadığı gibi köstek
olmaya çalışıyor, başarısız olması için ellerinden gelen her türlü engellemeyi
yapıyor ve başkanlığa atanabilmek için her yolu mubah sayıyorlardı. Bu
soruşturmanın bitirilmemesi de bu gayretlerin bir sonucu idi. İşin başındaki
başmüfettişin amacı, onu vekaleten yürüttüğü başkanlık görevini layıkıyla
yapamayan, bir soruşturmayı bile bitirtemeyen, beceriksiz, başarısız birisi olarak
gösterip, bakanın gözünden düşürerek görevden aldırmaktı. Gerisiyse, Allah
kerimdi. Yanındaki yeni müfettişler de bu oyunun pasif aktörleriydi. Onlar,
tıpkı dinci partinin izlediği siyaset gibi, ortalığın karışıp, tarafların
birbirini yemesiyle kendileri gibi düşünenlere fırsat doğmasını
bekliyorlardı.
Başkansa, yönetici olmanın sorumluluğunu taşıdığı
için, bu olanları başından beri bakanlık makamına yansıtmamış, teftiş kurulu
içinde bir çatışma, bir sürtüşme ortamı yokmuş gibi davranmaya çalışmış, kan
kusmuş kızılcık şurubu içtim demişti. Ama artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Bu
gidişe bir dur demenin, disiplini ele almanın zamanı gelmişti.
Soruşturmayı yürüten ekibin koordinatörü başmüfettişi
arayıp, bundan sonra her gün yaptıkları işi akşama kendisine bildirmelerini,
raporun yazılan kısımlarını da sayfa sayfa göndermelerini istemişti. Nasıl olsa
sonunda o raporu okuyup, düzeltmelerini yaptırdıktan sonra bakana sunacak olan
kendisiydi. Onun için, böylece hem müfettişlerin kendisini aldatıp sırt üstü
yatmalarını engellemiş olacak, hem de biten bölümleri şimdiden okuyup zaman
kazanacaktı.
Sonraki gün raporun biten bölümleri diye gönderilen
üç beş sayfa yazıyı görünce, sinirden deliye dönmüştü. Adamlar, günlerdir
hiçbir şey yapmamışlar, resmen kendisini yanıltmışlardı. Bu gidişle
soruşturmanın değil gensoru görüşmelerine kadar, bir yıl içinde bitirilip
raporunun yazılması mümkün değildi. Bu durumda, normal olarak haklarında
disiplin işlemi yapmak gerekirdi. Ama bu, onların işine gelirdi. Çünkü
kaybedecekleri hiçbir şey yoktu. Başkansa bunu yaptığında, bir işi yapamamış,
eline yüzüne bulaştırmış, müfettişlerle sürtüşmeye girmiş bir adam olacaktı.
Bunları düşünüp, mücadeleyi daha usturuplu ve sakin yürütmeye karar vermişti.
Gensoru önergesinde başbakan ve bakan hakkında ileri
sürülen iddiaların, ihalelere müdahale ettikleri, usulsüzlük ve yolsuzluk
yapıldığı halde ihaleleri iptal etmedikleri şeklinde olduğunu dikkate alıp,
müfettişlerle bir toplantı yaparak elektrik şirketinin özerk bir kuruluş olması
nedeniyle, ihalelerin iptal edilmesine bakan veya başbakanın karar
veremeyeceklerini hatırlatmıştı.
Siyasilerin ve yeni bakanın, eski başbakan ve eski
bakanın bu ihalelere bir şekilde müdahale edip etmediğini görmek için
kendilerinin düzenleyeceği raporu beklediklerini belirttikten sonra, incelemelerde
böyle bir müdahalenin olduğunu gösteren bir belge bulunamadığına göre, işin
elektrik şirketinin yöneticilerinin verecekleri ifadelerle aydınlığa
kavuşturulabileceğini anlatıp, ertesi gün yönetim kurulunun beş üyesinin
ifadelerini alarak, kısa bir bilgi notunu kendisine ulaştırmalarını istemişti.
Bu yapıldığında başkan, bakanın ve mecliste bakanı
sıkıştıran parti gurubunun istediği raporu almış olacaktı. Artık müfettişlerin
kaçacağı, kaytaracağı bir zemin kalmamıştı. Bir ara, hepsini aynı gün nasıl
bulacağız falan gibi komik sayılacak mazeretler üretmeye kalkmışlarsa da başkan,
hemen aramalarını ve hepsini yarın için çağırmalarını söyleyerek bu
girişimlerini bertaraf etmişti.
Nitekim ertesi gün akşam geç saatlerde de olsa,
yönetim kurulu üyelerinin ifadeleri ve bunlara dayanarak müfettişlerce
hazırlanan kısa bilgi notu elindeydi. Başkan, müfettişlerin oyununu bozmuş,
istediğini almıştı. Daha da önemlisi, olay aydınlanmıştı. Yönetim kurulu
üyeleri, soruşturma konusu ihalelerle ilgili olarak ne başbakanın ne de bakanın
doğrudan veya dolaylı olarak kendilerini aramadığını, herhangi bir müdahalelerinin
olmadığını kesin bir dille belirtiyorlardı.
Başkan derhal, müfettişlerce hazırlanan ön rapora
istinaden soruşturmanın siyasi müdahale boyutu itibariyle sonuçlandığını ve bu
açıdan ileri sürülen iddiaların gerçek olmadığı anlaşıldığından yapılacak bir işlemin
de bulunmadığını, ihalelerde usulsüzlük yapılıp, yapılmadığı yönünden ise
soruşturmanın kısa süre sonra tamamlanacağını belirten bir onay hazırlayarak
bakana gitti ve imzalattı.
Bakanın bu konuda ta başından beri sergilediği tavır
adeta bir ders niteliğindeydi. Kendisi rakip partinin mensubu olmasına
karşılık, siyasi rakipleri hakkında açılmış olan soruşturmanın şu veya bu
şekilde yürütülmesi veya sonuçlanması için bir görüş bildirmemenin ötesinde,
ima anlamına gelebilecek herhangi bir davranışta dahi bulunmamıştı. Bu, çok ama
çok önemliydi. Hoş, bulunsa onun dediği gibi mi yapılacaktı? Hayır, ama bunu
yapmaması ve Teftiş Kuruluna özgür ve rahat bir çalışma ortamı yaratması övgüyü
hak etmiş bir devlet adamlığı örneğiydi. Aslında olması gerekeni yapmış, normal
bir davranış göstermişti, fakat içinde bulunulan ortamda ve her türlü
anormalliğin yaşandığı bu ülkede, artık normal davranışlar olağan dışı
görülüyordu. Bu aynı zamanda, başkan için de çok öğreticiydi, bakan ve Teftiş Kurulu
ilişkisi açısından önemli bir tecrübeydi. Kıymetini ileride çok daha iyi
anlayacaktı.
Bu kısa rapor, parti gurubunda okunduğunda siyaseti,
rakiplerini nasıl ve ne şekilde olursa olsun yok etmek olarak görme kısırlığı
içinde olan bazı milletvekillerince, tepkiyle karşılanmışsa da bakan, Teftiş Kuruluna
güvendiğini ve işin gerçek boyutunun raporda anlatıldığı gibi olduğunu sakin
bir üslupla anlatarak, aklı selimin egemen olması için uğraşmış, ancak ne yazık
ki, pek başarılı olamamıştı.
***
Başkan hedefe ulaştığı için, artık soruşturmanın geri
kalan kısmının yazılmasını bekletmeye gerek kalmadığını gören müfettişler kısa
süre sonra kalan bölümlere ait raporu da vermiş, fakat bu sefer de işe
siyasi görüşlerini yansıtmış, tarafsız olamamışlardı. Rapor okunduğunda bu
hemen fark ediliyordu. Küçük, basit eksikleri abartmış, mesela ihaleye girme
koşullarından olan belli sürede, belli sayıda işçi çalıştırma zorunluluğuyla
ilgili olarak, çalışıyor gösterilen bazı işçilerin sigortasının, ihaleye girerken
cezalı yatırılmak suretiyle belli bir süredir çalışıyor gösterildiğini gerekçe
göstererek ihalelerin iptal edilmesi gerektiği sonucuna varmışlardı. İptalin
ötesinde, ihale komisyonu üyelerinin memuriyetten çıkartılmaları gibi çok ağır
cezalar da önermişlerdi. Oysaki ihalelerde, iddia edildiği gibi iptal
edilmelerini gerektirecek ciddi bir usulsüzlük yoktu.
Eksiltme yoluyla yapılan söz konusu ihalelerde
yakalanan indirim oranlarıysa, benzer ihalelere göre çok iyi seviyedeydi.
Dolayısıyla ihalelerin iptal edilmesi durumunda çıkılacak yeni bir ihalede bu
indirim oranlarının elde edilmesi çok zor olacağından bir kamu zararıyla
karşılaşılması kuvvetli ihtimaldi.
Başkan bunları düşünerek müfettişlerin görüşlerine
katılmadığını hukuki gerekçeleriyle belirterek bir başkanlık görüşü yazmış ve
raporu bakana böyle sunmuştu. Bu yaptığı aslında öyle basit bir iş değildi.
Yılların başkanları bile, kendilerine sunulan raporlarda müfettişlerden farklı
düşündüklerinde bananeci davranıp, sorumluluk alacağı korkusuyla, ayrı bir
başkanlık görüşü koymaktan kaçınırken, henüz vekil konumunda olan genç
başkanın, hem de böylesine kamuoyuna mal olmuş bir konuda hiç çekinmeden
inandığı görüşü yazması çok önemliydi.
***
Bakan, her raporu onaylarken yaptığı gibi, başkanı
karşına oturtup, raporun en azından sonuç bölümünü dikkatle okumuş ancak, bu
defa hemen onay imzasını atmamış, bu raporu hafta sonunda ilgili genel müdür ve
müsteşarın da katıldığı bir toplantıda birlikte görüşmeyi istemişti.
Pazar günü öğleden sonra müsteşarın odasından bir ara
kapıyla geçilen salonda toplandıklarında bakan konuyu bir kez daha baştan anlatmasını
istemiş, başkan da detaylı olarak bütün sonuçlarıyla soruşturma sürecini
açıklamış ve müfettişlerin ne
önerdiğini, kendisinin hangi hukuki gerekçeyle bunlara karşı olduğunu
ayrıntılarıyla belirtmişti. Müsteşar, iki de bir başkanın lafını kesip,
eleştirel sorular sorarak, müfettişler gibi ihalelerin iptal edilmesi
gerektiğin düşündüğünü belli etmiş, bakansa başından beri başkanın görüşlerine
katıldığı izlenimi vermişti. İhalelerden sonra şirkete atanan genel müdürse,
hiç konuşmadan oturmuş, ne düşündüğüne dair renk vermemişti. Konuşmalar
ilerleyip de bakanla başkanın görüşü üstünlük kazanmaya başlayınca müsteşar, “bir
de raporu düzenleyen başmüfettişi dinleyelim” demiş, başkanın, günlerden Pazar
olduğunu, evinde olup olmadığını bilmediğini söylemesine fırsat kalmadan,
telefonla sekreterini arayıp, başmüfettişin ismini vererek toplantıya
çağırmasını söylemişti.
Bundan bir iki dakika sonra başkan, mesai günlerinde
at yarışlarını kaçırmayan başmüfettişin Pazar günü büyük olasılıkla yarışlarda
olacağını, çağırmak için boşa uğraştıklarını düşünürken kapı açılmış,
başmüfettiş takım elbiseli ve kravatlı olarak elinde çantasıyla içeri girmişti.
Bu çok şaşırtıcıydı. Belli ki, bu müsteşar ve başmüfettiş tarafından daha önce
planlanış bir işti. Ama neden böyle bir şeye gerek duyulmuştu anlamak mümkün
değildi. Açık açık yapılabilir, herkes çağırılabilirdi. Kapalı kapılar ardında
hesap kitap yapmanın kime ne yararı olabilirdi. Herkes işin doğrusunu yapmaya,
gerçeği bulmaya çalışmıyor muydu? Daha doğrusu böyle olması gerekmez miydi?
Başmüfettiş, kendine söz verilir verilmez ortaya öyle
bir tablo koymuştu ki, elektrik şirketi ihalelerinde yapılmayan usulsüzlük
kalmamış, her türlü kirli oyun oynanmıştı. Fakat işin garip tarafı, bunlar
raporda yazılı değildi. O nedenle önce başkan sözünü kesip, “peki o halde
bunlar olmuşsa rapora neden yazmadınız?” diye sormuş, sonra da bakan, işçilerin
sigorta primlerinin cezalı yatmasıyla çalıştıklarının kabul edilmesinin sosyal
sigortalar kurumunun işi olduğunu, insanlar bu şekilde emekli bile oldukları
halde, bizim bunu nasıl iptal sebebi sayacağımızı sormuş, başmüfettişin havası
bozulmuştu. Bu sorulara, hiçbir ciddi ve tutarlı açıklama yapamamış, müsteşar
da istediği desteği bulamamıştı. Hal böyle olunca müsteşar, biraz özel görüşmek
istediğini söyleyerek bakanı hemen yan taraftaki odasına götürmüş, bu arada
başkan da genel müdüre, kendi kurumuyla ilgili herkes konuşurken neden
sustuğunu sormuş, bir gün önce bakanla görüşüp fikirlerini söylediği için burada
aynı şeyleri konuşmaya gerek görmediği yanıtını almıştı.
Müsteşarın
talebi üzerine baş başa yaptıkları görüşmeden sonra salona tekrar geldiklerinde
bakan, oldukça düşünceli ve durgundu. Gözlerini başkandan kaçırarak, ihalelerin
iptal edilmesinin daha iyi olacağını, bu nedenle, yazdığı karşı görüşünü
onaydan çıkartması gerektiğini söylediğinde az önceki düşüncesinden farklı bir
noktada bulunmasının sıkıntısı içinde olduğu her halinden belliydi.
Söylediklerinden utanır gibiydi.
Başkan olanlara şaşırmıştı. İçeride yapılan konuşmada
ne olmuştu da bakan birden dönmüştü. Bilemezdi, ama bildiği tek şey kendisinin
hukukun ve vicdanının gereğini yaptığıydı. O nedenle hemen peki demeyi hem bunlara
hem de kişiliğine karşı saygısızlık olarak görüp, “fakat bu benim vicdani
kanaatim” diye yanıt vermişti. Bakan, çok kararlı ama son derece yumuşak bir
şekilde, “evet biliyorum, ama bu sorumluluğun altına girmeyelim, sizden rica
ediyorum, ama personelin işten atılmasına karşı olan görüşünüz kalsın size
aynen katılıyorum” dediğinde, artık direnmenin anlamı kalmamıştı. Bakan hem bir
orta yol bulmuş gibi davranmış, hem de zor durumda olduğunu, kendisini anlaması
gerektiğini sezdirmişti. Bu da çok nazik bir davranış örneğiydi. Baştan beri
hoyrat davranan müsteşar, bakanın yerinde olsa kim bilir nasıl davranırdı? Hem
herkese rağmen ille de benim dediğim doğru diye diretmenin bir yararı
olmayacağı belli olmuştu. Tersine, sanki başkan bir takım hesaplar peşindeymiş
gibi algılanacak duruma gelmişti. Uzatmadı, raporu ve onayı alıp, makamına
çıktı. Gerekli düzeltmeleri yaptı ve tekrar toplantı salonuna dönüp raporu
bakana onaylattı. Artık ihaleler iptal edilecekti. Müsteşar ve müfettişlerin
istediği olmuştu.
Başkan ertesi gün ihalelerin iptal edilmesini öngören
raporu ve bakan onayını, gereği yapılması için elektrik şirketine göndermiş,
üstüne düşen son işlemi de yapmıştı. Bundan sonra gereğini elektrik şirketi
yönetimi yerine getirecek, ihaleleri iptal edecekti.
***
Eski başbakan ve enerji bakanının elektrik şebekesi
ihalelerine müdahalelerinin olmadığı yönündeki teftiş kurulu raporuna rağmen,
mecliste yapılan gensoru oylamasında iktidar ortağı oldukları partinin milletvekillerince
de haklarında soruşturma açılması için oy verilmiş ve bunun üzerine eski
başbakanın partisi hükümetten çekilme kararı alınca da yeni bir hükümet arayışı
doğmuştu.
Hükümeti kurma görevi, bu kez seçimde birinci olan
dinci parti başkanına verilmiş, o da bu fırsatı iyi değerlendirerek, mutlaka
iktidar olmayı istediğinden, Yüce Divana gönderilme tehdidi altında bulunan
eski başbakanın partisine şartlarını daha rahat kabul ettirip, kısa süre önce
yolsuzlukla suçladığı bu parti ve lideriyle yeni bir koalisyon hükümeti kurarak
amacına ulaşıp, başbakan olmuştu.
Ne yazık ki, ülkede siyaset böyle yapılıyordu.
Yolsuzluklar, yoksulluklar gerçekte hiçbir partinin umurunda değildi. Önemli
olan iktidar erkini ele geçirmek, nimetlerinden yararlanmaktı. O nedenle dün
yolsuzlukla suçlayıp, ertesi gün onunla hükümet ortağı olunabiliyordu. Bu hem
suçlayanın, hem de suçlananın içine sinebiliyordu. Gerçek buydu. Namustan,
dinden, imandan söz edilerek atılan hamasi nutukların göz boyamaktan başka
anlamı yoktu.
Yeni hükümetle birlikte işler tersine dönmüş, bu kez
de eski başbakanın partisi misilleme yapar gibi, iktidardan düşen eski
ortağının genel başkanı hakkında gensoru önergeleri vermiş, yeni ortağıyla
birlikte saldırıya geçmişti.
Dinci parti, her iki tarafa da ağır yaralar vermiş
olmanın getirilerini toplarken iki merkez sağ parti amansız kavgalarını hızla
sürdürüyordu.
Hükümet, ilke ve amaç birliğinden ziyade, menfaat
çakışmasıyla ayakta duruyordu. Dinci partinin, hükümette olmak için eski
başbakanın partisine, eski başbakanın da yüce divana gitmemek için dinci
partiye ihtiyacı vardı. Dolayısıyla, karşılıklı menfaatler devam ettiği sürece
hükümet devam edecekti.
Bu tablo, eski başbakan hakkında verilen gensorunun
kabul edilmesiyle kurulan soruşturma komisyonundan nasıl bir sonuç çıkacağını
da gösteriyordu.
***
Bu yeni hükümetin görev dağılımında, enerji bakanlığı
dinci partiye verilmişti. Yani artık yeni enerji bakanı, önceki hükümet zamanında
elektrik şirketince yapılan şehir şebekesi ihalesinde usulsüzlük ve yolsuzluk
yapıldığı halde bu ihaleleri iptal etmedikleri gerekçesiyle başbakan ve enerji
bakanı hakkında gensoru veren partidendi.
Dinci partinin enerji bakanıyla başkanın frekansları
tutmuyordu. Bakan her hal ve hareketiyle bunu belli ettikçe, başkan büyük
rahatsızlık duyuyor ve göreve devam ettirilmeyeceğini seziyordu. Ne var ki,
kendisine resmi bir tebligat yapılıncaya kadar işinin başındaydı.
Bakanın göreve başlamasıyla birlikte, kadrolaşma da
hızla başlamış, genel müdürü dışında elektrik şirketi yönetiminin de bir bölümü
değiştirilmiş, dinci partiye yakın bürokratlar göreve getirilmişti.
Bakanlıkta da değişiklikler olmuş ancak müsteşar,
babasının eski bir yüksek din görevlisi olması nedeniyle dinci partiyle kurduğu
yakınlık üzerine görevden alınmamış, kısa sürede hidayete ermiş, yaptığı manevralarla
kırk yıllık dinci bürokrat oluvermiş, kendisi müsteşar yapan önceki hükümetin
görevlendirdiği bürokratlar kıyılırken gözünü bile kırpmamıştı. Elektrik
şirketi raporunda ters düştükleri başkana da gayet soğuk davranıyordu.
***
İplerin giderek gerildiği günlerden birinde başkan,
müsteşarın görüşme talebi üzerine yanına gittiğinde odada, elektrik şirketinin
genel müdürü ve şirketin bağlı olduğu müsteşar yardımcısı da vardı. Müsteşar, oldukça
mesafeli bir üslupla oturmasını söyleyip, hal hatır sorduktan sonra masasının
üstünde duran bir yazıyı başkana uzatarak, okuyup, fikrini söylemesini
istemişti. Başkan, elektrik şirketince bakanlığa hitaben hazırlanmış olan
yazıyı hızla okuduğunda, bir önceki bakanın imzaladığı soruşturma raporuyla
iptal edilmeleri istenilen elektrik şebekesi ihalelerinde alınan fiyatların çok
uygun olduğu, iptal durumunda bir daha
bu fiyatların yakalanamayacağı ve kurumun zarara girebileceği hususları
belirtilerek iptalden vazgeçilmesinin talep edildiğini görünce, dudaklarına
oturan acı bir gülümsemeyle, yazıyı müsteşara geri uzatarak, “ben bunu aylar
önce söylemiştim” dediğinde, odada soğuk bir hava esmişti.
Kısa süren sessizlikten sonra müsteşar bu defa açıkça
ihaleleri iptal etmek istemediklerini, bunun için ne yapmaları gerektiğini sormuş,
başkan da iptalin soruşturma raporunun bakanlık makamınca imzalanmasıyla
başlatılan bir süreç olması nedeniyle, iptalden vazgeçilmesinde usul yönünden
aynı yöntem izlenerek bakan imzasıyla yapılması gerektiğini söylemişti.
Birkaç gün sonra da elektrik şirketinin iptalleri
durduran ve ihale işlemlerinin kaldığı yerden yürütülmesini öngören yazısı, bu
ihaleleri iptal etmedikleri için eski başbakan ve bakan hakkında gensoru veren
ve meclis görüşmeleri sırasında, devletin kör kuruşunun hesabını sorar ve
yetimin hakkını korur görünen dinci partinin bakanınca aynen imzalanmıştı.
İlkesiz siyaset ve onun emrindeki ilkesiz bürokrasi
bu olsa gerekti.
Bunda birkaç gün sonra da başkan görevinden alınmış,
yerine formasyonu dinci partiye uygun bir müfettiş atanmıştı.
İhalelerle ilgili soruşturmada doğru yerde duran ve
hukukun gereğini savunan tek kişi o olmuş ve görevini kaybetmişti.
O şimdi, meclis komisyonun kapısında içeri alınmayı
bekleyen sıradan bir başmüfettişti.
Birazdan içeri girecek, oynanan tiyatroda üstüne
düşen son rolünü sergileyecekti.
***
Komisyon toplantı odasına girdiğinde, oldukça
kalabalık bir milletvekili topluluğu ona bakıyordu. Bu bakışların çoğunda, o
tarihlerde kırklı yaşlarda olup, yaşını da göstermediğinden, koca bakanlığın
teftiş kurulu başkanı bumuymuş ifadesi vardı.
Komisyon Başkanı, uzun oval masanın bir
başında oturmuş, diğer komisyon üyeleri de iki yanından başlayarak masanın
etrafına dizilmişlerdi. O, komisyon başkanının tam karşısına denk gelen,
masanın diğer başındaki boş sandalyeye oturtulmuştu. Önünde bir mikrofon vardı,
bu mikrofona konuşacak ve söyledikleri aynı zamanda kayıt edilecekti. Başkan,
önünde bulunan dosyanın sayfalarını hızlı hareketlerle çevirip kendince konuyu
özetledikten sonra bodoslama, “evet bu çerçevede başbakanın sorumluluğu var mı,
yok mu?” diye sormuştu. O da konuyu soruşturup bir rapor hazırlamış olduklarını
ve kendilerine gönderdiklerini, orada başbakanın söz konusu ihalelere müdahale
ettiğine ilişkin bir tespitlerinin olmadığını söyleyince sinirli bir tavırla, “ne
demek yani başbakanın sorumluluğu yok mu?” diyerek azarlarcasına yüksek sesle
tekrar sormuştu. Başkan, bu defa da bunu bulacak olanın komisyonları olduğu, bu
sorunun muhatabının kendisi olmadığı yanıtını vermiş, ortalık buz kesmişti.
Bunun üzerine komisyon başkanı kendisinin “şahit” sıfatıyla ifadesine
başvurulduğunu söylemiş, eski başkan da kendisine sanki sanıkmış gibi
davranıldığını ve bundan üzüntü duyduğunu ifade etmişti.
O,
herkesin karşılarında el pençe divan durmasına alışkın olan milletvekilleri, bu
çıkıştan rahatsız olmuşlardı. İçlerinden birisi, “sen de sorularımıza
kaytararak cevap veriyorsun” suçlamasında bulununca, bildiklerini zaten yazılı
olarak ilettiğini, burada da bunları tekrar ettiğini, ortada bilgi ve belge
yokken başbakanı suçlamanın kendisinin haddi olmadığı cevabını vermişti.
Ertesi gün aynı sahneyi, bu kez eski enerji
bakanı için kurulan soruşturma komisyonunda yaşamış, her iki komisyonda da neredeyse,
“yahu sonucu belli bir soruşturma için ne diye kendiniz yorup, güya ciddi bir
iş yapıyor görünmeye çalıyorsunuz” dememek için kendisini zor tutmuştu.
Çünkü başbakanla ilgili soruşturma için, on beş
milletvekilinden oluşan komisyonda iktidar ortağı partilerin sekiz, muhalefet
partilerininse yedi milletvekili bulunduğuna göre, sonuçta eski başbakanın yüce
divana gönderilmesi yönünde karar çıkması pek mümkün görünmüyordu.
Nitekim soruşturma sonunda komisyonda yapılan oylama
sonucu da aynen böyle olmuş, yedi evet oyuna karşı, sekiz hayır oyuyla eski başbakanın
yüce divana gönderilmemesine karar verilmiş, genel kurulda da bu paralelde
karar alınmıştı.
Aynı durum, eski başbakanın partisinden istifa
ederek, hakkında verilen gensoruya destek vermiş olan diğer merkez sağ partiye
geçen eski enerji bakanı için de yaşanmış, eski partisi ve yeni partisi
milletvekillerince yüce divana gönderilmesi doğrultusunda oy verilmemiş ve o da
ikiye karşı, on iki oyla yüce divandan kurtulmuştu.
Bu neticelerle aslında hak yerini bulmuş, ihalelere
müdahaleleri olmayan eski başbakan ve eski bakan aklanmıştı. Lakin bu, gerek
komisyonda gerekse, genel kurulda işin aslına bakılıp, hukuki bir değerlendirme
yapıldığı için değil, kısa vadeli siyasi hesaplarla hareket edildiği, daha
doğrusu manevra yapıldığı için böyle olmuştu.
Yolsuzluk meselelerinin, hak, hukuk adına değil,
iktidar elde etmek için gerek duyulduğunda araç olarak gündeme taşındığı bir
ülkede, yolsuzlukların önünün alınması acaba nasıl mümkün olacaktı?
Eski başkan, bu soruya kafasında yanıt ararken,
askerle hükümetin arası iyice gerilmiş, dinci partinin başkanı başbakanlığı
bırakmak ve ortağına devretmek zorunda kalmış, bu arada daha görev kendisine
verilmeden eski başbakanın partisinden çok sayıda milletvekili istifa etmiş,
cumhurbaşkanı hükümet kurma görevini diğer merkez sağ parti başkanına vermişti.
Ve ülke, daha sonra 28 Şubat olarak anılacak yeni bir
döneme ve yeni sorunlara yelken açmıştı.
Mustafa Tuğrul Turhan 24.06.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder