Buzlu Su Yeter
mi?
Uzun
süredir olduğu gibi yine bütün gece doğru dürüst uyuyamamış sabahı zor etmişti.
Erken saatte yataktan çıkıp, eskimiş olsa da bir türlü vazgeçemediği hırkasını
omuzlarına atarak çaydanlığı ocağa koymak için mutfağa geçtiğinde kendisini
oldukça halsiz ve yorgun hissediyordu.
Hoş,
çayı koysa ne olacaktı. Uyuyamadığı yetmezmiş gibi son birkaç haftadır yemekte
de zorlanıyor, sıvı yiyecekleri bile zor yutabiliyordu.
Mutfaktaki
tıkırtılara uyanıp gelen kardeşi, kapıdan kafasını uzatıp meraklı gözlerle, “bu
gece uyuyabildin mi” diye sorduğunda, bari o üzülmesin diye düşünerek, “eh fena
değil, biraz daha iyiyiydi bu gece” demek için ağzını açınca, sözcükler yerine
sadece anlaşılmaz bir hırıltı çıkmış, telaşla yutkunup boğazını temizledikten
sonra aynı şeyi bir daha söylemek istediyse de yine sözcükler yerine o anlaşılmaz
hırıltılar duyulmuştu sadece.
O
an göz göze gelmişlerdi kardeşiyle, yoksa evet, yoksa o korktukları şey mi
gelmişti başlarına? Doktoru, bir süre sonra konuşma yeteneğini de kaybedeceğini
söylemişti, ama doğrusu ikisi de bunun sadece zayıf bir ihtimal olduğuna, bu
ihtimalin de gerçekleşmeyeceğine inandırmışlardı kendilerini. Hem olsa da bunun
hastalığın çok ileri safhasında gündeme geleceğini, bunun için de daha oldukça
uzun bir zaman olduğunu düşünmüşlerdi birbirlerine açıkça söylemeseler de...
Gönüllerinden
geçen buydu. Ancak, işte o korktukları başlarına gelmişti bile. Ayşe, konuşamıyordu,
bir şeyler söylemek istiyor, ağzından hiçbir sözcük çıkmıyordu. Birden akan
gözyaşlarına hakim olamadı; hıçkırıklara boğuldu. Onu omuzlarından yakalayarak
hızla kendisine çekip sarılan kardeşi de ağlıyordu sarsılarak.
İkisi
de büyük bir acı içindeydi...
Ayşe
inancı gereği alın yazısına inandığından daha metanetli olsa da kardeşi onun kadar dayanamıyor,
daha çok üzülüyordu ve ablası için elinden bir şey gelmemesi onu kahrediyordu.
***
Nereden gelmişti başlarına bu, daha önce adını bile hiç duymadıkları hastalık; ismi bile garipti, ALS ne demekse?..
Birkaç
yıl önce kollarında ve bacaklarında halsizlik, ev işlerini görürken ellerinde
güçsüzlük hissetmeye başlamış, ama bunu ilerleyen yaşına vermişti. Birkaç kez
gittiği nöroloji doktorları beyin tomografisini çektirip baktılarsa da bu
halsizlik ve güçsüzlükleriyle ilgili somut bir şey söyleyememişlerdi.
Bu
da yaşlılıkla ilgili bir durum olduğu yolundaki kendi kanaatini güçlendirmiş, doktor’a
da giderek gereğini yapmış olmanın verdiği iç huzuruyla duruma alışmaya çalışmış,
pek de üzerinde durmamıştı.
Lakin
konuşması belirgin bir şekilde ağırlaşıp, nefes almakta ve yutmakta zorlanınca
yeniden doktora gitmiş ve bu defa yapılan birçok tetkik ve araştırmadan sonra
ALS teşhisi konulmuştu.
Bu
durum, önceki doktorların araştırma ve tetkiklere rağmen hastalığı teşhis
edemedikleri anlamına gelmiyordu. Çünkü ALS, belirtileri net bir şekilde ortaya
çıkana kadar kesin teşhis konulamayan, ilk evrelerinde başka birçok sıradan
sağlık sorununa benzeyen bir hastalıktı.
Kaldı
ki, erken teşhis edilmesi de diğer pek çok hastalıkta olduğu gibi bir avantaj
sağlamıyordu. Zira hastalığın tedavisi olmadı gibi evrelerinin ilerlemesini
geciktirtecek ilaç ve yöntemler de yoktu. Amerika’da, ilerlemesini
ağırlaştırdığı söylenen bazı ilaçlar olsa da bunlar Türkiye’de ruhsatlanmamış
ve satışa sunulmamıştı. Daha doğrusu, bu tür ilaçların gerçekten ilerlemeyi
geciktirdiği henüz bilimsel olarak kanıtlanmamıştı.
***
ALS
hastalığı hızla ilerlemiş, konuşamaz olmuştu. Derdini işaretlerle ve daha çok
da kağıda yazarak anlatıyordu artık. Yutması da imkansız hale gelmişti
neredeyse. Hiçbir şey yiyip içemiyor, tükürük salgılarının dudaklarından
sızmasına ve boğazında birikmesine engel olamıyordu. Besleneme ve uyuyamamanın
doğal sonucu olarak, iyice güçsüz düşmüştü.
Doktoruyla
son görüşmesinde beslenmesinin karnına açılan bir delikten doğrudan mideye
gidecek kanal yoluyla sıvı mama verilerek yapılacağını konuşunca iyice
sıkılmıştı canı.
Çaresizdi,
neye nasıl itiraz edebilir ve istemeyebilirdi ki. Doktorların dediği her şeyi
yapmak, buna da razı olmak zorundaydı.
***
Sonunda hastaneye yatmış ve midesine giden beslenme kanalı için karnından bir delik açılmıştı. Artık bundan sonra o kanaldan günde beş kez belli miktarda sıvı enjekte edilecek su ihtiyacı da aynı yolla karşılanacaktı. Bundan böyle, canı çok istese de hiçbir besini yeme ve içme imkanı olmayacaktı.
Bu,
elbette kabullenilmesi ve de alışılması çok zor bir durumdu. Banyosu, yatması,
kalkması her şeyi karnındaki o kanal varken son derece zor olacaktı. Ancak,
bütün bu zorluklara katlanmak zorundaydı.
Hastalığı
ile ilgili edindiği bilgilerden evrelerin ne olduğunu, başına gelecekleri iyi
kötü öğrenmişti. Ama öğrenmek ve bilmek başka iş başa gelince katlanmak ve
kabullenmek çok başka işti.
***
Karnındaki
delikten beslenmeye başlayalı daha bir hafta kadar anca olmuştu ki, delikte
enfeksiyon oluşmuş, bu da yetmezmiş gibi, bir şey yiyip içmese de ağız
salgılarının akciğerine kaçması nedeniyle nefes almakta zorlanmaya başlamış,
öksürük başlamış, ateşi yükselmişti.
Bu
tablo istemese de tekrar acil servise başvurmasına neden olmuş, gider gitmez de
yatırılması uygun görülmüştü. Yapılan tetkikler ve incelemeler sonunda zatürre
olduğu anlaşılmış ve derhal antibiyotik tedavisine başlanmış, karın deliğinde
gelişen enfeksiyon için de ayrı tedavi yöntemleri sokulmuştu devreye.
Zatürre,
ALS’nin fıtratında vardı ve onu da yakalamıştı; hiç de iç açıcı değildi durumu.
Boğazında
biriken salgı ve artıkların özel aparatlarla emilerek çıkarılması, tıp dilinde
aspire edilmesi işlemi birkaç kez yapılmış, bu oldukça sıkıntılı yöntem onu
daha da yormuş, canından bezdirmişti.
Artık
iyice güçten düşen parmaklarıyla zor tutabildiği kalemle not defterine, bu
şekilde yaşamak istemediğini yazmıştı.
Nefes
almasını sağlamak için muhtemelen birkaç gün sonra trakeostomi operasyonu
yapılacak ve nefes borusuna dışarı açılan bir delik açılacaktı.
ALS
kendi seyrinde ilerledikçe kim bilir daha neler yaşayacaktı.
Kendisi
gibi olan ve sayıları yüzdeye vurulduğunda diğer hastalıklara göre az olduğu
için ilaç ve araştırma şirketlerinin kaynak ayırıp çözüm aramadığı ALS’ye
yakalanmış diğer tüm hastalar gibi kaderine boyun eğmekten başka çaresi yoktu.
Belli ki, hastalığa dikkat çekmek ve tedavisi için araştırmalar yapılmasını
sağlamak için kafalardan aşağı daha çok buzlu su dökmek gerekecekti...
Mustafa Tuğrul
Turhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder