21 Nisan 2015 Salı


Buzlu Su Yeter mi?

Uzun süredir olduğu gibi yine bütün gece doğru dürüst uyuyamamış sabahı zor etmişti. Erken saatte yataktan çıkıp, eskimiş olsa da bir türlü vazgeçemediği hırkasını omuzlarına atarak çaydanlığı ocağa koymak için mutfağa geçtiğinde kendisini oldukça halsiz ve yorgun hissediyordu.

Hoş, çayı koysa ne olacaktı. Uyuyamadığı yetmezmiş gibi son birkaç haftadır yemekte de zorlanıyor, sıvı yiyecekleri bile zor yutabiliyordu.

Mutfaktaki tıkırtılara uyanıp gelen kardeşi, kapıdan kafasını uzatıp meraklı gözlerle, “bu gece uyuyabildin mi” diye sorduğunda, bari o üzülmesin diye düşünerek, “eh fena değil, biraz daha iyiyiydi bu gece” demek için ağzını açınca, sözcükler yerine sadece anlaşılmaz bir hırıltı çıkmış, telaşla yutkunup boğazını temizledikten sonra aynı şeyi bir daha söylemek istediyse de yine sözcükler yerine o anlaşılmaz hırıltılar duyulmuştu sadece.

O an göz göze gelmişlerdi kardeşiyle, yoksa evet, yoksa o korktukları şey mi gelmişti başlarına? Doktoru, bir süre sonra konuşma yeteneğini de kaybedeceğini söylemişti, ama doğrusu ikisi de bunun sadece zayıf bir ihtimal olduğuna, bu ihtimalin de gerçekleşmeyeceğine inandırmışlardı kendilerini. Hem olsa da bunun hastalığın çok ileri safhasında gündeme geleceğini, bunun için de daha oldukça uzun bir zaman olduğunu düşünmüşlerdi birbirlerine açıkça söylemeseler de...

Gönüllerinden geçen buydu. Ancak, işte o korktukları başlarına gelmişti bile. Ayşe, konuşamıyordu, bir şeyler söylemek istiyor, ağzından hiçbir sözcük çıkmıyordu. Birden akan gözyaşlarına hakim olamadı; hıçkırıklara boğuldu. Onu omuzlarından yakalayarak hızla kendisine çekip sarılan kardeşi de ağlıyordu sarsılarak.

İkisi de büyük bir acı içindeydi...

Ayşe inancı gereği alın yazısına inandığından daha metanetli olsa da kardeşi onun kadar dayanamıyor, daha çok üzülüyordu ve ablası için elinden bir şey gelmemesi onu kahrediyordu.

***

Nereden gelmişti başlarına bu, daha önce adını bile hiç duymadıkları hastalık; ismi bile garipti, ALS ne demekse?..

Birkaç yıl önce kollarında ve bacaklarında halsizlik, ev işlerini görürken ellerinde güçsüzlük hissetmeye başlamış, ama bunu ilerleyen yaşına vermişti. Birkaç kez gittiği nöroloji doktorları beyin tomografisini çektirip baktılarsa da bu halsizlik ve güçsüzlükleriyle ilgili somut bir şey söyleyememişlerdi.

Bu da yaşlılıkla ilgili bir durum olduğu yolundaki kendi kanaatini güçlendirmiş, doktor’a da giderek gereğini yapmış olmanın verdiği iç huzuruyla duruma alışmaya çalışmış, pek de üzerinde durmamıştı.

Lakin konuşması belirgin bir şekilde ağırlaşıp, nefes almakta ve yutmakta zorlanınca yeniden doktora gitmiş ve bu defa yapılan birçok tetkik ve araştırmadan sonra ALS teşhisi konulmuştu.

Bu durum, önceki doktorların araştırma ve tetkiklere rağmen hastalığı teşhis edemedikleri anlamına gelmiyordu. Çünkü ALS, belirtileri net bir şekilde ortaya çıkana kadar kesin teşhis konulamayan, ilk evrelerinde başka birçok sıradan sağlık sorununa benzeyen bir hastalıktı.

Kaldı ki, erken teşhis edilmesi de diğer pek çok hastalıkta olduğu gibi bir avantaj sağlamıyordu. Zira hastalığın tedavisi olmadı gibi evrelerinin ilerlemesini geciktirtecek ilaç ve yöntemler de yoktu. Amerika’da, ilerlemesini ağırlaştırdığı söylenen bazı ilaçlar olsa da bunlar Türkiye’de ruhsatlanmamış ve satışa sunulmamıştı. Daha doğrusu, bu tür ilaçların gerçekten ilerlemeyi geciktirdiği henüz bilimsel olarak kanıtlanmamıştı.

***

ALS hastalığı hızla ilerlemiş, konuşamaz olmuştu. Derdini işaretlerle ve daha çok da kağıda yazarak anlatıyordu artık. Yutması da imkansız hale gelmişti neredeyse. Hiçbir şey yiyip içemiyor, tükürük salgılarının dudaklarından sızmasına ve boğazında birikmesine engel olamıyordu. Besleneme ve uyuyamamanın doğal sonucu olarak, iyice güçsüz düşmüştü.

Doktoruyla son görüşmesinde beslenmesinin karnına açılan bir delikten doğrudan mideye gidecek kanal yoluyla sıvı mama verilerek yapılacağını konuşunca iyice sıkılmıştı canı.

Çaresizdi, neye nasıl itiraz edebilir ve istemeyebilirdi ki. Doktorların dediği her şeyi yapmak, buna da razı olmak zorundaydı.  

***

Sonunda hastaneye yatmış ve midesine giden beslenme kanalı için karnından bir delik açılmıştı. Artık bundan sonra o kanaldan günde beş kez belli miktarda sıvı enjekte edilecek su ihtiyacı da aynı yolla karşılanacaktı. Bundan böyle, canı çok istese de hiçbir besini yeme ve içme imkanı olmayacaktı.

Bu, elbette kabullenilmesi ve de alışılması çok zor bir durumdu. Banyosu, yatması, kalkması her şeyi karnındaki o kanal varken son derece zor olacaktı. Ancak, bütün bu zorluklara katlanmak zorundaydı.

Hastalığı ile ilgili edindiği bilgilerden evrelerin ne olduğunu, başına gelecekleri iyi kötü öğrenmişti. Ama öğrenmek ve bilmek başka iş başa gelince katlanmak ve kabullenmek çok başka işti.

***

Karnındaki delikten beslenmeye başlayalı daha bir hafta kadar anca olmuştu ki, delikte enfeksiyon oluşmuş, bu da yetmezmiş gibi, bir şey yiyip içmese de ağız salgılarının akciğerine kaçması nedeniyle nefes almakta zorlanmaya başlamış, öksürük başlamış, ateşi yükselmişti.

Bu tablo istemese de tekrar acil servise başvurmasına neden olmuş, gider gitmez de yatırılması uygun görülmüştü. Yapılan tetkikler ve incelemeler sonunda zatürre olduğu anlaşılmış ve derhal antibiyotik tedavisine başlanmış, karın deliğinde gelişen enfeksiyon için de ayrı tedavi yöntemleri sokulmuştu devreye.

Zatürre, ALS’nin fıtratında vardı ve onu da yakalamıştı; hiç de iç açıcı değildi durumu.

Boğazında biriken salgı ve artıkların özel aparatlarla emilerek çıkarılması, tıp dilinde aspire edilmesi işlemi birkaç kez yapılmış, bu oldukça sıkıntılı yöntem onu daha da yormuş, canından bezdirmişti.

Artık iyice güçten düşen parmaklarıyla zor tutabildiği kalemle not defterine, bu şekilde yaşamak istemediğini yazmıştı.

Nefes almasını sağlamak için muhtemelen birkaç gün sonra trakeostomi operasyonu yapılacak ve nefes borusuna dışarı açılan bir delik açılacaktı.

ALS kendi seyrinde ilerledikçe kim bilir daha neler yaşayacaktı.

Kendisi gibi olan ve sayıları yüzdeye vurulduğunda diğer hastalıklara göre az olduğu için ilaç ve araştırma şirketlerinin kaynak ayırıp çözüm aramadığı ALS’ye yakalanmış diğer tüm hastalar gibi kaderine boyun eğmekten başka çaresi yoktu.

Belli ki, hastalığa dikkat çekmek ve tedavisi için araştırmalar yapılmasını sağlamak için kafalardan aşağı daha çok buzlu su dökmek gerekecekti...

Mustafa Tuğrul Turhan 

                                                                  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder