SİLİSYUM DİOKSİT...
(Bürokrasi Anıları)
Çanakkale
Valiliğinden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına gönderilen yazıda, Bakanlığın
Maden Dairesince verilen arama ruhsatlarına dayanılarak, Biga ilçesi
açıklarında deniz içinde silisyum dioksit arandığı görüntüsü verilip, deniz
kumu çıkarıldığı ve yürürlükteki Maden Yasasına göre, arama safhasında bulunan
cevherin %10’unun ticari olarak değerlendirilebilecek olmasından da
yararlanılmak suretiyle çıkarılan deniz kumların, İstanbul piyasasında inşaat
kumu olarak satıldığı, bu hukuk dışı faaliyetlerin çevreye önemli ölçüde zarar
verdiği ve ekolojik yapıyı tamamen tahrip ettiği belirtilip gereğinin yapılması
arz ve talep ediliyordu.
Konu, Bakan
tarafından Teftiş Kurulu Başkanlığımıza gereği yapılmak üzere havale edilince,
incelenmesi ve gerekirse soruşturulması için Başmüfettişliğimin uhdesine
verilmiş ve işin yürütülmesinde benimle birlikte çalışmak üzere bir de müfettiş
görevlendirilmişti.
İlk
değerlendirmelerden ortaya çıkan plana göre, inceleme konumuz, Biga sahilleri
ve açıklarında maden araması yapmak üzere verilen ruhsatlara dayanılarak
yürütülen faaliyetlerin gerçekten silisyum dioksit bulmaya yönelik olup
olmadığının, denizden çıkarılan kumların İnşaat kumu olarak kullanılıp
kullanılmadığının ortaya konulmasıydı.
Buna netlik
kazandırdıktan sonra duruma göre soruşturma aşamasına geçecektik. Bu nedenle, öncelikle
konuyu mevzuat açısından incelemiş ve ilgililerden de uygulamanın nasıl yürütüldüğüne
ilişkin bilgiler almıştık. Silisyum Dioksit, doğada kum içinde bulunan ve
gerekli elemelerden sonra elde edilerek cam imalatında ham madde olarak
kullanılan cevher’in adıydı. Gerçekten de son yıllarda deniz içinde
koordinatlar belirtilerek verilen ruhsatlara istinaden birçok bölgede silisyum
dioksit arama faaliyeti yürütülmekte ve bunların denetimleri, gerekli teşkilatı
bulunmayan Valiliklerce yapılamamaktaydı. Kaldı ki, bu faaliyeti yapanların
sadece ruhsatlarında yazan koordinatlar içinde çalıştıklarını ve silisyum
dioksit bulduklarını sürekli olarak kim nasıl denetleyebilirdi ki?. Açık
denizleri de kapsayacak şekilde arama ruhsatı verilmesiyle zaten her şey ruhsat
sahibinin insafına bırakılmış olmuyor muydu? Yani iş, baştan yanlış
görünüyordu.
O halde
yapılması gereken ilk iş, şikayete konu ruhsat bölgesine, yani Biga açıklarına
gidip, numune alarak analiz ettirmek ve gerçekten silisyum dioksit mi, yoksa
adi deniz kumu mu çıkarıldığının ortaya konulması olacaktı.
Her ne
kadar ruhsat dosyasında, koordinat sınırları içinde arama ve kısmen ön işletme
faaliyetlerinin yürütülmesi için ruhsat düzenlenmesi aşamasında Maden Dairesi
Başkanlığınca mahalline teknik bir heyet gönderildiğine ve bu heyetçe denizden
alınan kum numunelerinin, Maden Tetkik Arama Enstitüsünde (MTA) yaptırılan
analizlerinde, silisyum dioksit bulunduğunun belirlenmesi üzerine ruhsat
düzenlendiğine dair raporlar ve bilgiler olsa da, Çanakkale Valiliğinin
yazısında, silisyum dioksit var denilerek çıkarılan kumların İstanbul’da inşaat
kumu olarak satıldığının belirtilmesi dikkat alındığında, müfettişliğimizce de
yeniden numune alınıp analiz ettirilerek, deniz kumunda silisyum dioksit
olduğunun ve dosyada bulunan bu yöndeki bilgilerin teyit edilmesi gerekiyordu.
Şayet
silisyum dioksit belirlenirse, ruhsat alanı içinde madencilik faaliyetinin
yürütülmesinde mevzuata ve dolayısıyla hukuka aykırı bir durum olmadığı
sonucuna ulaşacak, aksi haldeyse, soruşturmayı derinleştirecektik.
*
Bu amaçla,
bir taraftan ruhsat sahibi Harun Ay’ın İstanbul’daki adresine yazılı bir
bildirim yaparak, belirttiğimiz günde, kum çıkartmakta kullandığı gemilerinden
birisi ile birlikte Biga Liman Müdürlüğünde olmasını istemiş, bir taraftan da
daha önce mahalline gidip, numune alarak analiz ettirdikten sonra silisyum
çıkarıldığına dair rapor düzenleyerek Harun Ay’a ruhsat verilmesini sağlayan,
Maden Dairesinde görevli 3 mühendise bu seyahatte bize eşlik etmelerini yine
yazılı olarak bildirmiş, bununla yetinmeyip, dosyada imzası bulunan bu mühendislerden
başka, Maden Dairesinde çalışmakta olan bir maden ve bir jeoloji mühendisini
daha objektif bir inceleme yapılması için heyetimize dahil etmiştik.
Amacımız, oluşturduğumuz
teknik heyetteki grevlilerin, hem ruhsatın verilmesini sağlayan numunenin,
nereden nasıl aldıklarına ilişkin olarak yapacağımız tatbikata eşlik etmelerini, hem de bizim numune almamıza şahitlik
etmelerini sağlayarak, bizim yaptıracağımız analiz sonuçlarının farklı çıkması
halinde herhangi bir itiraza meydan bırakmamaktı.
Böyle
kalabalık sayılacak bir ekiple Biga da nerede kalabileceğimizi bilmediğimiz
için, aynı zamanda mahalline gidişi gelişlerimizde kullanabilecek bir araç da
alabileceğimizi düşünerek, Bakanlığımızın ilgili kuruluşu Türkiye Kömür İşletmeleri’nin
(TKİ) Çan işletmesine ait misafirhanede yer ayırtmış ve yorucu bir otobüs
yolculuğunun ardından hep birlikte Çan’a gelmiştik. O gece istirahat edecek ve
ertesi sabah saat 10.00 da Biga Limanı Müdürlüğünde Harun Ay ile buluşup,
denizden numune alacaktık.
TKİ İşletme
Müdürünün o gece bizim için verdiği yemekte, mühendislerin hiç tatlarının
olmadığını, huzursuz olduklarını fark ettim ve bu izlenimimi diğer müfettiş
arkadaşımla paylaştım.
Geç saatte
odalarımıza çekildikten sonra birden rahatsızlandım. Üzerime şiddetli bir üşüme
geldi, sıtmaya tutulmuş gibi tir, tir titremeye başladım. Ağustos ayında
olmamıza rağmen, pike yedek battaniye ne varsa üstüme örterek hemen yatağa
girdiysem de titremem bir türlü geçmedi, hatta giderek daha da arttı. İç
çamaşırlarım ve pijamam su içindeydi. Bir şeyler yapmalıydım, ama yerimden
kalkamıyordum. Bir süre öylece yattıktan sonra zorlukla kalkıp, müfettiş
arkadaşımın kaldığı odanın kapısını çalıp ve bana hiç değilse bir aspirin
bulmasını istedim. Bir süre sonra bulup getirdiği aspirini içip çamaşırlarımı
da değiştirdikten sonra yeniden yattığımda gün aydınlanmaya başlamıştı. Gece
boyunca terlemem devam ettiği ve adeta kabuslar görerek uyumaya çalıştığım
için, sabah kahvaltı salonuna indiğimde son derece bitkindim. Fakat randevuya
da mutlaka gitmemiz gerektiğinden, iştahsız da olsam zorla bir şeyler yedim ve
ekiple beraber, işletmeden bize tahsis edilen pikaba atlayıp yola koyuldum.
*
Karabiga’ya
varır varmaz doğruca liman işletmesi müdürlüğüne giderek, bakanlık müfettişleri
ile randevusu olduğunu söyleyen birilerinin gelip, gelmediğini sorduk. Daha
randevu saatimize beş, on dakika olmasına rağmen Liman Müdürü, iki kişinin
geldiğini bizleri sorup, gelmemişler diyerek gittiği söylediğinde bu işte bir
gariplik olduğunu fark ettim. Adamlar onlarsa ve samimi olarak gelmişlerse,
neden beklemeden gitmiş olabilirdi. Muhtemelen, ya biz geldik, ama siz yoktunuz
demek için erkenden gelmiş ve hemen ayrılmış olabilirlerdi; ya da Liman Müdürü
ile anlaşmış, yalan söyletmişlerdi.
Beklemediğim
bu gelişme üzerine liman müdürüne; “biz buradayız, bir saat sonra tekrar
geleceğiz, gelirlerse mutlaka beklesinler yoksa gereğini yaparız dedikten sonra
yanından ayrıldım.
Çaresiz
ruhsat sahibini beklemek için sahildeki çay bahçelerinden birine oturmaya gittik.
Liman müdürünün hal ve hareketleri hiç güven vermemişti. Onun için, gereğini
yaparız diyerek imalı bir tehdit mesajı bırakmaya gerek görmüştüm. Gereği neyse
artık, o düşünsündü!.
Yaklaşık
bir saat sonra tekrar liman işletmesinin önüne tekrar geldiğimizde, birisi göbekli,
saçları usturaya vurulmuş, bakışı ve duruşu ile mafya babası görünümünde olan,
diğeri, zayıf, kara kuru, siyah takım
elbisesi içinde mafya babasının tetikçisi gibi görünen iki kişi, ön iki kapısı
açık İstanbul plakalı lüks bir Mersedes otomobilin yanında bekliyordu.
Mafya
babası görünümünde olanı, müfettiş bey biz geldik diyerek elini uzatıp adını
söylediğinde uzaktan yaptığım tahmin doğru çıkmıştı. Evet, bu ruhsat sahibi Harun
Ay’dı.
Bu adamlar sabah
neden gitmişler ve neden geri dönmüşlerdi. Acaba, benim durumdan kuşkulanmam
üzerine Liman Müdürüne yaptığım blöf mü etkili olmuştu? Her neyse, sonuçta
aradığımız adamlar karşımızdaydı.
Usulen
yapılan bir merhaba ve tanışma faslından sonra denize açılıp numune alacağımız gemiyi
sorduğumda Harun Ay, İstanbul’dan yola çıktığını, gelmek üzere olduğunu söyledi
ve ardından, gemiyi beklerken sahildeki restoranlardan birisine öğle yemeği
yemeyi önerdi. Vakit gerçekten öğle olduğundan ve tek başıma olmadığımdan
arkadaşların eğiliminin de bu yönde olduğunu görüp, teklifi kabul ettim.
Restorana
oturulduğunda, kalabalık taraf bizim ekip olduğu için hesapları bizim vermemiz
gerektiğini düşünüp, ona göre davranırken, yemeklerin sipariş aşamasında Harun
Ay, kimin ne içeceğini sorup, denize doğru rakının iyi gideceğini söyleyiverdi.
Tam, ekipten bazı arkadaşlar bu teklife olumlu yanıt verecekken, hemen devreye
girerek, biz memuruz mesai saatleri içinde içki içmeyiz diyerek önlerini
kestim. Harun Ay, canım ne var bir dubleden ne çıkar falan dediyse de, benim
olduğum masada memurlar içemez diye sert çıkarak kesin tavrımı belli edip
noktayı koydum.
Harun Ay, bozuntuya
vermeden ve utanma belasına bir duble rakı içtiyse de, hepimiz su veya kola
içtik.
Yemek
biteli epey bir zaman geçmesine karşılık, az sonra gelir denilen gemiden haber
çıkmamıştı. Bir duble içip gevşemiş olan Harun Ay’e gemiyi sorduğumda, biraz
fırtına olduğunu ve muhtemelen bu nedenle gelemediğini söyledi. Oysa ki,
aylardan Ağustos’tu ve geminin geleceği deniz, bir iç deniz olan Marmara idi.
Olur mu, falan dediysem de saatler geçmiş, zaten denize açılıp numune almak
için de çok geç olmuştu.
Restorandan
kalktığımızda ben, Harun Ay’a, ertesi sabah gemiyi mutlaka getirmesini sert bir
üslupla tembih ettikten sonra Çan’daki TKİ misafirhanesine hareket etmek
üzereyken o, lüks mersedesinin kapısını açıp, sahte bir kibarlık içinde beni ve
diğer müfettiş arkadaşımı, Çan’a arabasıyla bırakmayı teklif etti. Hiç tereddüt
etmeden bu teklifi reddederken, gözüm mersedesin ön kapısının cebine görünmesi
için özellikle konulmuş olduğunu düşündüğüm büyükçe bir tabancaya takıldı.
Harun Ay’ın
bize gözdağı vermek adına, tabancasının özellikle görülmesi için aracına davet
ettiğini düşünerek, bu gibi şeylerin bizi korkutmayacağını hissettirmek için,
silahı işaret ederek, “ne o bununla kuş mu vuruyorsun” diye alaycı bir üslupla
laf attım. Bu gibi durumlara çok alışkın ve silahı bilen biri havasıyla
yaptığım bu çıkış, Harun’u şaşırtmıştı. Ne diyeceğini şöyle bir düşünür gibi
oldu ve sonunda suçlu bir çocuk edasıyla,“yok efendim, bir iş adamı olarak
sadece korunmak için” şeklinde bir açıklama yapmak zorunda kaldı.
*
Sabah,
Çan’dan hareket edip, yeniden Karabiga Limanına geldiğimizde, ortalarda ne gemi,
ne de Harun Aydemir vardı. Aslında bunun böyle olacağı dünden belliydi. Ama
bazen ihtimal çok kuvvetli olsa da kesin tavır sergilemekte zorlanılıyordu
insan. İşte burada da böyle olmuş, daha olayı yaşamadan, sen gemiyi yarın da getirmeyeceksin
biliyorum diyememiştim. Zira bu, bir niyet okuma olacaktı. Ama artık, bu günden
sonra niyet açıkça ortaya çıkmış olacağından açık tavır koymak için her şey
müsaitti.
Öğleye
doğru Harun geldi ve yine geminin gelmemesiyle ilgili bir sürü bahane uydurmaya
başladı. Sözünü kararlı bir şekilde kestim ve o gün Karabiga’dan kiralamak için
gemi bakacağımı, şayet bulamaz isem ertesi gün İstanbul’a geçip, ilgili Vali Yardımcısıyla
görüşerek, kum işiyle uğraşanlardan bir gemi kiralaması için destek isteyeceğimi
ve gelip o numuneyi mutlaka alacağımı, devletin kendisinden çok daha güçlü
olduğunu, tüm bu işler için gereken finansmanı Madencilik Fonundan karşılatmaya
yetkili olduğumu, işin sonunda silisyum dioksit adı altında adi kum ticareti
yaptığının ortaya çıkması halinde, bu masrafları kendisine ödettireceğimi sert
bir üslupla ifade ettim.
Gerçekten
de bunları yapacaktım. Ne yani, kıçımıza bakarak geri dönecek değildik ya,
devlet isek gereğini layıkıyla yapacaktık. Nitekim bu konuşmam üzerine ekipten
bir mühendisin, Çanakkale Seramik fabrikalarının da bu civarda silisyum dioksit
çıkarttığını ve bu iş için kullandıkları gemileri olduğunu söylemesi üzerine
derhal Fabrikanın telefonlarını temin edip, yetkili kişiden gemiyi kullanmamıza
izin vermeleri için ricada bulundum. Ne var ki, gemilerinin zincir ve kepçe
donanımının, bizim numune alacağımız derinliğe ulaşacak uzunlukta olmadığını
öğrendim.
Bu
girişimimiz başarısızlıkla sonuçlansa da özünde faydalı olmuş, Harun Ay, bizim
numune almakta kararlı olduğumuzu iyice anlamıştı. İşlerin giderek sarpa
saracağını ve bizim sinirlenmeye başladığımızı fark etmiş olmalı ki, akşamüstüne
doğru geminin ertesi sabah mutlaka limanda olacağına dair yeminler etti. O gün için yapabileceğimiz başka bir şey
olmadığından, sabah gelip bakacağımızı, limanda gemiyi görmezsek doğruca
İstanbul’a geçeceğimizi söyleyip, Karabigadan ayrılıp misafirhaneye döndük.
*
Ertesi
sabah erkenden Karabiga limanına geldiğimizde gördüğümüz manzara bizi kahkahaya
boğdu. Limana yanaşmış olan büyük kum gemisinin güvertesinde Harun bir sağa bir
sola volta atıyor, kabak kafası güneşten parıl, parıl parlıyordu.
Hiç vakit
geçirmeden denize açılmıştık. Kaptan köşkündeki radardan bulunduğumuz yerin
koordinatlarını ve derinliğini görebiliyorduk. Geminin teknik donanımı da
oldukça iyi sayılırdı. Bir süre açıldıktan sonra numune almamız gereken
koordinatların oluşturduğu bölgeye geldiğimizde, ben radarı kontrol amacıyla kaptan
köşkünde kalırken, müfettiş arkadaşım mühendislerin usulüne uygun, çeyrekleme
metoduyla numune alıp almadıklarını kontrol etmek için, kepçelerle kumun
çıkarılıp döküleceği bölüme inmişti. Denizin yaklaşık kırk elli metre dibine
inip çıkan kepçelerin ve büyük demir makaralara sarılan kalın zincirlerin
çıkarttığı korkunç gürültüler arasında ilk kepçelerdeki kumlar dökülürken, müfettiş
arkadaşım birden geminin korkuluklarına yaslanmış ve denize düşmesine ramak
kalmış bir şekilde kusmaya başladı. Hemen aşağıya koştum, birkaç kişinin
yardımıyla onu da kaptan köşküne getirdiğimde, rengi benzi sapsarıydı, deniz
tutmuş olmalı diye düşünerek, istirahat etmesi için onu, kaptan köşkündeki
kanepeye yatırdık.
O dakikadan
sonra numunelerin alınmasının da, daha önce Maden Dairesinde görevli
mühendislerce numune alınan koordinatlarda olduğumuzun kontrolü de bende oldu. Neyse
ki, bundan başka bir olumsuzluk yaşamadan yeni numuneler alındı ve torbaların
ağızları kırmızı mumla mühürlenerek bağlandı.
Her şey
kuralına uygun yapılmıştı. Bundan sonrası daha kolaydı. Artık Ankara’da bu
numuneler analiz ettirilecek ve çıkacak netice bundan sonra izleyeceğimiz yolu
belli edecekti.
*
Ekiple
birlikte Ankara’ya döndükten sonra getirdiğimiz numuneleri analiz edilmek üzere
tutanakla MTA genel müdürlüğüne teslim ettik. Bir süre sonra verilen analiz
raporlarından numunelerin silisyum dioksit içermediğini, adi deniz kumu
olduğunu öğrendik.
Oysa Harun
Ay'a, deniz kumunda silisyum dioksit var raporu ve bilgisi üzerine ruhsat
verilmişti. Demek ki, bu doğru değildi ve gerçek Çanakkale Valiliğinin
yazısında belirtildiği gibiydi; denizden silisyum dioksit bahanesiyle
bildiğimiz adi deniz kumu çıkarılıp inşaatlarda kullanılıyordu. İşte bunu
tespit ettikten sonra işimiz daha yeni başlamıştı. Çünkü bundan sonra sahada
silisyum dioksit varmış gösterilen analiz raporunun MTA tarafından usulsüz
olarak mı düzenlendiğini, yoksa sahadan alınmış numune gibi gösterilerek, MTA
ya, başka bir yerden elde edilen silisyum dioksit örneklerinin mi verildiğini
ortaya çıkartmak, suiistimalin kimlerin yaptığını aydınlatmak gerekecekti.
*
MTA da yapılan
araştırmamızda, sahada silisyum dioksit olduğuna ilişkin analiz raporuna esas
teşkil eden şahit numuneler olduğu söylenen bir torba içindeki silisyum
dioksitler ele geçirmişsek de bu torbadakilerin gerçekten Karabigadan alınıp
analize verilen örneklere mi ait olduğu, yoksa bizim soruşturma nedeniyle
MTA’lıların kendilerini temize çıkartmak adına sonradan bir yerlerden getirttikleri
silisyum dioksitler mi olduğunu anlayabilmemize olanak yoktu. Çünkü bunu
ispatlayacak bir başka numune alma sistemi mevcut değildi. Kaldı ki, bu
suiistimali MTA laboratuarlarında yapılmış olsa, bizim verdiğimiz numuneler
için de silisyum dioksit içeriyor raporunun verilir ve işin açığa çıkmasının
önüne geçilebilirdi.
Hal böyle
olunca, kuşkularımız sahadan numune almaya gitmiş olan ekibin, numune almadan
bir başka yerden getirilmiş hazır silisyum dioksit örneklerini MTA’ya vermiş
olabileceği olasılığı üzerinde yoğunlaştı. Öncelikle bu hususu sahadan numune
almış olan ekipteki mühendislere ve topografa sormak istedik ve ağız birliği
yapmalarını önlemek için, hepsini bir odaya topladıktan ve başlarına bir memur
görevli koyduktan sonra tek, tek görüşüp ifadelerini almaya başladık.
Yazılı
olarak ifadesini aldığımız kişiyi diğerleriyle görüştürmeden gönderip, bir
diğerini ifadeye çağırdık. Böyle yapınca, bir diğerinin ne cevap verdiğini
bilmeyen ekip elemanları, detay sorulara çelişkili cevaplar verdi ve ortaya
birbirinden farklı üç ifade çıktı.
Aslında,
üçünün de daha önceden çalıştıkları, muhtemel sorulara nasıl cevap verecekleri
konusunda hazırlık yaptıkları her hallerinden ve verdikleri ifadelerinden belli
olmuyor değildi. Ancak, daha önce çalışmadıkları akıllarına getirmedikleri,
numune almak için Karabigaya hangi güzergahtan gittikleri, numune almaya hangi
gemiyle çıktıkları gibi detay sorularda bocalayıp farklı yanıtlar verdiler.
Mesela üçü de sahadan numune almak için denize açıldıkları geminin adının
“Kısmetim 1” olduğunu söyledi ama, denize hangi noktadan açıldıkları konusunda
çuvalladı. Birisi Karabiga dedi, birisi başka bir liman ismi verip oradan
açıldıklarını ve denizden numune aldıktan sonra tekrar oraya döndüklerini,
Karabiga’ya hiç uğramadıklarını söyledi, birisi, nereden çıktıklarını hiç
hatırlamadı. Keza, numuneyi MTA'ya kimin verdiğine ilişkin olarak, üçü de çelişkili
cevaplar verdi.
Özellikle
geminin çıkış yaptığı ve döndüğü limana ilişkin çelişkili ifadeler, bizi ister istemez ismi Kısmetim 1 olarak verilen
geminin o günlerdeki rotasının ve bulunduğu limanların araştırılmasına
yöneltti. Bu amaçla, öncelikle Karabiga Limanının kayıtlarını incelediğimizde,
araştırmaya konu tarihler arasında bu isimde bir geminin, bu limana giriş
yapmadığını gördük, buna dair liman bilgilerini içeren belgeleri onaylatıp
aldık.
*
Sonra bu
bilgileri çapraz kontrol etmek amacıyla, Ulaştırma Bakanlığı bünyesindeki Deniz
Ulaşımı Genel Müdürlüğü nezdinde girişimde bulunarak, Kısmetim 1 adlı geminin
rotasına ilişkin bilgileri içeren, seyir defteri kayıtlarını istedik.
Ülke
sınırları içinde aktif işletmede olan tüm gemilerin seyir defterlerine ilişkin
bilgileri vermek durumunda oldukları bu genel müdürlükten gelecek bilgi ve
belgeler bu konunun aydınlanmasına çok yardımcı olacak, ifadeleri alınan ekip
üyelerinin doğru söyleyip, söylemediği, geminin hangi limanlara uğrayıp, uğramadığı,
kısacası gerçeğin ne olduğu anlaşılacaktı.
Anılan
genel müdürlükten bir süre sonra gönderilen resmi yazılı cevap bizi çok ama çok
şaşırtmıştı. Tamam, geminin, ruhsat verilme aşamasında Maden Dairesinden
gönderilen mühendislerin belirttikleri limanlara uğramamış olması gibi bir
yanıtı zaten bekliyorduk ama, “Kısmetim 1” isimli geminin yıllar önce hurdaya
çıktığı ve jilet fabrikasına gönderildiği, o günden sonra da bu isimde
işletmeye alınan bir başka geminin de olmadığı bilgisini bırakın beklemeyi, hayal
bile etmemiştik.
Belli ki,
birileri bu usulsüz ruhsat verme işinin bu kadar detaylı incelenebileceğini
akıllarına bile getirmemiş, rasgele sallamıştı. Gel gör ki, yanlış hesap bizim
soruşturmadan dönmüş, şimdi ayaklarına dolanmıştı.
*
Bu taze
bilgiler üzerine deniz kumunda silisyum dioksit var göstererek Harun Ay'a usulsüz ruhsat verilmesini ve denizin ekolojisinin tahrip edilmesini sağlayan
mühendislerin ifadelerine yeniden başvurup, önceki ifadelerinde belirttikleri Kısmetim
1 isimli bir geminin olmadığına ve dolayısıyla, numune aldık dedikleri
tarihlerde bu isimde bir geminin Karabiga Limanına girişi çıkış yapmadığına
dair belgeleri gösterdiğimizde, artık söyleyecekleri hiçbir şey kalmamıştı.
Birisi,
denize hiç açılmadan, kendilerine verilen numuneyi MTA’ya verdiklerini ve sanki
denizden numune almış gibi tutanak düzenlediklerini itiraf etti. Birisi
yalanında ısrar etmeye çalıştı, birisi de Ankara’dan hiç ayrılmadığını,
arkadaşlarının düzenlediği tutanağı imzaladığını söyleyerek, usulsüzlüğü bir
başka yönden itiraf etti. Böylece, bu teknik ekibin denizden hiç numune
almadan, kendilerine verilen silisyum dioksit örneklerini, denizden aldıkları
numuneymiş gibi gösterip, MTA’ya verdikleri ve doğal olarak, çıkan olumlu
rapora istinaden de Harun Ay’a, belli koordinatlar içinde, denizde
silisyum dioksit raporu verilmesine imkan sağladıkları çok net olarak ortaya
çıktı.
*
Müfettişliğimce
düzenlenen raporla, usulsüz ve yolsuz işlemler neticesinde verilen ruhsat feshedildi. Ekip üyesi mühendisler, disiplin ve idari yönlerden cezalandırmanın
ötesinde, konunun Türk Ceza Kanunun yönünden de soruşturulması için, Cumhuriyet
Savcılığına suç duyurusunda bulunuldu.
*
Meslek
yaşamımdaki bir soruşturma daha böylece neticelendi. Yorgun olsam da görevimi
başarıyla yapıp bir yolsuzluğu daha ortaya çıkartmış olmam her şeye bedeldi.
----0---