18 Şubat 2017 Cumartesi


Bu anı öykümüsiyasi mücadeleleri nedeniyle maddi manevi kayıplar yaşayanlara ithaf          ediyorum...


NURTEN VE SİYASET


Lise yıllarımdaki sevgililerimden birisi de Nurten’di. Nurten, en uzun süren ve en derinden bağlı olduğum gönül meselemdi. Evleri, bizim mahalleye çok yakın olduğu için, geceleri anneleri eşe dosta misafirliğe falan gittiğinde benim genellikle arkadaşlarımla birlikte orada vakit geçirdiğimi bildiğinden doğrudan Karaoğlan bakkalının olduğu köşeye gelip beni bulur, sokak, sokak gezerdik. El ele, sarmaş dolaş. Ufak, tefek, minyon tipli ve esmer güzeli bir kızdı Nurten.

Mahalleden Akif isminde bir genç arkadaşımız da çok peşinden koşmuşsa da ona hiç yüz vermemiş, beni tercih etmişti. Oysa ki, Akiflerin, Saman Pazarında ve Ulus halinde pastırma, sucuk attıkları bir şarküteri dükkanı, Amerikan Chevrolet arabaları vardı. Kısacası, zenginlerdi ve bu da herkes tarafından bilinirdi. Ama, gönül işte, Nurten bunların hiç birisine değer vermemişti.

Nurten’in, zengin lüks arabası olan bir erkeği değil de hiç tereddütsüz bir kendi halinde bir memur ailesinin çocuğu olan beni seçmesi, aslında olağan işlerden sayılırdı. Bu davranış biçimi, bizim gençlik dönemi kızlarının büyük çoğunluğunun ortak özelliğinin tipik bir örneğiydi. O zamanın kızları, paradan, maldan, mülkten çok, sevginin, aşkın peşinden giderlerdi. Gönüllerini kaptırmaları için erkeğin paralı pullu değil, düzgün, mümkünse yakışıklı, ama mutlaka adam gibi adam olması gerekirdi. Gerisi boştu. Ha o zamanlarda da parayı, malı mülkü tercih edenler yok muydu? Elbette vardı, ama bu tipler çok azınlıktaydı ve sanıyorum bizim etrafımızda hiç yoktu, varsa da bunu belli etmekten utandıkları için olsa gerek bizimle temaslar olmazdı, olamazdı.

Keza, o zamanın erkekleri de para, mal, mülk gibi maddi değerlerden çok kendilerine güvenir, sevgilerini sunarlardı. Bir kızı maddi değerleriyle elde etmektense, hiç etmemeyi yeğlerlerdi. Aileleri zengin olan bazı arkadaşlarımız, kız arkadaşları onları gerçekten sevse de acaba gerçekten seviyor mu, yoksa malım mülküm için mi yanımda endişesini yaşardı.

***

İşte Nurten, bu değerlerin egemen olduğu, sevgiye değer veren, hesapsız kitapsız, o meşhur deyimle delikanlı bir kuşağın kızlarındandı. Mertti, lafını dolandırmadan söyler ve yaptığı ve yaşadıklarının arkasında dururdu.

Biz de sevdiğimiz kızları, deyim yerindeyse namusumuz olarak görür, uğurlarına her şeyi göze alırdık. Mahalledeki bütün gençler de hangi kızın kimin sevgisi olduğunu bilir ve ona göre davranırdı. Arkadaşlarımızdan birisinin sevgilisi olan kız, artık bizim dünya ahret kardeşimiz sayılırdı. Ona birisi yan gözle bakacak olursa karşısında bizi bulurdu. Racon böyleydi.

Yaz günleri akşam güneşin batma saatlerinde, yanıma bir iki arkadaşımı alır, Köylüler sokağa gider ve birkaç kez Nurten’lerin evinin önünden geçerdim. O da geleceğim saatleri bilir ve pencereye çıkardı.

Bir doğum günümde bana elleriyle örüp hediye ettiği, önünde ismimin baş harfi bulunan kırmızı süveter, arkadaşlarımın arasında dillere destan olmuştu.

***

Gençlik dönemimizin başlarında ülkede siyaset başka boyutlar kazanmış, gençlik öncesinde hiç olmadığı kadar ülke meseleleriyle ilgilenmeye başlamıştı. Ben ve yakın arkadaş çevrem siyasete pek yakın değildik, ama bir gün kendilerine ülkücü diyen bir gurubun saldırısına uğradıktan sonra, neler olduğunu anlamaya çalıştık. Firuz, Ali, ben ve birkaç arkadaşımla kitaplar okuduk, analizler yaptık. Sabit gelirli ailelerin çocukları olarak, mevcut siyasi iktidarı savunan gurupların karşısında olan sol gruplar içinde yerimizi aldık.


Kısa süre içinde siyaset bizim her şeyimiz oldu. Artık, dünyaya ve olaylara çok daha farklı bakıyorduk. Bu çevredeki arkadaşların büyük çoğunluğunca, ezilen ve sömürülenler için kavga verirken, aşkla meşkle uğraşmaya çok gereksiz ve anlamsız bir iş olarak bakılıyor, hatta ayıp sayılıyordu.

Bu süreç içinde Nurten’le görüşmelerimiz aksamaya, giderek seyrekleşmeye başladı. Her geçen gün birbirimizden uzaklaşıyorduk. Bunda, benim Nurten’e eskisi kadar vakit ayırmamanın ötesinde neredeyse ilgilenmememin olduğu kadar, Nurten’in de benim gecemi gündüzümü siyasete vermek istememe karşı çıkmasının, bu yeni durumun bana zarar vereceğinden endişe duymasının da önemli payı vardı.

Siyasi mücadele, adeta Nurten’le aramıza bir kara kedi gibi girmiş, ilişkimiz soğumuş birbirimizi görmez olmuştuk.

Artık bizim kız arkadaşlarımız, sırtında asker parkası, ayağında postal olan, süslenmeyen, makyajsız devrimci kızlardı. Ne aşk ne sevgi, ne de cinsellik. Düşünmek bile davaya ihanetti.

***
  
Tabi işsiz güçsüz olup aileye yük olmak da devrimciliğe yakışmıyordu. Bizimkilerin yakın ahbapları olup, SSK’da personel dairesi başkanı olan bir ağabeyimiz vasıtasıyla bu kurumda işçi olarak işe başladım ve üyesi olduğum sendikada siyasete hız verdim. O dünya içinde ne Nurten vardı ne de başkası. Artık işçi sınıfı için mücadele ediyor, işten arta kalan zamanlarımda sendikanın yayın organı olan aylık gazetenin mizanpajının yapılmasında Türkiye İşçi Partili İlhan Akalın abiye yardım ediyordum.

Sonra bir gün, zamanın hükümeti, belli iş kollarındaki işçileri memur yapma kararı aldı. Benim çalıştığım kurum da bu kapsamda olunca, sendikamızın genel başkanı Türkiye İşçi Partili Özcan Kesgeç’in önderliğinde yönetim kurulunca alınan karar doğrultusunda, hükümetin kararını protesto direnişine başladık. Büyük baskılara rağmen direndiysek de sonunda içinde içi temsilcisi ağabeylerimizin de olduğu küçük bir gurupla işten atıldık.

İşsiz kaldığım sürede hep sendikada oldum. Bir gurup arkadaşımla sendika yönetimini almak için mücadele verdiysek de başarılı olamadık ve sonunda EGO işletmesinin açtığı sınavı kazanarak, memur olarak burada yeniden işe başladım. Hayat işte böyle garip çelişkilerle doluydu. Memur olmamak için direnip işten atılmıştım, ama sonunda sınava girip memur olmuştum.

EGO’daki günlerimde de 1980 askeri darbesi olana kadar siyasetin içinde olmuş, sol siyasetin, gençlik hareketi olmaktan kurtulup gerçekten işçi sınıfına mal olması için ciddi uğraşlar vermiştim. Ve bu uğraşlarımın, içinde yer aldığım siyasi hareket tarafından kale bile alınmadığını, onlar için, geceleri duvarlara slogan yazmanın, belinde silahla dolaşmanın çok daha kıymetli eylemler olduğunu üzülerek görmüş, siyaseti çok daha dar bir çevrede yürütmeye başlamış, yaşadıklarımı sorgulamaya başlamıştım.

***

Kafamın karışık olduğu bu günlerde, uzundur görmediğim, ilişkimizin devam edip etmediği bile belli olmayan Nurten, EGO’ya beni ziyarete gelip, daha çok askerlerin çalıştığı Harita Müdürlüğünde işe girdiğini, çalıştığı yerde kendisine ilgi duyan bir asteğmen olduğunu, onunla ciddi görüşmeyi düşündüğünü söylemişti.

Sanıyorum, kendi açısından son kez üzerine düşeni yapmaya çalışıyordu. Çok da haklıydı. Elbette başka dünyalara yelken açıp aniden ortalardan kaybolan beni, cumbanın arkasında rastık çekerek, yastık dikerek bekleyecek değildi.  

Nurten’e mutluluklar dilemekten başka hiçbir şey söyleyememiştim. Hayat devam ediyordu...


                                                          -0-


1 yorum: