23 Nisan 2017 Pazar



DEDEMİN DÜKKANI...

Bizim çocukluğumuzda yaz tatili demek, daha çok memleket ziyareti demekti; ya da bizim için öyleydi. Babam iznini aldığında çoğunlukla Niksar’ın yolunu tutardık.

Dedem sağdı ve onun evinde kalırdık. Evin önünden geçen yolun hemen alt kısmından  akan Çanakçı ırmağının kenarı en sevdiğim yerdi. Orada eşeğe biner, ırmağa taş atar saatlerce oynardım.

Sabahları ben uyandığımda dedem çoktan dükkanına gitmiş olur, akşam üzeri dükkandan dönünce de yemeğini yer ve odasına çekilirdi. Aynı evde kalsak da yüzünü çok ender görürdüm. Bu, her gün böyleydi. Ne zaman sorsam, dedem ya dükkana gitmiş, ya da dükkandan gelip istirahata çekilmiş olurdu.

Deden dükkana gitti. Deden dükkandan geldi. En sık duyduğum cümlelerdi. Bu sözleri dinledikçe, çok merak ederdim dedemin dükkanını; bu hiç aksatmadan sabah erkenden gidip açtığı ve akşama kadar durduğu dükkanda ne satardı, ne iş yapardı? Kimselere sormaz, ama merak ederdim.
*
Bir gün yataktan kalktığımda babam, beni dedemin dükkanına götüreceğini söylediğinde  sevinçten deliye dönmüştüm. O çok merak ettiğim dedemin dükkanını nihayet görecektim.

Dedemim son derece düzenli gidiş gelişenden o dükkanın çok yoğun bir iş yeri olduğunu tahmin ediyordum.

Fakat dükkana girdikten kısa bir süre sonra bu tahminimde yanıldığımı anlamış ve büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Dükkan denilen, sekiz, bilemedin on metrekare yerin, masif ahşap, oymalı ve üzerinde tomağı olan iki kanat kapısı, içeri doğru açıldığından mekan olduğundan daha küçük görünüyordu. Etrafta,  bir iki telis çuval içinde keçiboynuzu, iğde, nohut, pirinç gibi malzemeler, duvarlarda ise birkaç boş heybe asılıydı.

Uzun sayılacak bir süre dedemin yanında Karadeniz işi küçük oturaklarda oturmamıza rağmen ne gelen olmuştu, ne giden. Kafamda canlandırdığımın tam tersine çok sakindi.

Peki, o halde dedem burayı neden bu kadar önemsiyor ve şaşılacak bir disiplin içinde gidip geliyordu? Bunu, üzüleceklerini düşünerek, ne dedemin kendisine, ne de babama soramamıştım.

Ama bu sorunun cevabını yıllar sonra kendim bulmuştum. Siyasi nedenlerle çok erken yaşta emekli olmaya zorlanıp da, derin bir boşluğa düştüğümde dedemin dükkanının ne olduğunu çok iyi anlamıştım.

O dükkan, dedem için bir para kazanma aracı değildi. Oradan maddi bir beklentisi yoktu, çünkü paraya ihtiyacı bulunmuyordu. O dükkan, dedem için bir vakit geçirme bir oyalanma yeriydi.

Dedem, kendi kendisini emekli ettikten açtığı o dükkana, aktif zamanlarında edindiği iş disiplini ve ahlakı ile gidip geliyordu. Yıllarca çalışmıştı ve ondan sonra evde hiçbir iş yapmadan oturamıyordu. Yılların alışkanlığıyla, sanki faal olarak işleyen bir dükkanı varmış gibi, sabah erkenden gidiyor, akşam saatlerinde dönüyordu. Çalışmak onun karakteri, karakteri de yaşam tarzıydı.
*

Bu ahlak ve disiplin damarı, babamda da aynen devam etmiş, ondan da bana geçmişti.

Tıpkı onlar gibi, benim içinde işim, her zaman en önem verdiğim değer oldu. Belli bir disiplinle çalıştım ve boş kalmayı hiç sevmedim.

Zorunlu emeklilikten sonra boş kalmaktan sıkıldığım her an, keşke benim de dedeminki gibi hiçbir şey satmayacağım, ama sabah gidip akşam geleceğim bir küçük dükkanım olsaydı dediysem de maalesef öyle bir dükkana hiçbir zaman sahip olamadım.

                                                                     --0--





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder