5 Mayıs 2017 Cuma




AVANTA ÖDENEKLER...

Eskiler çok iyi hatırlar, bir zamanlar Cumhuriyet’in ilk yıllarında Atatürk’ün önderliğinde İzmir İktisat kongresinde alınan kararlar doğrultusunda ekonomik bağımsızlığı kazanmak amacıyla kurulan ve madencilik, metalurji ve bankacılık alanlarında önemli faaliyetlere imza atan bir Etibank vardı. Etibank, bir Kamu İktisadi Teşekkülü Genel Müdürlüğü olarak, Enerji ve Tabii kaynaklar Bakanlığının ilgili kuruluşuydu.

Başmüfettişliğim uhdesine verilen yeni iş, bu kuruluş ve bağlı ortaklığı olan Karadeniz Bakır İşletmeleriyle ilgiliydi. Etibank ve Karadeniz Bakır İşletmelerinin, kendi yaptıkları yayımlanmamış bir yönetmeliğe dayanarak, genel müdüre aslan payını vermek suretiyle, yukarıdan aşağıya unvanlı her memuruna “temsil ödeneği” adı altında ek bir ödeme yapıyor olması soruşturmanın konusunu oluşturuyor ve soruşturmayı kurumu denetleyen Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu istiyordu.

Aslında Kamu İktisadi Teşekküllerinde, kurum faaliyetleriyle ilgili verilen resepsiyon, iş yemeği v.s gibi harcamaların karşılanması için, belgelendirilmek koşuluyla, Genel Müdür’e belli miktarda bir harcama yetkisi, kurumun bütçesiyle verilmişti ve bunun adı temsil ödeneğiydi. Ancak, bu iki kurumun yönetmelik çıkartarak yukarıdan aşağıya, adeta bir maaş gibi dağıttığı ödemelerin, bütçe ile verilen temsil ödeneğiyle uzaktan, yakından hiçbir ilgisi bulunmamaktaydı. Bütçede bulunan ödeneği harcama yetkisi sadece genel müdüre verilmiş ve belgelendirilmesi koşuluyla belli miktarlarla sınırlandırılmış olmasına karşılık, yönetmelikle verilen temsil harcamalarıysa, bir ek gelir olarak herhangi bir belgelendirme aranmaksızın hemen herkese dağıtılmıştı.

Aslına bakılırsa, kurumların üst yönetimleri, önce kendileri için böyle bir gelir kaynağı yaratmışlar, daha sonra bunun göze batması ve giderek, şikayet konusu yapılması üzerine yakın çevrelerinden başlayarak en alttaki unvanlı memura kadar, giderek azalan miktarlarda ek gelir sağlayarak kendi aslan paylarını garantiye almaya çalışmışlardı.

Temsil ödeneği adı altında yapılan ek ödemelerin miktarlarına bakıldığında bu durum hemen sırıtıyordu. Tabi burada üzücü olan,  çalıştıkları kurumda usulsüz işlerin yapılmasına her durumda karşı çıkmaları gereken, Teftiş Kurulundaki müfettişlerin, hukukun üstünlüğünü herkesten çok koruması gereken Hukuk Müşavirlindeki avukatların da bu ek gelirden küçük bir pay almaları ve bunun karşılığında susmalarıydı. Yani, kurum çalışanlarınca, üç kuruşa teslim olunmuş, genel müdür ve üst yöneticilerin kamu paralarını har vurup, harman savurmasına sessiz kalınmıştı.

Soruşturmaya başlar başlamaz ilk iş olarak, bir yazılı talimat ile bu ödemeleri inceleme sonuna kadar durdurdum.

Konuya ilişkin dosyaları ve sözde mevzuatı inceledikçe işin garabet ve vahameti daha net ortaya çıkıyordu. Uygulama sadece ve sadece Etibank yönetim kurulunun çıkarttığı, resmi gazetede yayımlanmamış bir yönetmeliğe dayandırılmış ve yıllarca sürdürülmüştü. Genel müdür her istediğinde, hiçbir sarf belgesi istenmeksizin, bir imza karşılığında muhasebe dairesince kendisine ödeme yapılmıştı.
Üç aşağı beş yukarı genel müdür yardımcılarının durumu da aynıydı, fakat çektikleri para miktarı genel müdürünki kadar değildi. Genel müdür’ün bir yıl içinde aldığı ödenek tutarı, mübalağasız o yıllarda, yani 1980’i 90’lara bağlayan yıllarda,  Ankara’nın gözde semtleri olan Emek veya Bahçelievler’de lüks bir apartman dairesi alacak kadardı. Bugüne uyarlanırsa, bir bir buçuk milyar civarındaydı.

Hal böyle olunca, genel müdür başta olmak üzere, üst yöneticilerin bu kadar ciddi tutarları Etibank’ın hangi işleri için harcadıklarının bilinmesi gereği ortaya çıkmış ve ben de birer resmi yazı ile genel müdür ve onun arkasından yine yüksek sayılacak meblağlar alan genel müdür yardımcıları başta olmak üzere bu ek ödeneği kullanmış olan üst düzey kurum personeline aldıkları ödenekleri nerelere harcadıklarını sormuş ve varsa belgelendirmelerini istedim.

Ve aynı işlemi, Etibank’ın Bağlı Ortaklığı konumundaki Karadeniz Bakır İşletmeleri Genel Müdürlüğü personeli için de yapmıştım.

***

Ortalığın karıştığını hissetmemem mümkün değildi. Aklıma gelmedik mercilerden, dolambaçlı yollarla baskılar alıyordum. Bir keresinde, Teftiş Kurulumuzun Başkan Vekili Y. Ç. çağırmış ve Süleyman Demirel’in sağ kolu, Bakanlık eski müsteşarı, Necdet Seçkinöz’ün konu hakkında bilgi istediğinden falan söz etmiş, konuşmasının her bölümünde bak devletin üst kademelerinden de konuyla ilgileniyorlar bu işi uzatma ve uygun bir şekilde kimseyi rahatsız etmeden bitir demeye getirmişti.

Onun gibi adamlar için üst makamlar her şeydi; onlara kul köle olur, ses bile çıkartamaz, ama alt kademelerdekileri acımasızca ezerlerdi. Güçleri garibanlara yeterdi. Üstelik Y.Ç. vekaleten yürüttüğü Teftiş Kurulu Başkanlığına asaleten atanmak uğruna her şeyin süt liman olmasını istiyordu ve bunun için her türlü tavizi vermeye, eski, yeni nüfuzlu kim varsa desteğini almak için her şeyi yapmaya da hazırdı.

Lakin benim böyle bir derdim yoktu. O nedenle de işimin gereği neyse, hukuk ne diyorsa, onu yapmaya kararlıydım. Kaldı ki, işime müdahale edilmesinden hiç hoşlanmadığımdan, her zamanki gibi, bu tür baskılar bende ters etki yapmış, daha da sıkı çalışmama neden olmuştu.

***

Etibank Genel Müdürlüğünün Sıhhiye semtinde bulunan tarihi binasının 5. katında ve Karadeniz Bakır İşletmeleri Genel Müdürlüğünün Ziya Gökalp Bulvarı üzerinde bulunan binasının en üst katında tarafıma tahsis edilmiş olan odalarda yürüttüğüm incelemelerde neredeyse sona yaklaşmıştım. Aslında her şey o kadar açıktı ki, incelenecek pek fazla bir şey de yoktu. Zamanımı, yıllar içinde kimin ne kadar ödenek aldığının tespitini yapmak alıyordu.

İşte bu tespitleri yapmaya çalıştığım günlerden birinde Etibank Genel Müdürü Taşkın Akdeniz, beni bir çay içmek ve konu hakkında görüşmek üzere makamına davet etti. Bir an için bu davete icabet edip etmemekte, siz benim yanıma gelin deyip, dememekte tereddüt ettiysem de sonunda, bu tür bir davranışın varacağım neticeye gölge düşürebileceği ihtimalini gözeterek, daveti kabul ettim ve randevulaştığımız gün ve saatte genel müdür’ün yanına gittim. Odasına girdiğimde yalnız olmadığını, tanımadığım birisinin daha orada olduğunu gördüm. Bu manzaradan pek hoşlanmadığımı hisseden genel müdür, hem bu nedenle, hem de biraz sonra konuşacağımız konunun kendisi için çok önemli olması nedeniyle  olsa gerek, beni abartılı bir saygı ile karşıladı. Masasının önündeki koltuklardan birinde oturmakta olan misafirinin, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyesi ve Etibank’ı denetleme grubunun başkanı Nail bey olduğunu, konuyla ilgili olması nedeniyle görüşmeye davet ettiğini söyleyerek ikimizi tanıştırdıktan sonra telaşlı hareketlerle, yapılacak görüşmeye çok önem verdiğini ifade etmek için sekreterine, kim ararsa arasın telefon bağlamamasını ve içeriye kimseyi almamasını söyledi.


Temsil harcaması konusunun incelenmesini ve gerekirse soruşturulması,  Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun bankayı denetleyen bu gurubu istediğinden, bu gurubun başkanının da orada olmasını pek yadırgamadım.


 Genel Müdür, ağzında bir sürü şey geveliyor bir türlü esasa gelemiyordu. Derdi, müfettişliğimce kullanımı durdurulan bu ödeneklerin tekrar uygulamaya açılması ve birkaç basit rötuş yapılarak devam ettirilmesiydi. Ama bunu açıkça söyleyemiyordu. Uzun süren konuşması çok sıkmıştı. Dönüp dolaşıp aynı şeyleri söylüyordu. Zaman, zaman üyeden destek almak için topu ona atıyor, o da sıkıntılı bir şekilde Genel Müdüre destek mahiyetinde bir şeyler söylemeye çalışıyordu.

Başlangıçta orada olmasını yadırgamadığım bu üyenin ne için oraya çağrıldığı, yavaş, yavaş ortaya çıkmaya başlamıştı. Adam, Genel Müdüre destek olmak ve işi tavsatmak için oraya gelmişti. İncelemeyi kendi grupları istemiş olduğundan, bu bir çelişki gibi görünse de maalesef durum böyleydi. Şaşırmamak ve sinir olmamak mümkün değildi.

Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu üyesi bir ara, “bakın biz konunun incelenmesini istedik, ama” falan diye başlayıp bana işi nasıl yapmam gerektiğine ilişkin ders vermeye kalkınca sabrım taştı. Adamın sözünü bitirmesini beklemeden, “bakın” diye araya girdim ve “siz incelemeyi ve soruşturmayı istediniz biz de bakanlık olarak yapıyoruz, dolayısıyla bunun nasıl yapılacağı benim bileceğim bir iştir. Görüyorum ki, konunun soruşturulmasından rahatsızsınız, peki, o halde incelenmesini ve soruşturulmasını neden istediniz? Sizin yetkileriniz incele ve soruşturma isteminde bulunduktan sonra bitmiştir. Şimdi, bırakınız da ben yetkilerimi kullanabileyim sayın üye” dedim. Üye o an donup kaldı. Ve bir daha ağzını açamadı. Ben de hemen ayağa kalktım ve “benim için görüşme bitmiştir beyler” diyerek, oradan ayrıldım.

Önceleri bu durum, yani hem incelemenin Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunca istenmiş olması, hem de Nail bey’in temsil ödeneği uygulamasını savunması bir çelişki gibi gelmiş ve beni oldukça şaşırtmışsa da, daha sonra Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu üyesi Nail bey hakkında, bir iki kimsesiz çocuk okutuyorum gerekçesiyle, genel müdürün bu ödenekten aldığı paradan her ay belli bir miktar pay almakta olduğu, doğduğu şehrin kültür dayanışma derneğince zaman zaman düzenlenen yemekli eğlence gecelerine ait davetiyeleri, parasını bu ödeneklerden karşılayan genel müdüre sattığı, Nail bey’in, bu söylentilerin yayılması nedeniyle Yüksek Denetleme Kurulunda da sıkıntılı günler geçirdiğini, konunun bakanlığımızca incelenmesi ve soruşturulması için düzenlenen raporun, Başbakanlık Yüksek Denetlemedeki Etibank grubunun diğer denetçilerinin ısrarlı talepleri doğrultusunda hazırlandığı şeklindeki bilgiler bizzat denetleme gurubunun bazı üyelerince tarafıma iletildiğinde kafamdaki sorular cevabını buldu ve genel müdürün davet ettiği gün yapılan görüşmede Nail bey’in, sergilediği genel müdüre destek veren ve garibime giden tavrının, bunlardan kaynaklanmış olduğunu anladım.

Elimizde bunları kanıtlayacak bir belge olmadığı için, bu tür şifahi bilgilerin üzerine pek fazla gitmedim.

***

Soruşturma sırasında ifadelerine başvurduğum bazı üst yöneticilerin yaptıkları savunmalar oldukça ilginçti. Mesela, ifadesini almak için uzun zaman aradığım, ama bir türlü ulaşamadığım, sonradan bakanlığımıza müsteşar olarak atanacak olan genel müdür yardımcılarından H. Yurdakul Yiğitgüden sekreterine bıraktığım sert mesajım üzerine beni arayıp, görevli olarak kurum dışında bulunduğu için kendisine ulaşamamış olabileceğimi mazeret olarak ileri sürdükten sonra sadede gelerek, bu ödenekten aldığı parayı kurumda durumu iyi olmayan fakir kişilere yardım olarak verdiğini belirtmişti. 

Bu beyan, başlı başına temsil ödeneği adı altında alınan paraların Etibank ile uzaktan yakından alakasız yerlere harcandığının, bir başka ifadeyle ek bir gelir olarak benimsendiğinin en çarpıcı örneklerindendi.

Böyle sayılabilecek bir başka konuşma da yine sonradan bakanlığımıza müsteşar yardımcısı olarak atanacak olan Karadeniz Bakır İşletmeleri Genel Müdür Yardımcısı Ali Türkoğlu tarafından yapılmıştı. Karadeniz Bakırdaki odamda çalışırken bir akşamüstü Ali Türkoğlu yanıma gelip kendisini tanıtmış ve senelik izinden döndüğünü,  temsil ödeneğinden para çekmek için muhasebeyi aradığında, benim tarafımdan bu ödeneklerin durdurulduğunu öğrendiğini, buna çok sevindiğini, yıllardır bu ödenekten para almakta olmasına rağmen vicdanının rahat olmadığını, bunun yanlış bir uygulama olduğunu düşündüğünü, dolayısıyla durdurulmuş olmasına memnun olduğunu söylemişti.

***

Aslında hepsi bu işin yanlış olduğunu çok iyi biliyordu ama gelin görün ki işin ucunda önemli bir ek gelir olduğu ve yıllarca bu ek gelirden yararlanıldığı için, bir yandan gelirin kaybedilmek istenmemesi, bir yandan da geçmişe dönük bu paraların geri alınacağından korkulması nedeniyle iş yazılı ifade vermeye gelince uygulama savunulmak zorunda kalınıyordu.

Zamanın Etibank Genel Müdürü Taşkın Akdeniz olsun, öncekiler olsun bu ödenekleri kurumun yüksek menfaatleri adına kullandıklarını ifade etmelerine karşılık tek bir belge sunamadılar. Ben kendilerine, belge sunmasalar da örneğin Etibank için yaptıkları bir harcamayı nerede, hangi iş için yaptıklarını, bir misafir heyete yemek vermişlerse, bu ikramın yapıldığı oteli veya restoranı söylemeleri halinde, araştırma yaparak doğruluğunu teyit edebileceğimi söylesem de yüksek menfaatler için harcadıklarından başka bir yanıt alamadım.

Bu temsil ödeneği, sanki Başbakanlıkça ve şimdilerde Cumhurbaşkanlığınca da kullanılan bir “örtülü ödenek” niteliğindeydi adeta. Paralar alınmıştı, ama ortada harcandığı yere ilişkin ne belge vardı ne de bir bilgi. Oh ne ala memleketti.

***

Aklın yolu birdi elbette. Böyle yağma Hasan'ın böreği gibi, kamu kaynağının kullanılmasına seyirci kalacak değildim. Kısa sürede tamamladığım raporumda bu ödeneğin tamamen uygulamadan kaldırılmasını ve bununla yetinilmeyerek, zaman aşımı sürelerini göz önünde bulundurarak geriye doğru yaptığım hesaplama ile tespit ettiğim tutarların ilgililerden önce gönül rızası ile vermelerinin istenmesini, buna yanaşmamaları halinde ise hukuk davası açılarak tahsil edilmesini istedim.

Tabi, birçok yıla yayılması ve kişiye sirayet etmesi nedeniyle bu rapor oldukça ses getirdi. Geniş bir kesimi rahatsız etmişti çünkü. Neticede, uzun süren davalar yaşandı, Yargıtay aşaması falan sonrasında bu paralar büyük ölçüde alanların yanına kar kaldı. Tabiri caizse allem edip kalem edip, çoğunlukla olduğu gibi minareyi çalanlar yine kılıflarını da hazırlamışlardı. Hukuk, daha doğrusu yargı, bizim ülkede böyle bir şeydi işte. Ama sonuçta devletin de bir karı olmuş, bu ödemeler tamamen ortadan kalkmıştı.

***

Karadeniz bakır İşletmeleri Genel Müdür yardımcısıyken, yıllar sonra bizim bakanlığa müsteşar yardımcısı olarak gelen Ali Türkoğlu, bir sohbet sırasında laf bu soruşturmaya geldiğinde, yaptığım işin yanlış olduğunu ima ederek, “mahkemeye verdin de ne oldu? Kimse paraları geri ödemedi” demişti.

Karadeniz Bakır İşletmeleri genel müdürlüğünde soruşturmayı yürüttüğüm odama gelip de “iyi ki bu ödeneği durdurdun, vicdanım rahatsızdı” diyen adam böyle diyebilmişti işte o güdümlü yargı sayesinde...

Birçoğunun nüfuzlarını, eşlerini, dostlarını kullanılarak takip ettikleri davalarda, sahipsiz devlet kaybettirilmiş, elin oğlu da böyle konuşma cüretini bulabilmişti. Hem suçlu, hem güçlü diye demek ki, buna deniliyordu.

Benim gibi birileri devletin soyulmasına sessiz kalamıyor, ama birileri de hiç rahatsızlık duymadan soyanları aklayabiliyordu. Bu iş çoğu zaman böyle olmuştu ve zaten bu ülkede bu nedenle yoksulluk bir türlü yok edilemiyordu.

Aslında bizimkisi, bir anlamda namuslularla, namussuzların savaşı, iyilerle, kötülerin kavgasıydı.

***

Ne var ki, şimdilerde bu tür mücadelelerin de bir anlamı kalmadı. Dört bir yanımız örtülü ödenek ve temsil harcaması yapanlarla çevrili.

Bizim bu usulsüz ve haksız ödemelerle mücadele ettiğimiz bakanlıkta, şimdi neredeyse bütün daire başkanlarına yıllık onbinlerce lira “temsil harcaması” ödemesi yapılmakta.

Yoksulluk, yoksulluk ev yasaklarla mücadele etmek vaadiyle iktidara gelenler; yasakların daniskasını koymakta, yolsuzluğun büyüğünü yapmakta, yoksulluğu iktidarlarının devamı için kullanmakta...

Kısacası, bizde hak ve hukuk, netice itibariyle siyasi kafa yapısına göre şekillenmekte...

                                                                   --0--



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder