AVANTA ÖDENEKLER...
Eskiler çok iyi hatırlar, bir zamanlar Cumhuriyet’in ilk
yıllarında Atatürk’ün önderliğinde İzmir İktisat kongresinde alınan kararlar
doğrultusunda ekonomik bağımsızlığı kazanmak amacıyla kurulan ve madencilik,
metalurji ve bankacılık alanlarında önemli faaliyetlere imza atan bir Etibank
vardı. Etibank, bir Kamu İktisadi Teşekkülü Genel Müdürlüğü olarak, Enerji ve
Tabii kaynaklar Bakanlığının ilgili kuruluşuydu.
Başmüfettişliğim uhdesine verilen yeni iş, bu kuruluş ve bağlı
ortaklığı olan Karadeniz Bakır İşletmeleriyle ilgiliydi. Etibank ve Karadeniz
Bakır İşletmelerinin, kendi yaptıkları yayımlanmamış bir yönetmeliğe dayanarak,
genel müdüre aslan payını vermek suretiyle, yukarıdan aşağıya unvanlı her
memuruna “temsil ödeneği” adı altında ek bir ödeme yapıyor olması soruşturmanın
konusunu oluşturuyor ve soruşturmayı kurumu denetleyen Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu istiyordu.
Aslında Kamu İktisadi Teşekküllerinde, kurum faaliyetleriyle
ilgili verilen resepsiyon, iş yemeği v.s gibi harcamaların karşılanması için,
belgelendirilmek koşuluyla, Genel Müdür’e belli miktarda bir harcama yetkisi,
kurumun bütçesiyle verilmişti ve bunun adı temsil ödeneğiydi. Ancak, bu iki
kurumun yönetmelik çıkartarak yukarıdan aşağıya, adeta bir maaş gibi dağıttığı
ödemelerin, bütçe ile verilen temsil ödeneğiyle uzaktan, yakından hiçbir ilgisi
bulunmamaktaydı. Bütçede bulunan ödeneği harcama yetkisi sadece genel müdüre
verilmiş ve belgelendirilmesi koşuluyla belli miktarlarla sınırlandırılmış
olmasına karşılık, yönetmelikle verilen temsil harcamalarıysa, bir ek gelir
olarak herhangi bir belgelendirme aranmaksızın hemen herkese dağıtılmıştı.
Aslına bakılırsa, kurumların üst yönetimleri, önce kendileri
için böyle bir gelir kaynağı yaratmışlar, daha sonra bunun göze batması ve
giderek, şikayet konusu yapılması üzerine yakın çevrelerinden başlayarak en
alttaki unvanlı memura kadar, giderek azalan miktarlarda ek gelir sağlayarak
kendi aslan paylarını garantiye almaya çalışmışlardı.
Temsil ödeneği adı altında yapılan ek ödemelerin
miktarlarına bakıldığında bu durum hemen sırıtıyordu. Tabi burada üzücü
olan, çalıştıkları kurumda usulsüz
işlerin yapılmasına her durumda karşı çıkmaları gereken, Teftiş Kurulundaki
müfettişlerin, hukukun üstünlüğünü herkesten çok koruması gereken Hukuk
Müşavirlindeki avukatların da bu ek gelirden küçük bir pay almaları ve bunun
karşılığında susmalarıydı. Yani, kurum çalışanlarınca, üç kuruşa teslim olunmuş,
genel müdür ve üst yöneticilerin kamu paralarını har vurup, harman savurmasına
sessiz kalınmıştı.
Soruşturmaya başlar başlamaz ilk iş olarak, bir yazılı
talimat ile bu ödemeleri inceleme sonuna kadar durdurdum.
Konuya ilişkin dosyaları ve sözde mevzuatı inceledikçe işin
garabet ve vahameti daha net ortaya çıkıyordu. Uygulama sadece ve sadece
Etibank yönetim kurulunun çıkarttığı, resmi gazetede yayımlanmamış bir
yönetmeliğe dayandırılmış ve yıllarca sürdürülmüştü. Genel müdür her
istediğinde, hiçbir sarf belgesi istenmeksizin, bir imza karşılığında muhasebe
dairesince kendisine ödeme yapılmıştı.
Üç aşağı beş yukarı genel müdür yardımcılarının durumu da
aynıydı, fakat çektikleri para miktarı genel müdürünki kadar değildi. Genel
müdür’ün bir yıl içinde aldığı ödenek tutarı, mübalağasız o yıllarda, yani
1980’i 90’lara bağlayan yıllarda,
Ankara’nın gözde semtleri olan Emek veya Bahçelievler’de lüks bir
apartman dairesi alacak kadardı. Bugüne uyarlanırsa, bir bir buçuk milyar
civarındaydı.
Hal böyle olunca, genel müdür başta olmak üzere, üst
yöneticilerin bu kadar ciddi tutarları Etibank’ın hangi işleri için
harcadıklarının bilinmesi gereği ortaya çıkmış ve ben de birer resmi yazı ile
genel müdür ve onun arkasından yine yüksek sayılacak meblağlar alan genel müdür
yardımcıları başta olmak üzere bu ek ödeneği kullanmış olan üst düzey kurum
personeline aldıkları ödenekleri nerelere harcadıklarını sormuş ve varsa
belgelendirmelerini istedim.
Ve aynı işlemi, Etibank’ın Bağlı Ortaklığı konumundaki
Karadeniz Bakır İşletmeleri Genel Müdürlüğü personeli için de yapmıştım.
***
Ortalığın karıştığını hissetmemem mümkün değildi. Aklıma
gelmedik mercilerden, dolambaçlı yollarla baskılar alıyordum. Bir keresinde, Teftiş
Kurulumuzun Başkan Vekili Y. Ç. çağırmış ve Süleyman Demirel’in sağ kolu, Bakanlık
eski müsteşarı, Necdet Seçkinöz’ün konu hakkında bilgi istediğinden falan söz
etmiş, konuşmasının her bölümünde bak devletin üst kademelerinden de konuyla ilgileniyorlar
bu işi uzatma ve uygun bir şekilde kimseyi rahatsız etmeden bitir demeye
getirmişti.
Onun gibi adamlar için üst makamlar her şeydi; onlara kul
köle olur, ses bile çıkartamaz, ama alt kademelerdekileri acımasızca ezerlerdi.
Güçleri garibanlara yeterdi. Üstelik Y.Ç. vekaleten yürüttüğü Teftiş Kurulu Başkanlığına
asaleten atanmak uğruna her şeyin süt liman olmasını istiyordu ve bunun için
her türlü tavizi vermeye, eski, yeni nüfuzlu kim varsa desteğini almak için her
şeyi yapmaya da hazırdı.
Lakin benim böyle bir derdim yoktu. O nedenle de işimin
gereği neyse, hukuk ne diyorsa, onu yapmaya kararlıydım. Kaldı ki, işime
müdahale edilmesinden hiç hoşlanmadığımdan, her zamanki gibi, bu tür baskılar
bende ters etki yapmış, daha da sıkı çalışmama neden olmuştu.
***
Etibank Genel Müdürlüğünün Sıhhiye semtinde bulunan tarihi binasının
5. katında ve Karadeniz Bakır İşletmeleri Genel Müdürlüğünün Ziya Gökalp
Bulvarı üzerinde bulunan binasının en üst katında tarafıma tahsis edilmiş olan
odalarda yürüttüğüm incelemelerde neredeyse sona yaklaşmıştım. Aslında her şey
o kadar açıktı ki, incelenecek pek fazla bir şey de yoktu. Zamanımı, yıllar
içinde kimin ne kadar ödenek aldığının tespitini yapmak alıyordu.
İşte bu tespitleri yapmaya çalıştığım günlerden birinde
Etibank Genel Müdürü Taşkın Akdeniz, beni bir çay içmek ve konu hakkında görüşmek
üzere makamına davet etti. Bir an için bu davete icabet edip etmemekte, siz
benim yanıma gelin deyip, dememekte tereddüt ettiysem de sonunda, bu tür bir
davranışın varacağım neticeye gölge düşürebileceği ihtimalini gözeterek, daveti
kabul ettim ve randevulaştığımız gün ve saatte genel müdür’ün yanına gittim.
Odasına girdiğimde yalnız olmadığını, tanımadığım birisinin daha orada olduğunu
gördüm. Bu manzaradan pek hoşlanmadığımı hisseden genel müdür, hem bu nedenle,
hem de biraz sonra konuşacağımız konunun kendisi için çok önemli olması
nedeniyle olsa gerek, beni abartılı bir
saygı ile karşıladı. Masasının önündeki koltuklardan birinde oturmakta olan
misafirinin, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyesi ve Etibank’ı denetleme
grubunun başkanı Nail bey olduğunu, konuyla ilgili olması nedeniyle görüşmeye
davet ettiğini söyleyerek ikimizi tanıştırdıktan sonra telaşlı hareketlerle,
yapılacak görüşmeye çok önem verdiğini ifade etmek için sekreterine, kim ararsa
arasın telefon bağlamamasını ve içeriye kimseyi almamasını söyledi.
Temsil harcaması konusunun incelenmesini ve gerekirse
soruşturulması, Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulunun bankayı denetleyen bu gurubu istediğinden, bu gurubun
başkanının da orada olmasını pek yadırgamadım.
Genel Müdür, ağzında
bir sürü şey geveliyor bir türlü esasa gelemiyordu. Derdi, müfettişliğimce
kullanımı durdurulan bu ödeneklerin tekrar uygulamaya açılması ve birkaç basit
rötuş yapılarak devam ettirilmesiydi. Ama bunu açıkça söyleyemiyordu. Uzun
süren konuşması çok sıkmıştı. Dönüp dolaşıp aynı şeyleri söylüyordu. Zaman,
zaman üyeden destek almak için topu ona atıyor, o da sıkıntılı bir şekilde
Genel Müdüre destek mahiyetinde bir şeyler söylemeye çalışıyordu.
Başlangıçta orada olmasını yadırgamadığım bu üyenin ne için
oraya çağrıldığı, yavaş, yavaş ortaya çıkmaya başlamıştı. Adam, Genel Müdüre
destek olmak ve işi tavsatmak için oraya gelmişti. İncelemeyi kendi grupları
istemiş olduğundan, bu bir çelişki gibi görünse de maalesef durum böyleydi.
Şaşırmamak ve sinir olmamak mümkün değildi.
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu üyesi bir ara, “bakın
biz konunun incelenmesini istedik, ama” falan diye başlayıp bana işi nasıl
yapmam gerektiğine ilişkin ders vermeye kalkınca sabrım taştı. Adamın sözünü
bitirmesini beklemeden, “bakın” diye araya girdim ve “siz incelemeyi ve
soruşturmayı istediniz biz de bakanlık olarak yapıyoruz, dolayısıyla bunun
nasıl yapılacağı benim bileceğim bir iştir. Görüyorum ki, konunun
soruşturulmasından rahatsızsınız, peki, o halde incelenmesini ve
soruşturulmasını neden istediniz? Sizin yetkileriniz incele ve soruşturma isteminde
bulunduktan sonra bitmiştir. Şimdi, bırakınız da ben yetkilerimi kullanabileyim
sayın üye” dedim. Üye o an donup kaldı. Ve bir daha ağzını açamadı. Ben de
hemen ayağa kalktım ve “benim için görüşme bitmiştir beyler” diyerek, oradan
ayrıldım.
Önceleri bu durum, yani hem incelemenin Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulunca istenmiş olması, hem de Nail bey’in temsil ödeneği uygulamasını
savunması bir çelişki gibi gelmiş ve beni oldukça şaşırtmışsa da, daha sonra Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu üyesi Nail bey hakkında, bir iki kimsesiz çocuk
okutuyorum gerekçesiyle, genel müdürün bu ödenekten aldığı paradan her ay belli
bir miktar pay almakta olduğu, doğduğu şehrin kültür dayanışma derneğince zaman
zaman düzenlenen yemekli eğlence gecelerine ait davetiyeleri, parasını bu
ödeneklerden karşılayan genel müdüre sattığı, Nail bey’in, bu söylentilerin
yayılması nedeniyle Yüksek Denetleme Kurulunda da sıkıntılı günler geçirdiğini,
konunun bakanlığımızca incelenmesi ve soruşturulması için düzenlenen raporun, Başbakanlık
Yüksek Denetlemedeki Etibank grubunun diğer denetçilerinin ısrarlı talepleri
doğrultusunda hazırlandığı şeklindeki bilgiler bizzat denetleme gurubunun bazı
üyelerince tarafıma iletildiğinde kafamdaki sorular cevabını buldu ve genel
müdürün davet ettiği gün yapılan görüşmede Nail bey’in, sergilediği genel
müdüre destek veren ve garibime giden tavrının, bunlardan kaynaklanmış olduğunu
anladım.
Elimizde bunları kanıtlayacak bir belge olmadığı için, bu
tür şifahi bilgilerin üzerine pek fazla gitmedim.
***
Soruşturma sırasında ifadelerine başvurduğum bazı üst
yöneticilerin yaptıkları savunmalar oldukça ilginçti. Mesela, ifadesini almak
için uzun zaman aradığım, ama bir türlü ulaşamadığım, sonradan bakanlığımıza
müsteşar olarak atanacak olan genel müdür yardımcılarından H. Yurdakul
Yiğitgüden sekreterine bıraktığım sert mesajım üzerine beni arayıp, görevli
olarak kurum dışında bulunduğu için kendisine ulaşamamış olabileceğimi mazeret
olarak ileri sürdükten sonra sadede gelerek, bu ödenekten aldığı parayı kurumda
durumu iyi olmayan fakir kişilere yardım olarak verdiğini belirtmişti.
Bu beyan, başlı başına temsil ödeneği adı altında alınan
paraların Etibank ile uzaktan yakından alakasız yerlere harcandığının, bir
başka ifadeyle ek bir gelir olarak benimsendiğinin en çarpıcı örneklerindendi.
Böyle sayılabilecek bir başka konuşma da yine sonradan
bakanlığımıza müsteşar yardımcısı olarak atanacak olan Karadeniz Bakır
İşletmeleri Genel Müdür Yardımcısı Ali Türkoğlu tarafından yapılmıştı.
Karadeniz Bakırdaki odamda çalışırken bir akşamüstü Ali Türkoğlu yanıma gelip
kendisini tanıtmış ve senelik izinden döndüğünü, temsil ödeneğinden para çekmek için
muhasebeyi aradığında, benim tarafımdan bu ödeneklerin durdurulduğunu
öğrendiğini, buna çok sevindiğini, yıllardır bu ödenekten para almakta olmasına
rağmen vicdanının rahat olmadığını, bunun yanlış bir uygulama olduğunu düşündüğünü,
dolayısıyla durdurulmuş olmasına memnun olduğunu söylemişti.
***
Aslında hepsi bu işin yanlış olduğunu çok iyi biliyordu ama
gelin görün ki işin ucunda önemli bir ek gelir olduğu ve yıllarca bu ek
gelirden yararlanıldığı için, bir yandan gelirin kaybedilmek istenmemesi, bir
yandan da geçmişe dönük bu paraların geri alınacağından korkulması nedeniyle iş
yazılı ifade vermeye gelince uygulama savunulmak zorunda kalınıyordu.
Zamanın Etibank Genel Müdürü Taşkın Akdeniz olsun, öncekiler
olsun bu ödenekleri kurumun yüksek menfaatleri adına kullandıklarını ifade
etmelerine karşılık tek bir belge sunamadılar. Ben kendilerine, belge
sunmasalar da örneğin Etibank için yaptıkları bir harcamayı nerede, hangi iş
için yaptıklarını, bir misafir heyete yemek vermişlerse, bu ikramın yapıldığı
oteli veya restoranı söylemeleri halinde, araştırma yaparak doğruluğunu teyit
edebileceğimi söylesem de yüksek menfaatler için harcadıklarından başka bir
yanıt alamadım.
Bu temsil ödeneği, sanki Başbakanlıkça ve şimdilerde
Cumhurbaşkanlığınca da kullanılan bir “örtülü ödenek” niteliğindeydi adeta.
Paralar alınmıştı, ama ortada harcandığı yere ilişkin ne belge vardı ne de bir
bilgi. Oh ne ala memleketti.
***
Aklın yolu birdi elbette. Böyle yağma Hasan'ın böreği gibi,
kamu kaynağının kullanılmasına seyirci kalacak değildim. Kısa sürede
tamamladığım raporumda bu ödeneğin tamamen uygulamadan kaldırılmasını ve
bununla yetinilmeyerek, zaman aşımı sürelerini göz önünde bulundurarak geriye
doğru yaptığım hesaplama ile tespit ettiğim tutarların ilgililerden önce gönül
rızası ile vermelerinin istenmesini, buna yanaşmamaları halinde ise hukuk
davası açılarak tahsil edilmesini istedim.
Tabi, birçok yıla yayılması ve kişiye sirayet etmesi nedeniyle
bu rapor oldukça ses getirdi. Geniş bir kesimi rahatsız etmişti çünkü. Neticede,
uzun süren davalar yaşandı, Yargıtay aşaması falan sonrasında bu paralar büyük
ölçüde alanların yanına kar kaldı. Tabiri caizse allem edip kalem edip, çoğunlukla
olduğu gibi minareyi çalanlar yine kılıflarını da hazırlamışlardı. Hukuk, daha
doğrusu yargı, bizim ülkede böyle bir şeydi işte. Ama sonuçta devletin de bir
karı olmuş, bu ödemeler tamamen ortadan kalkmıştı.
***
Karadeniz bakır İşletmeleri Genel Müdür yardımcısıyken, yıllar
sonra bizim bakanlığa müsteşar yardımcısı olarak gelen Ali Türkoğlu, bir sohbet
sırasında laf bu soruşturmaya geldiğinde, yaptığım işin yanlış olduğunu ima
ederek, “mahkemeye verdin de ne oldu? Kimse paraları geri ödemedi” demişti.
Karadeniz Bakır İşletmeleri genel müdürlüğünde soruşturmayı yürüttüğüm
odama gelip de “iyi ki bu ödeneği durdurdun, vicdanım rahatsızdı” diyen adam
böyle diyebilmişti işte o güdümlü yargı sayesinde...
Birçoğunun nüfuzlarını, eşlerini, dostlarını kullanılarak
takip ettikleri davalarda, sahipsiz devlet kaybettirilmiş, elin oğlu da böyle
konuşma cüretini bulabilmişti. Hem suçlu, hem güçlü diye demek ki, buna deniliyordu.
Benim gibi birileri devletin soyulmasına sessiz kalamıyor,
ama birileri de hiç rahatsızlık duymadan soyanları aklayabiliyordu. Bu iş çoğu
zaman böyle olmuştu ve zaten bu ülkede bu nedenle yoksulluk bir türlü yok
edilemiyordu.
Aslında bizimkisi, bir anlamda namuslularla, namussuzların
savaşı, iyilerle, kötülerin kavgasıydı.
***
Ne var ki, şimdilerde bu tür mücadelelerin de bir anlamı
kalmadı. Dört bir yanımız örtülü ödenek ve temsil harcaması yapanlarla çevrili.
Bizim bu usulsüz ve haksız ödemelerle mücadele ettiğimiz
bakanlıkta, şimdi neredeyse bütün daire başkanlarına yıllık onbinlerce lira “temsil
harcaması” ödemesi yapılmakta.
Yoksulluk, yoksulluk ev yasaklarla mücadele etmek vaadiyle
iktidara gelenler; yasakların daniskasını koymakta, yolsuzluğun büyüğünü yapmakta,
yoksulluğu iktidarlarının devamı için kullanmakta...
Kısacası, bizde hak ve hukuk, netice itibariyle siyasi kafa
yapısına göre şekillenmekte...
--0--
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder