Gerçeklik
mi İradesizlik mi?
Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1982 Anayasasındaki,
Cumhurbaşkanı seçilenin partisiyle bağının kesileceğine ilişkin hükmü
kastederek,
“O anayasayı kimler hazırlamışsa, ‘partisinden
istifa etmesi gerekir’ kaydını kimler düşmüşse onlar siyasi bir cinayet
işlemiştir. Bunun kadar yanlış bir şey olabilir mi? Buna dair bizde daha çok
yanlışlar var. Benzetmeler yapılıyor, ‘maça çıkan kişi partili olur mu, öyle
bir hakem partili olur mu, bir takımın üyesi olur mu?’ gibi yaklaşımlar çok
yanlış. İlla üye olması şart değil ki. Onun gönül dünyasında bir takım yatıyor
mu, orada kaydı olsa ne yazar olmasa ne yazar. Mesele nedir, aranan nedir, adil
olarak o işi yönetmektir. Bu maçta da adil yönetmektir, ama ülkeyi de adil
yönetmektir. Başbakan partiye üye oluyor, ülkeyi yönetiyor. Başbakan için böyle
bir şey söylemiyorsun.” Diyor...
*
Şöyle ilk bakışta söyledikleri mantıklı gibi görünse
de işin aslının tam tersi olması gerektiği apaçık ortada duruyor...
Çünkü demokrasiler, kuvvetler ayrılığı üzerine
kurulur, işleyişinde de denge ve denetim mekanizmaları bulunur...
Yürütmenin başı olan başbakan partili olsa da, o
devletin başı olan Cumhurbaşkanının, bütün güçleri eşit vaziyette kucaklayacak,
tarafsız bir konumda olması bu denge ve denetim gereğinin bir sonucudur...
Dünya’nın en gelişmiş ülkelerinde uygulanan
Başkanlık sistemlerinde de parti adayı olarak seçilse de, seçildikten sonra
Başkan’ın partisiyle bağı kesilir, o artık herkese eşit mesafede duran, bütün
ülkenin başkanıdır...
*
Ama bize dayatılan ve 16 Nisan’da hileli bir
referandumla kabul edişmiş gösterilen derleme toplama “Cumhurbaşkanlığı Hükümet
sisteminde”, aslında hem başkan vardır ve hem de partilidir...
İşte bu garabeti, Sn. Cumhurbaşkanı hakemlik
mesleğinden örnek vererek, sürrealist bir yaklaşımla “İlla üye olması şart
değil ki. Onun gönül dünyasında bir takım yatıyor mu, orada kaydı olsa ne yazar
olmasa ne yazar.” Diyerek, şirin ve gerçekçi göstermeye çalışıyor...
Oysa deyim yerindeyse, “zurnanın zırt dediği yer” de
tam burasıdır; yani, seçilene kadar bir partinin mensubu olunsa da seçilip
Cumhurbaşkanı olduktan sonra, o parti ile ilişkinin kesilmesinin ve herkesin
Cumhurbaşkanı olunabilmesinin başarılabilmesidir...
Bunu başarmak yerine, “efendim, herkesin gönlünde
bir aslan yatar, bunu gizlemeye ne gerek var” demek gerçekçilik gibi görünse
de, aslında iradesizliğin ve taraflı olmanın meşrulaştırılmasıdır...
Çünkü Cumhurbaşkanlığı, Hakimlik, Savcılık,
Hakemlik, Doktorluk, müfettişlik gibi, bazı görevlerde iç düşünce ne olursa
olsun, yasaların, hukukun gereği olarak, yansız ve herkese eşit davranabilmeyi
gerektirir...
Aktif bir hakem, bir spor kulübüne üye olup o
kulübün bir müsabakasını yönetmez, görevdeki bir hakim, bir siyasi partiye üye
olamaz, bir doktor, Hipokrat yeminine rağmen, ben şu ulusun hastalarına bakmam
diyemez; bir müfettiş, ben şunlardan yanayım deyip subjektif bir soruşturma
yapamaz; bu mesleklerde olanlar, iç düşüncesi ne olursa olsun, iradesiyle
duygularını bastırıp yansız olarak işini yapar. Tersi olursa, sadece vicdanına
karşı değil, topluma ve yasalara karşı da sorumlu olur. Olması gereken de budur...
Gerçek bir demokraside ve parlamenter sistemde
Cumhurbaşkanının konumu da bu mesleklerden hiç farklı değildir...
*
Bazı durum ve statülerde yansızlık, sadece hukukun
ve yasaların emrettiği değil, aynı zamanda ve onlardan da önce, onurlu ve basiretli
bir insan olmanın gereğidir...
Zaten mesele de bunu başarabilmektir...
Fiili durum yaratıp iradesizliği olması gerekenmiş
gibi göstermekse, olsa olsa taraflılığa kılıf bulma kandırmacasıdır...
--0--
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder