YÖNTEM FARKI SONUCU DEĞİŞTİRİR...
Müfettiş olarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına
geçtikten sonra ilk soruşturmayı Başmüfettiş Mustafa A. ile müşterek
yürütecektim. Soruşturma konumuz, o zamanki adıyla Maden Dairesi Başkanlığıyla
ilgiliydi. Soruşturmanın nasıl yürütüleceğine ilişkin inisiyatif Mustafa bey’in
elindeydi. Ben hem bakanlıkta yeni, hem de kıdemsiz olduğum için, etliye
sütlüye pek karışmıyor, Mustafa üstadın nasıl bir yöntemle işi yürütmeye
çalıştığını izliyordum.
Konusu, Balıkesir taraflarında bulunan bir kömür sahasının
(madeninin), yıllar önce faal olarak işletilmemek nedeniyle ruhsatının iptal
edilmiş olmasına karşılık, o ruhsatın, usulsüz yollardan bir şekilde ihya
edilmesi, yani yeniden hayata geçirilip işletme hakkı verilerek bir başka şahsa
devredilmesi olan soruşturmaya başladığımızda anlamıştık ki, çoğu zaman olduğu
gibi, konuyu bakanlığa ihbar eden şikayet mektubundaki isim sahteydi. Ancak,
bakanlık makamı bunu bilemeyeceğinden konuyu incelenmesi ve soruşturulması için
Teftiş Kuruluna havale ettiğine göre, bu soruşturma yapılacaktı.
Kaldı ki, soruşturmaya başlamak için Maden Dairesi
Başkanlığından söz konusu kömür sahasına ait dosyasını yazılı olarak istediğimizde,
dosyanın “kayıp olduğu gerekçesiyle” tarafımıza verilememiş olması da, şikayet
mektubundaki iddiayı kuvvetlendirmiş olması da, ihbarcının gerçek bir kişi
olmasına bakmaksızın incelemeye devam etmemiz için önemli bir neden
oluşturuyordu.
Önce konuyu mevzuat yönünden incelemiş, sahanın ihale
edilmek suretiyle işletmeye açılması gerekirken ihya edilmiş olmasının normal
bir uygulama olmadığını tespit etmiş, ancak işlem dosyası “kayıp olduğu” için,
sürecin nasıl çalıştırıldığına dair bilgi sahibi olamamıştık.
Bunun üzerine dosyanın, ruhsatın yeniden ihya edilip
devredilmesi sürecinde, işlem gereği
dolaşması gereken birimlerdeki görevlilerin ifadelerine başvurarak, işlemin kim
tarafından nasıl gerçekleştirildiğini aydınlatmaya çalışıp arşiv, sicil,
işletme servislerinden memurlarla tek, tek görüşmüşsek de bir ipucu yakalamak
mümkün olmamıştı.
***
İfadesini alırken sıkıntılı olduğu fark ettiğim bir arşiv
memuru, sorulardan bunalınca başka bir servisteki memurun adını vererek, “birilerinin
bu kişiye, Kızılay’da bulunan gökdelen binası civarındaki bir banka şubesine
havale yapmak suretiyle para gönderdiklerini duyduğunu” söylemiş, fakat Mustafa
üstat, “kanıtın var mı, bu işler duyumla olmaz” diyerek bu beyanları memurun
ifade tutanağına yazmamıştı.
Oysaki bu önemli bir ifadeydi, üzerine gidip, daha fazla
bilgi almaya uğraşması gerekirdi. Zira belli ki, adam bir şeyler biliyor, ama
açıkça söylemekten de çekiniyordu.
Başmüfettişin bu davranışına bir anlam verememiştim. Bana
çok ters gelmişti. Üstat, sanki bu ifadenin üzerine gidip çetrefil bir işle
uğraşmamak, sadece usulsüz kazanıldığı belli olan ruhsatı iptal ederek soruşturmadan
sıyrılmak istiyor gibiydi. Peki, sorumluların tespiti ve haklarında gereği
neyse yapılması bizim işimiz değil miydi? Canım çok sıkılmıştı. O zamana kadar
kıdem, tecrübe falan demiş soruşturmanın gidişatına müdahale etmemiştim, ama bu
kadarına da katlanamayacaktım.
İfade alımı sırasında, “hangi banka biliyor musunuz?” falan
gibi sorular sormaya çalışıp, adamın ifadelerinin tutanağa geçirilmesini
sağlamaya çabaladıysam da üstat benim sorularımı duymazdan gelmiş, tutanağa
geçmemiş ve neticede başarılı olamamıştım. Peki, ama ben bu soruşturmanın
yürütülmesine ortak değil miydim? Fikirlerimi söyleme ve katkı yapma hakkım yok
muydu? Elbette vardı. İfadesini aldığımız memurun yanında ses çıkartmamış,
fakat çok sinirlenmiştim. Mutlaka bir şeyler yapmalıydım. Kıdem, üstatlık filan
tamamdı da işin sağlıklı ve hakkıyla yürütülmesi başka işti, işi layıkıyla
yapmak gerekirdi.
Geceyi bu düşüncelerle geçirdikten sonra, ertesi sabah bakanlığa
varır varmaz doğruca Mustafa üstadın odasına gidip memurun, ihbar niteliğindeki
beyanlarını yazmamız ve beyanlar doğrultusunda araştırmayı derinleştirmemiz
gerektiğini söylediğimde önce, bunların kanıtı olmadığını belirterek, bu
önerime sıcak bakmasa da ısrar etmem üzerine rahatsız olup, memnuniyetsiz bir
suratla, gereksiz yere soruşturmanın uzamasına neden olduğumu söyleyerek,
memurun ek bir ifadesini almayı kabul etmişti.
Derhal arayarak bakanlığa çağırdığım o arşiv memurunun,
dosyayla ilgili olarak adını verdiği bir başka memur adına bankaya para
havalesi yapıldığına dair açıklamasının yer aldığı ek ifadesini resmen kayıt
altına aldıktan sonra, Kızılay civarındaki bankalarda araştırma yapmak, ruhsata
ait işlemlerin yapıldığı tarihlere yakın tarihlerde, ismi verilen memur adına
gönderilen bir para havalesi olup olmadığını araştırmak mecburiyet haline
gelmişti.
Birkaç yıl öncesinin üç dört aylık bir dönemine ait para havalelerine
bakılması gerekeceğinden ve bu da oldukça külfetli bir iş olduğundan Mustafa
üstat, bu işten hiç memnun kalmamıştı. Her hareketinden bana kızdığı, kendini
ispatlamaya çalışan bir yeni yetme gibi gördüğü belli oluyordu. Ama açıkçası
onun ne düşündüğü beni hiç ilgilendirmiyordu. Bana göre, önemli olan, işi
sağlam yapmaktı. Ben gökdelen binasının altında ve etrafındaki binalarda
bulunan banka şubelerine resmi birer yazı göndererek bilgi isteyelim desem de
Mustafa üstat, bunun işi uzatacağını, bizzat gidip sormamızın daha doğru
olacağını söylüyordu. Yöntemlerimiz ve bakış açılarımız farklıydı. Sonunda
üstat olduğu için onun dediği oldu. Nihayet, ertesi gün sabahtan Kızılay
gökdeleni civarındaki banka şubelerine gitmek üzere anlaşarak ve ayrıldık.
Sabah, bakanlığa girerken Mustafa üstadı resmi bir araca
binerken görüp arkasından seslendiğimde, sinirli bir tavırla Kızılay’a banka
şubelerine gitmekte olduğunu söyledi. Beni neden beklemediğini sorduğumda,
garip tavırlarla mesainin çoktan başladığını, benim geç geldiğimi falan ima
etmeye çalıştı. Yani ona göre ben geç kalmıştım, o da beklemeye gerek
görmemişti. Böyle garip ve anlamsız bir davranışa hak ettiği tarzda bir cevap
vermek gerekirse de ben yine alttan alarak ses çıkarmadım be birlikte Kızılay’a
gitmek üzere resmi araca bindim.
***
Maden Dairesi ile ilgili işlemlerin, bazı ilgili genelgeler
uyarınca o zaman faaliyette olan ve Enerji Bakanlığına bağlı bulunan Etibank’ta
yapıla geldiğini dikkate alarak, önce bu bankanın gökdelenin bakanlıklara doğru
biraz yukarısında bulunan Kızılay şubesine gittik. Zamanın Müdürü İbrahim
bey’in odasında oturup, verdiğimiz tarihler arasında o memurun adına havale
olup, olmadığını kayıtlardan kontrol ettirmesini istedik Yaklaşık bir birbuçuk
saat sonra aldığımız cevap olumsuzdu. Oradan çıkıp gökdelene biraz daha yakın
olan, o zamanki Emlak Kredi Bankasının Kızılay şubesine girdik. Aynı
araştırmayı rica ettik ve uzun süre bekledikten sonra ne yazık ki, oradan da
aynı sonucu almıştık. Ardağımız isme havale yoktu. Geriye bir tek gökdelenin
tam altında bulunan Ziraat Bankası Kızılay şubesi kalmıştı. Lakin, gelişmeler
böyle olunca Mustafa bey, haklı çıktığını gösteren imalı tavırlar sergilemeye
çoktan başlamıştı. Son olarak yanına girdiğimiz Ziraat Bankası şube müdürü pek
gönülsüz bir havada ilgili servise telefonla talimat vermiş ve kısa bir süre
yine telefonla aldığı yanıtın olumsuz olduğunu, o isme havale bulunmadığını
söylemişti.
Artık Mustafa üstat, sadece imada bulunmakla yetinmiyor, “bak
gördün mü, ben söylemiştim” gibi sözlerle açıkça beni suçlarcasına
eleştiriyordu. Ne var ki, ben hala tatmin olmamıştım. Bir kere bankalarda
yaptığımız, müdüre durumu anlatmak ve onun talimatı üzerine yüzlerini bile
görmediğimiz banka görevlilerinin yaptığı taramalara itibar etmek olmuştu. Bu
görevliler kayıtlara nasıl bakmıştı? Verdiğimiz tarihlere gerçekten riayet
etmiş ve titiz bir tarama yapmış mıydı? Bir yanlışlık ve eksiklik yapmış olsa
bundan dolayı sorumluluğu var mıydı? Ve daha da önemlisi, bize verilen cevaplar
tamamen şifahiydi.
Oysa işin sağlam olması bakımından, bu cevapların yazılı
olması ve banka görevlilerinin imzasıyla verilmesi gerekmez miydi? Bu soruların
cevabını vermek çok zordu. Hele en son gittiğimiz Ziraat bankası şubesindeki
yanıtın çok kısa sürede gelmesi kafamdaki bu soruları daha pekiştirmişti.
Mustafa üstat, beni eleştiren sözlerini uzatınca, ben de
bütün bu kuşkularımı dile getirerek, madem öyle, bankalara birer resmi yazı ile
sorup cevap isteyelim dedim. Bunu yapmasını sağlamak için de bizim bu banka
şubelerinde araştırmayı yapmamıza neden olan ihbar niteliğindeki ifadenin, zaten
bankalarda araştırma yaptığımızı ve olumsuz sonuç aldığımızı raporumuzda sözlü
değil, belgeleriyle belirlememizi de zorunlu kıldığını ifade ettim.
Nasıl olsa araştırmayı yapıp, neticesini aldığı için, bu
önerimi sadece bir formalite gibi gören Mustafa üstat, yazımıza banka
şubelerince verilecek cevapların da konuyu daha önce araştırdıkları için,
çabucak geleceğini varsayarak itiraz etmedi. Ve ertesi gün banka şubelerine ikimizin
imzasıyla birer yazı gönderdik.
***
Mustafa üstat artık haklı olarak, bankalardan gelecek cevabi
yazılarda da o isme para havalesi yapıldığına dair bir kayıt bulunmadığı
şeklindeki bilgilerin yer alacağını düşünerek, soruşturma raporunu yazmaya
başlamış epey de yol almıştı. Nitekim birkaç gün arayla Etibank ve Emlak Kredi
Bankalarından gelen cevabi yazılar, daha önce verdikleri şifahi bilgi ile aynı
doğrultudaydı.
Ama ne gariptir ki,
bu defa da şifahi görüşmede çok kısa süre içinde cevap veren Ziraat Bankası
Kızılay şubesinde gelecek yanıt gecikmiş, yaklaşık on gün kadar sonra gelen
cevabi yazıda, Mustafa üstadın o güne kadar yazdıklarının tümünün çöpe
atılmasına neden olmuştu.
Evet, Ziraat bankası şubesinden günler sonra gelen cevabi
yazıda, ifadesinde bize ihbarda bulunan memurun belirttiği o isme, tahmini
olarak araştırılmasını istediğimiz aylardan birisinin ilk haftasının ikinci
gününde hatırı sayılacak bir meblağın havale olarak gönderildiğine dair kayıt
bulunduğu belirtiliyor ve o kaydın fotokopisi de ekte sunuluyordu.
Bu gelime hiç kuşkusuz sil baştan demekti ve işin seyrini
tamamen değiştirmişti.
Bu tablo, müfettişlikte olsun başka mesleklerde olsun, işi
kurallarına göre ve mutlaka yazılı kayda bağlayarak yapılmasının önemini bir
kez daha ortaya koyuyordu. Çünkü yazılı ifade ve yanıtlar karşı tarafa daima
sorumluluk yükler, hata yapma riskini en aza indirirdi.
***
Sonrasında, doğal olarak iş uzamış, yeni ifadelerin alınmasına gerek görülmüş, sahanın dosyası neredeyse yeniden oluşturulmuştu. İstanbul da ikamet etmekte olan, sahayı devreden eski ruhsat sahibi bayanın ifadesine başvurmak istediğimizde, randevuya kendisi değil emekli hakim olan kocası geldi. Eşinin bu işleri bilmediğini, kendisinin hakim olması nedeniyle ruhsatı eşinin üzerine aldıklarını, yani hakim iken gizli bir biçimde madencilikle iştigal ettiğini ve emekli olduktan sonra da sahayı devrettiklerini söyledi.
Sonrasında, doğal olarak iş uzamış, yeni ifadelerin alınmasına gerek görülmüş, sahanın dosyası neredeyse yeniden oluşturulmuştu. İstanbul da ikamet etmekte olan, sahayı devreden eski ruhsat sahibi bayanın ifadesine başvurmak istediğimizde, randevuya kendisi değil emekli hakim olan kocası geldi. Eşinin bu işleri bilmediğini, kendisinin hakim olması nedeniyle ruhsatı eşinin üzerine aldıklarını, yani hakim iken gizli bir biçimde madencilikle iştigal ettiğini ve emekli olduktan sonra da sahayı devrettiklerini söyledi.
Hareketleri tedirgindi ve doğru söylemediği izlenimi
veriyordu. Sıra, sahayı devralanların ifadelerine başvurmaya gelmişti. Fakat bu
noktada bir ince hesap vardı. Biz bu adamların ifadelerine başvurduğumuzda para
havalesini kendilerinin yapmadığını söyleyebilirlerdi. Çünkü para havalesini
gönderenin ismi ile ruhsatı devralanların isimleri tutmuyordu. Muhtemelen tedbirli
davranıp, büyük bir olasılıkla bu işi, yanlarında çalıştırdıkları birisine veya
bir arkadaşlarına yaptırmışlardı. O nedenle, bizim parayı havale eden ismi
bulup onun ifadesini almamız gerekmekteydi. Ancak bu kişinin doğrudan ifadesine
başvurduğumuzda, bize söyleyeceği havale etme nedenini, hemen arkasından parayı
havale ettiği memura bildirebilir ve onun da aynı doğrultuda ifade vermesini
sağlayabilir, bu da bütün emekleri boşa çıkartabilir, paranın sahanın devri
için değil de başka bir nedenle, mesela borç olarak gönderildiği
savunulabilirdi.
Mustafa üstat, bunları hiç düşünmüyordu. Oysa işin püf
noktası buradaydı. Bunun önüne geçmek için, düşündüğüm yöntemi Mustafa bey’e
anlattığımda, her zamanki gibi gereksiz gördüyse de daha önceki uyarılarımı
dikkate almamış olmasının neticesinde yaşadığı mahcubiyet nedeniyle sesini
çıkartmadı. Söylediğim şuydu; birimiz, ikamet adresi İzmir görünen havalecinin
ifadesini almak için İzmir’e giderek adamı bulup ifadesini alma aşamasına
geldiğinde hemen Ankara’yı arayıp haber verecek, birimiz de Ankara’dan ayrılmamasını
ve izin almamasını yazılı olarak kendisine bildirdiğimiz havale edilen parayı
alan maden dairesi memurunu hemen çağıracak ve ifadelerini aynı dakikalarda
alacaktık. Böylece, ağız birliği yapmalarının önüne geçilmiş olacaktı.
Birimiz İzmir’e giderken, diğerimizin Ankara’da kalmasının
nedenini Teftiş Kurulu Başkanımız Sırrı bey’e anlattığımızda, o ikimizin de
İzmir’e gitmesini istemiş, Ankara’daki ifadeyi kendisinin alacağını söylemişti.
Başkan böyle uygun görünce yapacak bir şey kalmamış, Mustafa bey’le ben İzmir’e
yollanmıştık.
Aradığımız adamı, bankaya verdiği adreste ilk gün bulamadık.
Evde kimse yoktu ve komşuları da nerede olduğunu bilmiyorlardı. Belki ertesi
gün gelir diye beklemek üzere kaldığımız misafirhaneye gelip durumu bildirmek
için Ankara’yı aradığımızda hiç beklemedim bir şeyle karşılaşmıştık. Biz adamı
bulduk ifadesini alıyoruz şeklinde bir haber vermemiş olmamıza karşılık başkan,
yanına aldığı bir müfettişle, memuru çağırıp o gün ifadesini almıştı. Peki, ama
konuştuğumuz neydi, neden böyle yapılmıştı? Böyle yapılacaksa biz neden İzmir’e
gelmiştik?
Çok ama çok sinirlenmeme rağmen bir şey yapamamıştım. Demek
ki, Başkanımız Sırrı bey bile beni öylesine dinlemişti. Kendisinin son derece
dürüst ve iyi bir müfettiş olduğunu bilmesem, bunu kasıtlı olarak yaptığını
düşünecektim.
Mustafa üstatla bense, ertesi gün, daha ertesi gün, aynı
adrese günde iki üç kez uğrayarak yaptığımız kontrollerde adamı bulamadık. Eve
ne gelen vardı ne giden. Sonunda, başkanın
ifadesini aldığı memurdan durumu haber almış olabileceğini ve bu nedenle eve
gelmediğini düşünerek İzmir de daha fazla kalmamıza gerek olmadığına karar
vererek, o zamanlar yürürlükte olan Memurların Yargılanmasına ilişkin yasanın
verdiği yetkiye istinaden, yetkili İzmir Cumhuriyet Savcılığına, bu adamın
istinabe yoluyla, yani biz müfettişler adına savcılık tarafından ifadesinin alınması
için bir yazı gönderip Ankara’ya döndük.
***
Raporumuzu, hile yoluyla ihya edildiği ve ardından da devredildiği anlaşılan ruhsatı iptal edip, sorumlu görülenleri, idari ve disiplin yönlerinden cezalandırarak ve başta adına para havalesi yapılan memur olmak üzere haklarında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunarak bağladık.
Bakanlık Teftiş Kurulundaki bu ilk sınavımda, adeta bir
dedektif gibi çalışmış, çok da yorulmuştum. Tek tesellim, bu çabalarımın sonucu
değiştirmiş olmasıydı. Açıkçası, Bakanlık Teftiş Kurulunda belli unvanları
taşıyan kişilerin soruşturmayı yürütme konusundaki yöntem, beceri ve
performansları karşısında da hayal kırıklığına uğramıştım.
Bu süreçte yaşadıklarımız bana, hiç kimseyi unvanına bakarak
değerlendirmemek gerektiğini bir kez daha göstermiş, onlara da benim nasıl bir
müfettiş olduğum konusunda net bir fikir vermişti.
Belki bu soruşturmanın en olumlu yanı da bu olmuştu. Tecrübe,
en büyük zenginlikti ve para ile satın alınamazdı. Bunu ilerleyen yıllarda daha
iyi anladım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder