6 Mayıs 2017 Cumartesi


 
YÖNTEM FARKI SONUCU DEĞİŞTİRİR...

Müfettiş olarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına geçtikten sonra ilk soruşturmayı Başmüfettiş Mustafa A. ile müşterek yürütecektim. Soruşturma konumuz, o zamanki adıyla Maden Dairesi Başkanlığıyla ilgiliydi. Soruşturmanın nasıl yürütüleceğine ilişkin inisiyatif Mustafa bey’in elindeydi. Ben hem bakanlıkta yeni, hem de kıdemsiz olduğum için, etliye sütlüye pek karışmıyor, Mustafa üstadın nasıl bir yöntemle işi yürütmeye çalıştığını izliyordum.

Konusu, Balıkesir taraflarında bulunan bir kömür sahasının (madeninin), yıllar önce faal olarak işletilmemek nedeniyle ruhsatının iptal edilmiş olmasına karşılık, o ruhsatın, usulsüz yollardan bir şekilde ihya edilmesi, yani yeniden hayata geçirilip işletme hakkı verilerek bir başka şahsa devredilmesi olan soruşturmaya başladığımızda anlamıştık ki, çoğu zaman olduğu gibi, konuyu bakanlığa ihbar eden şikayet mektubundaki isim sahteydi. Ancak, bakanlık makamı bunu bilemeyeceğinden konuyu incelenmesi ve soruşturulması için Teftiş Kuruluna havale ettiğine göre, bu soruşturma yapılacaktı.

Kaldı ki, soruşturmaya başlamak için Maden Dairesi Başkanlığından söz konusu kömür sahasına ait dosyasını yazılı olarak istediğimizde, dosyanın “kayıp olduğu gerekçesiyle” tarafımıza verilememiş olması da, şikayet mektubundaki iddiayı kuvvetlendirmiş olması da, ihbarcının gerçek bir kişi olmasına bakmaksızın incelemeye devam etmemiz için önemli bir neden oluşturuyordu.

Önce konuyu mevzuat yönünden incelemiş, sahanın ihale edilmek suretiyle işletmeye açılması gerekirken ihya edilmiş olmasının normal bir uygulama olmadığını tespit etmiş, ancak işlem dosyası “kayıp olduğu” için, sürecin nasıl çalıştırıldığına dair bilgi sahibi olamamıştık.

Bunun üzerine dosyanın, ruhsatın yeniden ihya edilip devredilmesi sürecinde,  işlem gereği dolaşması gereken birimlerdeki görevlilerin ifadelerine başvurarak, işlemin kim tarafından nasıl gerçekleştirildiğini aydınlatmaya çalışıp arşiv, sicil, işletme servislerinden memurlarla tek, tek görüşmüşsek de bir ipucu yakalamak mümkün olmamıştı.

***
İfadesini alırken sıkıntılı olduğu fark ettiğim bir arşiv memuru, sorulardan bunalınca başka bir servisteki memurun adını vererek, “birilerinin bu kişiye, Kızılay’da bulunan gökdelen binası civarındaki bir banka şubesine havale yapmak suretiyle para gönderdiklerini duyduğunu” söylemiş, fakat Mustafa üstat, “kanıtın var mı, bu işler duyumla olmaz” diyerek bu beyanları memurun ifade tutanağına yazmamıştı.

Oysaki bu önemli bir ifadeydi, üzerine gidip, daha fazla bilgi almaya uğraşması gerekirdi. Zira belli ki, adam bir şeyler biliyor, ama açıkça söylemekten de çekiniyordu.

Başmüfettişin bu davranışına bir anlam verememiştim. Bana çok ters gelmişti. Üstat, sanki bu ifadenin üzerine gidip çetrefil bir işle uğraşmamak, sadece usulsüz kazanıldığı belli olan ruhsatı iptal ederek soruşturmadan sıyrılmak istiyor gibiydi. Peki, sorumluların tespiti ve haklarında gereği neyse yapılması bizim işimiz değil miydi? Canım çok sıkılmıştı. O zamana kadar kıdem, tecrübe falan demiş soruşturmanın gidişatına müdahale etmemiştim, ama bu kadarına da katlanamayacaktım.

İfade alımı sırasında, “hangi banka biliyor musunuz?” falan gibi sorular sormaya çalışıp, adamın ifadelerinin tutanağa geçirilmesini sağlamaya çabaladıysam da üstat benim sorularımı duymazdan gelmiş, tutanağa geçmemiş ve neticede başarılı olamamıştım. Peki, ama ben bu soruşturmanın yürütülmesine ortak değil miydim? Fikirlerimi söyleme ve katkı yapma hakkım yok muydu? Elbette vardı. İfadesini aldığımız memurun yanında ses çıkartmamış, fakat çok sinirlenmiştim. Mutlaka bir şeyler yapmalıydım. Kıdem, üstatlık filan tamamdı da işin sağlıklı ve hakkıyla yürütülmesi başka işti, işi layıkıyla yapmak gerekirdi.

Geceyi bu düşüncelerle geçirdikten sonra, ertesi sabah bakanlığa varır varmaz doğruca Mustafa üstadın odasına gidip memurun, ihbar niteliğindeki beyanlarını yazmamız ve beyanlar doğrultusunda araştırmayı derinleştirmemiz gerektiğini söylediğimde önce, bunların kanıtı olmadığını belirterek, bu önerime sıcak bakmasa da ısrar etmem üzerine rahatsız olup, memnuniyetsiz bir suratla, gereksiz yere soruşturmanın uzamasına neden olduğumu söyleyerek, memurun ek bir ifadesini almayı kabul etmişti.

Derhal arayarak bakanlığa çağırdığım o arşiv memurunun, dosyayla ilgili olarak adını verdiği bir başka memur adına bankaya para havalesi yapıldığına dair açıklamasının yer aldığı ek ifadesini resmen kayıt altına aldıktan sonra, Kızılay civarındaki bankalarda araştırma yapmak, ruhsata ait işlemlerin yapıldığı tarihlere yakın tarihlerde, ismi verilen memur adına gönderilen bir para havalesi olup olmadığını araştırmak mecburiyet haline gelmişti.

Birkaç yıl öncesinin üç dört aylık bir dönemine ait para havalelerine bakılması gerekeceğinden ve bu da oldukça külfetli bir iş olduğundan Mustafa üstat, bu işten hiç memnun kalmamıştı. Her hareketinden bana kızdığı, kendini ispatlamaya çalışan bir yeni yetme gibi gördüğü belli oluyordu. Ama açıkçası onun ne düşündüğü beni hiç ilgilendirmiyordu. Bana göre, önemli olan, işi sağlam yapmaktı. Ben gökdelen binasının altında ve etrafındaki binalarda bulunan banka şubelerine resmi birer yazı göndererek bilgi isteyelim desem de Mustafa üstat, bunun işi uzatacağını, bizzat gidip sormamızın daha doğru olacağını söylüyordu. Yöntemlerimiz ve bakış açılarımız farklıydı. Sonunda üstat olduğu için onun dediği oldu. Nihayet, ertesi gün sabahtan Kızılay gökdeleni civarındaki banka şubelerine gitmek üzere anlaşarak ve ayrıldık.

Sabah, bakanlığa girerken Mustafa üstadı resmi bir araca binerken görüp arkasından seslendiğimde, sinirli bir tavırla Kızılay’a banka şubelerine gitmekte olduğunu söyledi. Beni neden beklemediğini sorduğumda, garip tavırlarla mesainin çoktan başladığını, benim geç geldiğimi falan ima etmeye çalıştı. Yani ona göre ben geç kalmıştım, o da beklemeye gerek görmemişti. Böyle garip ve anlamsız bir davranışa hak ettiği tarzda bir cevap vermek gerekirse de ben yine alttan alarak ses çıkarmadım be birlikte Kızılay’a gitmek üzere resmi araca bindim.

***
Maden Dairesi ile ilgili işlemlerin, bazı ilgili genelgeler uyarınca o zaman faaliyette olan ve Enerji Bakanlığına bağlı bulunan Etibank’ta yapıla geldiğini dikkate alarak, önce bu bankanın gökdelenin bakanlıklara doğru biraz yukarısında bulunan Kızılay şubesine gittik. Zamanın Müdürü İbrahim bey’in odasında oturup, verdiğimiz tarihler arasında o memurun adına havale olup, olmadığını kayıtlardan kontrol ettirmesini istedik Yaklaşık bir birbuçuk saat sonra aldığımız cevap olumsuzdu. Oradan çıkıp gökdelene biraz daha yakın olan, o zamanki Emlak Kredi Bankasının Kızılay şubesine girdik. Aynı araştırmayı rica ettik ve uzun süre bekledikten sonra ne yazık ki, oradan da aynı sonucu almıştık. Ardağımız isme havale yoktu. Geriye bir tek gökdelenin tam altında bulunan Ziraat Bankası Kızılay şubesi kalmıştı. Lakin, gelişmeler böyle olunca Mustafa bey, haklı çıktığını gösteren imalı tavırlar sergilemeye çoktan başlamıştı. Son olarak yanına girdiğimiz Ziraat Bankası şube müdürü pek gönülsüz bir havada ilgili servise telefonla talimat vermiş ve kısa bir süre yine telefonla aldığı yanıtın olumsuz olduğunu, o isme havale bulunmadığını söylemişti.

Artık Mustafa üstat, sadece imada bulunmakla yetinmiyor, “bak gördün mü, ben söylemiştim” gibi sözlerle açıkça beni suçlarcasına eleştiriyordu. Ne var ki, ben hala tatmin olmamıştım. Bir kere bankalarda yaptığımız, müdüre durumu anlatmak ve onun talimatı üzerine yüzlerini bile görmediğimiz banka görevlilerinin yaptığı taramalara itibar etmek olmuştu. Bu görevliler kayıtlara nasıl bakmıştı? Verdiğimiz tarihlere gerçekten riayet etmiş ve titiz bir tarama yapmış mıydı? Bir yanlışlık ve eksiklik yapmış olsa bundan dolayı sorumluluğu var mıydı? Ve daha da önemlisi, bize verilen cevaplar tamamen şifahiydi.

Oysa işin sağlam olması bakımından, bu cevapların yazılı olması ve banka görevlilerinin imzasıyla verilmesi gerekmez miydi? Bu soruların cevabını vermek çok zordu. Hele en son gittiğimiz Ziraat bankası şubesindeki yanıtın çok kısa sürede gelmesi kafamdaki bu soruları daha pekiştirmişti.

Mustafa üstat, beni eleştiren sözlerini uzatınca, ben de bütün bu kuşkularımı dile getirerek, madem öyle, bankalara birer resmi yazı ile sorup cevap isteyelim dedim. Bunu yapmasını sağlamak için de bizim bu banka şubelerinde araştırmayı yapmamıza neden olan ihbar niteliğindeki ifadenin, zaten bankalarda araştırma yaptığımızı ve olumsuz sonuç aldığımızı raporumuzda sözlü değil, belgeleriyle belirlememizi de zorunlu kıldığını ifade ettim.

Nasıl olsa araştırmayı yapıp, neticesini aldığı için, bu önerimi sadece bir formalite gibi gören Mustafa üstat, yazımıza banka şubelerince verilecek cevapların da konuyu daha önce araştırdıkları için, çabucak geleceğini varsayarak itiraz etmedi. Ve ertesi gün banka şubelerine ikimizin imzasıyla birer yazı gönderdik.

***
Mustafa üstat artık haklı olarak, bankalardan gelecek cevabi yazılarda da o isme para havalesi yapıldığına dair bir kayıt bulunmadığı şeklindeki bilgilerin yer alacağını düşünerek, soruşturma raporunu yazmaya başlamış epey de yol almıştı. Nitekim birkaç gün arayla Etibank ve Emlak Kredi Bankalarından gelen cevabi yazılar, daha önce verdikleri şifahi bilgi ile aynı doğrultudaydı.

Ama ne gariptir ki, bu defa da şifahi görüşmede çok kısa süre içinde cevap veren Ziraat Bankası Kızılay şubesinde gelecek yanıt gecikmiş, yaklaşık on gün kadar sonra gelen cevabi yazıda, Mustafa üstadın o güne kadar yazdıklarının tümünün çöpe atılmasına neden olmuştu.

Evet, Ziraat bankası şubesinden günler sonra gelen cevabi yazıda, ifadesinde bize ihbarda bulunan memurun belirttiği o isme, tahmini olarak araştırılmasını istediğimiz aylardan birisinin ilk haftasının ikinci gününde hatırı sayılacak bir meblağın havale olarak gönderildiğine dair kayıt bulunduğu belirtiliyor ve o kaydın fotokopisi de ekte sunuluyordu.

Bu gelime hiç kuşkusuz sil baştan demekti ve işin seyrini tamamen değiştirmişti.

Bu tablo, müfettişlikte olsun başka mesleklerde olsun, işi kurallarına göre ve mutlaka yazılı kayda bağlayarak yapılmasının önemini bir kez daha ortaya koyuyordu. Çünkü yazılı ifade ve yanıtlar karşı tarafa daima sorumluluk yükler, hata yapma riskini en aza indirirdi.

***
Sonrasında, doğal olarak iş uzamış, yeni ifadelerin alınmasına gerek görülmüş, sahanın dosyası neredeyse yeniden oluşturulmuştu. İstanbul da ikamet etmekte olan, sahayı devreden eski ruhsat sahibi bayanın ifadesine başvurmak istediğimizde, randevuya kendisi değil emekli hakim olan kocası geldi. Eşinin bu işleri bilmediğini, kendisinin hakim olması nedeniyle ruhsatı eşinin üzerine aldıklarını, yani hakim iken gizli bir biçimde madencilikle iştigal ettiğini ve emekli olduktan sonra da sahayı devrettiklerini söyledi.

Hareketleri tedirgindi ve doğru söylemediği izlenimi veriyordu. Sıra, sahayı devralanların ifadelerine başvurmaya gelmişti. Fakat bu noktada bir ince hesap vardı. Biz bu adamların ifadelerine başvurduğumuzda para havalesini kendilerinin yapmadığını söyleyebilirlerdi. Çünkü para havalesini gönderenin ismi ile ruhsatı devralanların isimleri tutmuyordu. Muhtemelen tedbirli davranıp, büyük bir olasılıkla bu işi, yanlarında çalıştırdıkları birisine veya bir arkadaşlarına yaptırmışlardı. O nedenle, bizim parayı havale eden ismi bulup onun ifadesini almamız gerekmekteydi. Ancak bu kişinin doğrudan ifadesine başvurduğumuzda, bize söyleyeceği havale etme nedenini, hemen arkasından parayı havale ettiği memura bildirebilir ve onun da aynı doğrultuda ifade vermesini sağlayabilir, bu da bütün emekleri boşa çıkartabilir, paranın sahanın devri için değil de başka bir nedenle, mesela borç olarak gönderildiği savunulabilirdi.

Mustafa üstat, bunları hiç düşünmüyordu. Oysa işin püf noktası buradaydı. Bunun önüne geçmek için, düşündüğüm yöntemi Mustafa bey’e anlattığımda, her zamanki gibi gereksiz gördüyse de daha önceki uyarılarımı dikkate almamış olmasının neticesinde yaşadığı mahcubiyet nedeniyle sesini çıkartmadı. Söylediğim şuydu; birimiz, ikamet adresi İzmir görünen havalecinin ifadesini almak için İzmir’e giderek adamı bulup ifadesini alma aşamasına geldiğinde hemen Ankara’yı arayıp haber verecek, birimiz de Ankara’dan ayrılmamasını ve izin almamasını yazılı olarak kendisine bildirdiğimiz havale edilen parayı alan maden dairesi memurunu hemen çağıracak ve ifadelerini aynı dakikalarda alacaktık. Böylece, ağız birliği yapmalarının önüne geçilmiş olacaktı.

Birimiz İzmir’e giderken, diğerimizin Ankara’da kalmasının nedenini Teftiş Kurulu Başkanımız Sırrı bey’e anlattığımızda, o ikimizin de İzmir’e gitmesini istemiş, Ankara’daki ifadeyi kendisinin alacağını söylemişti. Başkan böyle uygun görünce yapacak bir şey kalmamış, Mustafa bey’le ben İzmir’e yollanmıştık.

Aradığımız adamı, bankaya verdiği adreste ilk gün bulamadık. Evde kimse yoktu ve komşuları da nerede olduğunu bilmiyorlardı. Belki ertesi gün gelir diye beklemek üzere kaldığımız misafirhaneye gelip durumu bildirmek için Ankara’yı aradığımızda hiç beklemedim bir şeyle karşılaşmıştık. Biz adamı bulduk ifadesini alıyoruz şeklinde bir haber vermemiş olmamıza karşılık başkan, yanına aldığı bir müfettişle, memuru çağırıp o gün ifadesini almıştı. Peki, ama konuştuğumuz neydi, neden böyle yapılmıştı? Böyle yapılacaksa biz neden İzmir’e gelmiştik?

Çok ama çok sinirlenmeme rağmen bir şey yapamamıştım. Demek ki, Başkanımız Sırrı bey bile beni öylesine dinlemişti. Kendisinin son derece dürüst ve iyi bir müfettiş olduğunu bilmesem, bunu kasıtlı olarak yaptığını düşünecektim.

Mustafa üstatla bense, ertesi gün, daha ertesi gün, aynı adrese günde iki üç kez uğrayarak yaptığımız kontrollerde adamı bulamadık. Eve ne gelen vardı ne giden. Sonunda,  başkanın ifadesini aldığı memurdan durumu haber almış olabileceğini ve bu nedenle eve gelmediğini düşünerek İzmir de daha fazla kalmamıza gerek olmadığına karar vererek, o zamanlar yürürlükte olan Memurların Yargılanmasına ilişkin yasanın verdiği yetkiye istinaden, yetkili İzmir Cumhuriyet Savcılığına, bu adamın istinabe yoluyla, yani biz müfettişler adına savcılık tarafından ifadesinin alınması için bir yazı gönderip Ankara’ya döndük.

***
Raporumuzu, hile yoluyla ihya edildiği ve ardından da devredildiği anlaşılan ruhsatı iptal edip, sorumlu görülenleri, idari ve disiplin yönlerinden cezalandırarak ve başta adına para havalesi yapılan memur olmak üzere haklarında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunarak bağladık.

Bakanlık Teftiş Kurulundaki bu ilk sınavımda, adeta bir dedektif gibi çalışmış, çok da yorulmuştum. Tek tesellim, bu çabalarımın sonucu değiştirmiş olmasıydı. Açıkçası, Bakanlık Teftiş Kurulunda belli unvanları taşıyan kişilerin soruşturmayı yürütme konusundaki yöntem, beceri ve performansları karşısında da hayal kırıklığına uğramıştım.

Bu süreçte yaşadıklarımız bana, hiç kimseyi unvanına bakarak değerlendirmemek gerektiğini bir kez daha göstermiş, onlara da benim nasıl bir müfettiş olduğum konusunda net bir fikir vermişti.

Belki bu soruşturmanın en olumlu yanı da bu olmuştu. Tecrübe, en büyük zenginlikti ve para ile satın alınamazdı. Bunu ilerleyen yıllarda daha iyi anladım...
                                    
                                                                  --0--

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder