13 Mayıs 2017 Cumartesi



 
MASON TEZGAHI VE SONU...


Benimle çalışan arkadaşlarım, iş yaşamımda disiplinden taviz vermediğimi, siyasal düşünceleri ve özel yaşamları ne olursa olsun, görevlerini objektif, düzenli ve eksiksiz yerine getirmelerini istediğimi çok iyi bilirler.

Her zaman bu ilkelerle hareket ettim ve çalışma düzenini bilinçli olarak bozup iş yapmadan maaşını almaya çalışanlarla kim olduklarına, arkalarında hangi gücün bulunduğuna aldırmadan sonuna kadar mücadele ettim.

Başkanımız İbrahim ağabeyin vefat etmesi üzerine Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığına vekaleten atandığımda bile, bu ilkeleri uygulamamın, asalak müfettişlerle aramı açacağını, benim asaleten atanmama karşı güç birliği oluşturacaklarını bilmeme rağmen, bu mücadeleden asla taviz vermedim.

Ben den daha kıdemli olan, ancak yılda bir soruşturma bile yapmadan sabah gelip öğle yemeğini yedikten sonra çekip giden Kadir B., bu asalak müfettişlerin en pervasızıydı. Benim Başkan vekili olarak atanmamadan sonra, bunu hazmedememiş ve sanki başkanlık kendisinin hakkı imiş de elinden almışım gibi davranarak, tamamen iş yapmaz, mesaiye gelmez olmuştu. Hem çalışmıyor, hem başkan olmak istiyor, hem de yıl olarak ondan daha az çalışmış olmakla birlikte ürettiğim iş olarak çok çok önünde olduğuma bakmaksızın benim asaleten başkan olarak atanmamı engellemeye çalışıyordu.

Deniz Baykal’ın mutemet adamlarından Mustafa Özyürek’in Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü döneminde bu kurumda müfettişlik yaptığı, sonra Deniz Baykal’ın kısa süren Enerji Bakanlığı sırasında naklen bakanlık müfettişliğine geçtiği için, CHP’li ve Baykal’ın adamı rollerine geziyor, bu imajı yaratarak, etrafına, bir gün CHP iktidar olursa önemli işler yapacakmış görüntüsü verdiği için de kimse ona bulaşmak istemiyor, o da iş yapmadan yarım mesai ile maaşını alıp geziyordu.

Bense, başkan vekili olduktan sonra bütün raporlarla tek başıma ilgilenmek ve bakana sunmak zorunda kaldığım için işlerden başımı kaldıramıyordum. Zaman, zaman asaleten atanma kararnamemin Cumhurbaşkanına gönderildiği söylentileri çıkıyor, sonra bu haberlerin doğru olmadığı anlaşılıyordu. Kısacası, kendi geleceğimle ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Her şey muammaydı. Ama ben var gücümle çalışmaya devam ediyordum.
***
Personel Dairesi Başkanımız Nevin Sincil hanımın eşi Maden Tektik Arama Genel Müdürlüğünde çalışan Ümit abi, aramızda yaş farkı olmasına karşılık iyi arkadaşımdı. Aynı camianın insanı olarak, bir yerlerde tanışmış ve birbirimizi sevmiştik. Zaman, zaman görüşür dertleşirdik. Bir gün ziyaretime gelmek istediğini söylemiş ve gelince de önemli bir bilgi vermişti. Belli ki, sırf bunun için gelmişti. Söylediğine göre, benim atama kararnamem bakan tarafından gönderilmiş, başbakan tarafından da imzalamış ancak, Cumhurbaşkanlığınca onaylanmamıştı. Söylediğine göre, Cumhurbaşkanınca imzalanmasını engelleyen kişi de Turgut Özal’ın vefatı üzerine Cumhurbaşkanı seçilen Süleyman Demirel’in genel sekreteri Necdet Seçkinöz  kanalıyla çok kısa bir süre görev yapmış olan Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) eski genel müdürü Sedat Yıldız’dı.

Şaşırmıştım. Sedat Yıldız, Tokat’lıydı ve dolayısıyla hemşerimdi. Ama kendisinin genel müdürlüğü zamanında hiçbir ilişkimiz olmamıştı. Yani bana düşman olması, kararnamemin çıkmasını engellemesi için hiçbir mantıklı sebep olamazdı. Acaba bu bilgi doğru muydu, işin aslı neydi?.

Ümit ağabeye verdiği bilgi için teşekkür etmiş, duyduklarıma hem üzülmüş, hem de sevinmiştim. Üzülmüştüm, çünkü hak ettiğim bir yükselme engellenmişti. Sevinmiştim, çünkü en azından bakanlık makamı her şeye rağmen arkamdaydı ve beni bu göreve layık görüyordu.

Bu işin doğruluğunu araştırmayı ve gerçeği öğrenmeyi kafama koymuş, bunun için derhal Sedat Yıldız’ı arayarak görüşme talep etmiştim. Doğrudan kendisine sorup, olayı aydınlatacaktım. Emekli olduktan sonra gidip geldiği Çankaya’daki bürosuna sözleştiğimiz gün ve saatte gittiğimde, odasında yalnız değildi. Yanında iki kişi daha vardı. İlginçtir ki, bu iki kişiden birisini tanıyordum. O da TEK personeliydi ve yanılmıyorsam Sedat beyin özel kalem müdürlüğünü falan yapmıştı. Fakat kendisiyle hiçbir hukukum olmamıştı.

Oturur oturmaz hiç vakit geçirmeden konuyu açmış, kendisi ile hemşeri olduğumuzu bilmeme rağmen hiçbir ilişkimizin olmadığını, dolayısıyla kendisine bir kötülüğüm dokunmadığını, duyduklarıma bir anlam veremediğimi söylediğimde Sedat bey, olayı yalanlamadan mahcup bir tavırla, lafı gevelemeye başlamıştı ki, bizimle aynı masada oturan, o TEK personeli olduğunu bildiğim kişinin yakasındaki rozet dikkatimi çekmişti.

Rozet, küçük f harfini andırıyor, tutamak yerinin ucu eğik bir kılıç’a benziyordu. Ve ben, bu rozeti bir yerden hatırlıyordum. Ama nereden, hızla bunu düşünürken rozete bir kez daha baktığımda nereden hatırladığımı bulmuştum. Evet, yanılmıyordum, bu rozetin aynısı bizim Kadir B’nin yakasında da takılıydı. O, bu garip rozeti soranlara, karımın adının baş harfi falan derdi. Ama bazı arkadaşlar, Kadir’in mason olduğunu ve bu rozetin de bir belli derecedeki masonların simgesi olduğunu söylerlerdi. Ki, aynı rozete DSİ genel müdürlüğünde çalışan bir arkadaşımızda da rastladığımda, bunun tesadüf olamayacağını, masonluk söylentilerinin doğru olduğunu düşünmüştüm.

Evet, bu tesadüf olamazdı. Bende jeton birden düşmüştü. Herhalde bu TEK personeli de eşinin adının baş harfi olduğu için bu rozeti yakasına takmamıştı. Denmek ki, Bu da masondu ve büyük olasılıkla, kendilerinden bir üst derece mason olan Sedat bey aracılığıyla eskiden beri mason oldukları söylenen Demirel ve Necdet Seçkinöz’e ulaşıp benim kararnamemin imzalanmasını engellemişlerdi.

O dakikadan itibaren, stratejimi değiştirmiştim. Konuşmasını keserek Sedat beye, hiç kendinizi yormayın üstat, anlaşılan o ki, beni tanımasanız da şu an yanınızda oturan ve bizim Kadir Berk ile yakın ilişkilerde olduğunu bildiğim arkadaşlarınızın yanlış bilgilendirmeleri neticesinde bana engel oldunuz. Ama benim size tavsiyem, tanımadığınız insanlar hakkında, sadece size iletilen sözlerle hareket etmeyiniz. Ve etrafınızı saranların, sizinle aynı yapılanmalar içinde olanların mutlaka haklı ve her şeyi hak ettiklerini zannetmeyiniz demiş ve ayağa kalkmıştım.

Sedat bey şaşırmış, bundan sonra benim arkamda olacağını falan gevelemeye çalışmış, yanındakiler ağızlarını bile açamamıştı.

Bürodan çıktığımda çok ama çok rahatlamıştım. Arkadan çevrilmeye çalışılan entrikaları çözüp birilerinin dersini vermiş olmak, herkese olduğu gibi bana da iyi gelmişti...
***
Evet, Kadir ve yanındaki bir iki asalak müfettişin entrikalarıyla cebelleşmekten iş yapamaz olmuştum. Vekalet sürem uzadıkça, bu ayak oyunları daha da yoğunlaşmıştı. Kadir ve şürekası tamamen iş yapmaz olmuş, gerek sözlü, gerekse yazılı ikazlarıma pişkinlik içerisinde arsız cevaplar ve tepkiler vermeyi sıradan bir iş haline getirmişti. Ama artık canıma tak dediği için ben de gereken şekilde, daha doğru bir ifadeyle hak ettikleri biçimde davranmayı karar vermiş ve bütün sonuçlarına katlanmayı da göze almıştım.

Sonuçta, her şeyi sineye çekmek benim karakterime tersti. Eğer sonunda başkan olmak için bana tamamen aykırı gelen davranışlara daha fazla tahammül edecek olursam, başkan olsam bile kendimi affedemezdim. Kişisel sürtüşme içindeymişim, beli müfettişleri hedef almışım gibi bir görüntü vermemek adına, çalışma ortamı ile ilgili her hususu yazılı olarak duyurup başkanlık talimatları halinde yayınlamaya başlamıştım. Artık bundan sonra bu talimatlara uymayacak olanlara hak ettikleri gibi davranmak meşru olacaktı.

Yayınladığım başkanlık talimatlarından birisi, uhdelerine verilmiş olan inceleme ve soruşturmaları, başkanlığımızca öngörülen süre içinde veya süresinde bitirilemeyen işler için gerekçesi belirtilerek ek süre talep etmeleri üzerine başkanlığımızca kabul edilen bu ek sürelerin sonunda bitirip raporunu başkanlığımıza teslim etmeyen müfettişlerin yıllık izin taleplerinin rapor sunulmadan uygun görülmeyeceğine aitti.

Bu çok normal bir talimattı. Uhdelerine verilen inceleme ve soruşturmaları mübalağasız iki, üç yıl gibi uzun süreler içinde  bitirmeyen Kadir ve Savaş gibi müfettişler yüzünden, büro elemanlarıma geriye doğru 10 yılı kapsayan bir çalışma yaptırmış ve ihale konuları v.s gibi kapsamlı soruşturmaların dahi eski üstatlarımızca ortalama üç aylık sürelerde tamamlandığı tespit etmem üzerine, müfettişlere iş verilirken başkanlığımca o işin içeriğine göre bir tahmini süre belirlenmesi cihetine gitmiş, bu sürede işin tamamlanamaması durumunda, o güne kadar yapılan çalışmalar ve gerekçeleri belirtilerek ek süre talebinde bulunulması, bu talebe başkanlıkça onay verilirse bu ek sürenin kullanılarak işin bitirilmesi şeklinde bir uygulamaya gitmiştim.

Hiç kuşkusuz bu uygulama asalak geçinen ve iş üretmemeyi şiar edinmiş olan müfettişlerin hoşuna gitmemişti. Ama başkan olarak benim derdim, işleri zamanında bitirmek ve bakanlık makamından söz işitmeden normal çalışma düzenimizi yürütebilmekti.

Bu talimatı çok önemsediğimi ve uygulamada kararlı olduğumu her fırsatta ifade etmeme rağmen, Kadir iş yapmamayı sürdürmüş, verilen sürelere uymadığı gibi, ek süre talebinde filan da bulunmayarak, başkanlığımı sabote etmeyi sürdürmüştü. Aslında kendisine yakışanı yapıyordu.
***
Uzun zaman önce kendisine verilen soruşturmayı bitirmediği ve raporunu vermediği gibi ek süre falan da talep etmediği halde, yaz mevsiminin başlangıcında bir gün mesai bitimine doğru büro müdürünce önüme getirilen dilekçesinde, “falan günden itibaren 20 gün izin kullanacağım. Bilginize sunulur.” demekteydi.

Yani adam izin bile istemiyor, sadece haber verip gidiyordu. Birden tepem atmıştı. Hemen büro müdürünü çağırıp Kadir beye yanıma gelmesini söylemesini istemiştim. Ama nafile, Kadir çoktan bakanlıktan ayrılmıştı. Zaten benimkisi de saflıktı. Hiç Kadir bu saatlerde bakanlıkta olur muydu? Mesai denilen kavram bizler için geçerliydi. O ayrıcalıklı memurdu. Hep böyle davranmış, herkesi alıştırmıştı. Şimdi de böyle davranmak istiyordu. Ben ise adamın oyununu bozuyordum. Sonra ben kim oluyordum? Adam benden önceki başkanları takmamış da beni mi takacaktı.

Öğle 12:00 de çantasını toplayıp, Kızılay servisi ile doğruca İdareciler derneğinde toplanan oyun karesine yetişmeye gittiğini herkes gibi ben de bildiğimden, yine oraya gitmiş olması olasılığını kuvvetle muhtemel görmüş ve sekretere derneği aratmıştım. Telefona çıkan bir dernek görevlisi orada olmadığını söylenmişti. Ne kadar doğruydu bilmek elbette mümkün değildi.

Bana göre, bu davranışı artık bardağı taşıran son damla olmuştu. Mutlaka, ama mutlaka anlayacağı dilden ve resmi yoldan ne gerekiyorsa onu yapacaktım. Aksi takdirde, bundan sonra başkanlık koltuğunda içim rahat olarak oturmayacaktım.

Bunun için ilk iş olarak derhal, başkanlığa gönderdiği yazının bir izin talep dilekçesi olmadığını, kaldı ki, uhdesindeki iş, hala rapor olarak tamamlanmadığından, başkanlığımca yayınlanmış talimatlar gereğince kendisine yıllık izin verilmesinin söz konusu olamayacağını, bu nedenle derhal görevi başına dönmemesi durumunda hakkında gereken disiplin cezasının verileceğini, gelmediği günlerin yasada yazan süreyi geçmesi halinde müstafi, yani memuriyetten istifa etmiş sayılacağını belirten bir yazı yazdım ve büro müdürü Murat bey ile ev adresine gönderdim.

Bir, iki saat sonra müdür geri gelmiş ve evde kimsenin olmadığını söylemişti. İnanmıştım. Çünkü o günlerde büro müdürüne güveniyordum, ama yıllar sonra yaşayacağım bazı gelişmelerden sonra o güne ilişkin olarak, adreste bulmuş olduğu halde Kadir’in ricasıyla, tebliğatı yapmadan gelmiş olabileceğini düşünecektim.

Bunu üzerine, uzun süredir çalışma usullerine uymamayı alışkanlık haline getirdiği ve talimatlara aykırı olarak emrivaki ile izine çıktığı için, kınama cezası ile cezalandırmak için savunmasını talep eden bir yazı daha hazırladım ve her ikisini birden adresine tebligat yasasına göre ikametgah adresine gönderdim. Bu yasa uyarınca, evde olmasa dahi, kapısına bırakılan bir bildirim yazısına göre kendisine tebligat yapılmış sayılmakta olduğu için birkaç gün sonra her iki yazı da kendisine tebliğ edilmiş sayılacaktı. Aslında bu yaptığım, işin resmi boyutunu oluşturuyordu. Yoksa Kadir’in, tüm bu olup bitenden haberdar olmaması düşünülemezdi. Savaş kardeşinden, bürodaki bazı memurlardan ve diğer bazı müfettişlerden neler olup bittiğini öğrenmesi pek ala mümkündü.
***
Birkaç gün hiçbir gelişme olmamıştı, Başmüfettiş Kadir ortalarda yoktu. Ben de başka bir şey yapamamıştım. Beklemekten başka çarem yoktu. Hafta tatilinden sonra Pazartesi günü bakanlık makamına indiğimde, bakanın odacılardan Şemsettin, bir sır verir gibi kulağıma eğilerek, Pazar günü Kadir’in geldiğini ve müsteşarla görüştüğünü söylediğinde, çok şaşırmıştım.

Şemsettin beni sevdiği ve başkanlık için heyette çekişme yaşandığını bildiği için, bir terslik olursa haberim olsun diye bunu yapmıştı. Yoksa son olayları elbette bilmiyordu. Nitekim o gün öğle saatlerinde müsteşar Ahmet hoca beni çağırdığında, bunun ne için olduğunu tahmin etmiştim. Beni Şemsettin’in anlattığı konu için çağırıyor olmalıydı. Evet, yanılmamıştım. Kadir, bir arkadaşını araya koymuş, gelmiş müsteşarla görüşmüş ve olayı tamamen saptırarak kendi yönünden anlatmıştı.

Müsteşar Ahmet hoca, konuyu açıp mesele nedir deyince, kendisinden bazı belgeler alıp geleceğimi ve olayı bütün ayrıntılarıyla ortaya koyacağımı söyleyerek müsaade isteyip derhal odama çıktım ve Kadir’e defalarca yazdığım ikaz yazlılarını, işlerin ne şekilde yürütülüp bitirileceğine ilişkin genel talimatlarımı, Kadir’e en son işi hangi tarihte verdiğimi gösteren yazıyı ve adamın emrivakiyle izne çıktığı yazısını alıp geri hocanın yanına döndüm.

Birkaç dakika içinde olayı bütün çıplaklığıyla ortaya koyup, bütün talimatlara karşılık uhdesindeki işi uzun süredir bitirmediği gibi, izin istemeyen, izine ayrıldığını haber veren yazısını gösterdiğimde, müsteşar durumu anlamıştı. Kadir’in pişkinliğine şaşırmış ve tamam kardeşim ne gerekiyorsa yap sen bilirsin demişti.

Zaten öyle yapacaktım. Kadir’in oyunu böylece geri tepmişti. O arkadaşı kimse, araya sokup da müsteşarı bana karşı dolduracağını ve beni gözden düşürüp hırçın, çatışmacı bir adam olarak gösterip sonumu hazırlayacağını düşünmüş, fakat yaptıklarının belgeleri mahiyetinde olan yazışmalar ortaya dökülünce oyun bozulmuştu.

Bu ve bunu gibi olaylar bana, devlette, her şeyin kayıt altına alınmasının, özellikle de sorumluluk doğurabilecek meselelerde sözlerin unutulacağı, çarpıtılacağı, belge olarak sunulamayacağı dikkate alınarak her şeyin yazılı yapılmasının son derece önemli bir ilke olduğunu öğretti.

Kadir, usul ve esaslara aykırı davranışlar yaptıkça hep sözlü ikazlarda bulunup, bunları bir zaman sonra yazıya dökmemiş olsaydım bu gelişmeler karşısında bu kadar kararlı ve güçlü olamayacaktım. O halde, gereken ne ise onu yapmaya devam etmek en doğru yaklaşım olacaktı.

Nitekim bu arada, savunma için verilen sürede yazılı olarak savunma göndermediği için Kadir’e kınama cezasını vermiştim bile… Artık dönüş yoktu. Herkes layık olduğu muameleyi görmeliydi.
***
Aradan birkaç dün daha geçmiş Kadir hala göreve başlamamıştı. Ama müsteşarı ziyareti her şeyden haberi olduğunu göstermekteydi. Göreve gelmediği günlerin sayısı yasada belirtilen sınıra ulaşıp da adam hala ortalarda görünmeyince bu kez, bu fiiline uygun düşen, Aylıktan Kesme cezası ile cezalandırmak için bir savunma yazısı hazırlayarak adresine gönderdim.

Savunma süresi içinde tutarlı bir mazeret ve savunma yapmasının mümkün olmadığını adım gibi bilmeme rağmen, yasa gereği bekleyecek sonra cezasını verecektim. Aynı yasaya göre, bu cezayı alan birisinin Daire Başkanlığı dahil daha üst görevlere getirilmesi mümkün değildi. Yani Kadir, kendi kendisinin yolunu tıkamıştı. Hırsı, aklını aşmış, kendi sonunu hazırlamıştı. Artık başkanlık hesapları yapmasının imkanı olmayacaktı.

Geç de olsa bunun farkına varmış ve müsteşardan da beklediği desteği bulamayacağını anlamış olmalı ki, savunma verme süresi bitmeden, bakanlık personel dairesine verdiği bir dilekçe ile emekliliğini talep etmişti.

Ne demeli, su testisi su yolunda kırılmıştı. Ama ben yine yukarıda sözünü ettiğim prensipten hareketle, kendisi her ne kadar emekli olmuşsa da aslında şu cezayı hak etmiş idi, dosyasında bulunmasında fayda görülmektedir şeklinde bir yazıyı, personel dairesine gönderdim...
***
Savaşmadan yenilgiyi kabul etmemeyi çocukluğumda, gençliğimde verdiğim mücadelelerden öğrenmiştim; bu yaşananlar sadece onlardan birisiydi.

Sonunda, yıllardır hiçbir başkanın üstüne gitmeye cesaret edemediği, kendisini siyasi çevresi ve dostları olan güçlü birisi olarak göstermiş ve herkesi sindirmeyi başarmış bir asalak böylece temizlenmişti...
                                                                    --0--

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder