HDP Açısından
Seçim Analizi...
Genel
seçimlere kısa bir süre kalmışken, önemli bir süreçten geçtiğimize hiç kuşku
yok...
*
Davutoğlu
başkanlığındaki AKP hükümetinin, cumhurbaşkanı ile zaman zaman belirginleşen
ters düşmeleri, özellikle son günlerde” Kürt sorunu” ile ilgili olarak Erdoğan,
“böyle bir sorun yoktur” melainde açıklamalar yaparken, başbakan yardımcısı
Bülent Arınç’ın bu konuların hükümetlerinin
sorumluluğunda olduğunu ve cumhurbaşkanını sevmekle birlikte, bunları
bakanlar kurulu toplantılarında paylaşmak yerine, ekranlarda konuşmasını doğru
bulmadıklarını açıklaması, diğer başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan, izleme
heyeti oluştururken, Erdoğan’ın istihbarat örgütü varken ayrıca izleme heyeti
uygulamasını doğru bulmadığını söylemesi,
Buna
karşılık “Kürt sorunu” tartışmasına “Kürt” tarafı olarak katılan, HDP eşbaşkanı
Selahattin Demirtaş’ın, Erdoğan’a “HDP var oldukça seni başkan yaptırmayacağız”
demesi,
Ve
AKP tarafının da bu açıklamaya karşılık olarak, MİT vasıtasıyla da olsa Erdoğan
ile uyum içinde “Çözüm süreci” adı altında belli mesafeler alan Öcalan’ı
“cici”, Erdoğan’ı başkan yaptırmayacaklarını söyleyen Demirtaş’ı ise “tu kaka”
ilan etmesi,
Bu
sürece, HDP’nin barajı geçip geçemeyeceği tartışmaları arasında “Kürt sorununa”
hangi siyasi parti veya çizginin nasıl baktığının damga vuracağını
göstermektedir.
*
Bir
önceki analiz yazımızda, CHP’nin, aslında “çözüm sürecine” karşı olmamakla
beraber, bunu klasik seçmenine ve tabanına anlatmakta sıkıntı yaşaması
nedeniyle bu konuda net ve açık bir tavır içine giremediğini, barıştan
silahsızlanmadan yana olduğunu genel olarak ifade etmekle yetindiğini, bununsa
hiçbir tarafa güven vermediğini,
MHP’nin
ise baştan beri bu konuda hamasi davrandığını, ancak artık fiili bir durum
halini almış olan bu konunun çözümüne dair somut açıklamasının olmadığını,
Belirtmiş
ve ABD’nin liderlik yaptığı emperyalizmin BOP projesi kapsamında, Türkiye, İran
ve Irak üçgeninde oluşturmak istediği bir Kürt yapılanmasının hayata
geçirilmesi için hala en uygun siyasi iktidarın AKP olarak görüldüğünü,
dolayısıyla, bu bağlamda ABD emperyalizmine karşı çıkılmadan, yürütülecek
milliyetçi duruşların yeterli olmadığını söylemiştik...
*
Bu
nedenle bu analizimizde daha çok, seçimlere damga vuracak olan “Kürt
sorununun” Kürt tarafı olarak görünen
HDP üzerinde durmakta yarar görmekteyiz...
*
Önce
belirtelim ki, HDP’nin barajı geçip, geçemeyeceği sorusu, fala bakar gibi
cevaplanacak bir konu değildir.
Bilindiği
üzere HDP’nin barajı geçemeyeceğini bile bile, aralarında bulunan gizli bir
anlaşma gereğince kendi isteklerini almak ve Öcalan’ın serbest bırakılmasını
sağlamak amacıyla, AKP’nin Anayasa’yı değiştirip Erdoğan’ın başkan olmasına
imkan verecek bir çoğunluğu elde etmesi için parti olarak seçime girme kararı
aldığını söyleyenler olduğu gibi, HDP’nin, ‘barajı aşamazsam bunu gerekçe yapar
ve kendi parlamentomu kurarım’ diyerek bu yola gittiği değerlendirmesinde
bulunanlarda vardır...
*
Bu
görüşlerden ilki pek de gerçekçi görünmemektedir; çünkü şayet HDP ve AKP’nin
aralarında bir anlaşma var da seçimler sonrasında Erdoğan, HDP’nin istedikleri
yerine getirilerek başkan yapılacaksa, bunun için HDP’nin baraj altında
kalarak, AKP’ye Anayasa’yı değiştirecek bir çoğunluğu kazanması için fırsat
vermek yerine, eskisi gibi bağımsızlarla girip mecliste gurup kurarak AKP ile
birlikte Anayasa’yı değiştirerek, Erdoğan’ın başkanlığı karşısında
istediklerini alması çok daha akılcıdır...
Bu
durumda HDP, hem mecliste temsil edilecek ve hem de bütün inisiyatifi AKP’ye
bırakmamış olacaktır. AKP’de çoğunluk kendisinde olsa da Anayasa’yı tek başına
değiştirmeye uğraşan bir parti değil, mecliste bir partiyle de olsa uzlaşan bir
iktidar görüntüsü vermiş olacaktır.
*
İkinci
görüş daha çok dillendirilmekteyse de aslında bunun da uygulanabilirliği zayıf
ihtimal olarak görülmektedir. Zira güneydoğu da ayır bir parlamento kurulması
için uygun bir konjönktür olduğunu söylemek zordur ve HDP de bunu görecek
deneyime sahiptir. “ Çözüm süreci” denilen süreç, bir anlamda Türk kamuoyunun
ana dilde eğitim ve özerklik gibi radikal konularda ikna edilmesi ve alıştıra
alıştıra yapılmasıysa ki, budur; o halde bu süreç devam ederken Türk kamuoyunun
kerhen de olsa sesiz kalmasını sağlayacak “silahsızlanma” gibi adımları atmak
yerine, tepkisini çekecek ve uzlaşı içinde süreci yürüttüğü AKP iktidarını zora
sokacak olan, ayrı parlamento kurulmasının da akılcı bir iş olmayacağı açıktır.
*
HDP’nin
seçime parti olarak girmesinin temel gerekçesi, en kuvvetli olasılıkla,
Cumhurbaşkanlığı seçiminde yakaladığı 9,5 civarındaki oy oranıdır. HDP
kurmayları, bu oy oranının, HDP kurulurken Türkiye’deki bütün ezilen kesimlerin
ve “solcuların” da partisi oldukları yolundaki beyanlarının ve Apo’nun, Mahir
Çayandan “el aldığı”, onun devamı olduğu yolundaki açıklamalarını sonucunda
elde edilmiş olduğunu, bu seçimde de sadece Kürt’lerin değil, sol dahil, diğer
kesimlerden oy almaları halinde barajı geçebileceklerini düşünmüş olsa
gerektir...
Bu
bir risk almadır ve aslına bakılırsa, AKP’ ile “stratejik” ortaklıkları olduğu
için parlamentoya girememeleri çok da önemli bir kayıp olmayacaktır. Önemli
olan milletvekili olmak değil de Kürt hareketinin belli tavizleri alması ve
hedefe yürümesiyle, AKP iktidarında
nasıl olsa çözüm süreci sürdürülecektir. Bunun teminatı zaten parlamentodaki
HDP değil, Kandil’deki PKK’dır. Öyleyse parlamentoya girip girememenin pek de
önemi bulunmadığı ortadadır...
*
Peki,
HDP kurmayları barajı aşacakları yönündeki öngörülerinde ne kadar haklıdır.
Yani, Kürt’ler dışında kalan hangi kesimler ve hangi sol HDP ye oy
verecektir...
İşte
bu sürecin can alıcı sorularının en başta geleni budur. Son günlerde kimi
kesimlerce yapılan açıklamalar, HDP’nin, sol dahil diğer kesimlerden de oy beklentisinde
haksız olmadığını ortaya koymaktadır.
Avrupa
Alevi Birlikleri Konfederasyonunun, ardından bir gurup “aydın ve sanatçının” da
seçimlerde türlü bahanelerle HDP’ye destek vereceklerini açıklaması bunun
göstergesidir.
Ne
var ki, esas olan bunların ne denli somutlaşacağı ve oya yansıyacağıdır. Ne
Avrupa Alevi Birlikleri federasyonu tüm Alevileri, ne de geçmişte de
“demokrasi” getirecek hayaliyle AKP’yi desteklemiş olan sözde aydınlar ve
sanatçılar tüm aydın ve sanatçıları temsil etmektedir.
Bunun
ötesinde Türkiye de dağınık gruplar halinde de olsa bugüne kadar HDP’ye destek
vereceğini resmen açıklayan bir sol harekette olmamıştır.
Elbette
bunun çok önemli ve haklı nedenleri bulunmaktadır. Bu nedenlerin en başta
geleni, HDP’nin klasik anlamda “sol” ile daha açık ifadeyle sosyalizmle ne
kadar alakası olmadığıdır.
*
Daha
önce muhtelif yazılarımızda defalarca belirtmiş olduğumuz üzere, HDP etnik
milliyetçilik temelinde silahlı terör örgütü olan PKK’nın legal kolu olması
hasebiyle, klasik anlamda sol ile ilgisi bulunmamaktadır. Sosyalist sol,
milliyetçi değil, evrenseldir, yoksul ve ezilenlerin sesi olurken “milliyet”
temelinde değil, “sınıf” ve evrensellik temelinde hareket eder. Terör ve
katliamcılık solun işi değildir, sosyalistler aynı zamanda hümanisttir. HDP, yoksul, ezilen Kürtleri değil, zengin
aşiret reislerini temsil etmektedir. Daha önemlisi, ülkemizdeki yoksulluk
meselesi, şu veya bu bölge veya milliyetle sınırlı değildir. O nedenle Kürt
hareketi çerçevesinde ele alınması sol bir yaklaşım olamaz.
Sol’
un 1900 lü yıllarda, eski sömürgecilik döneminde savunduğu, “Ulusların Kendi
Kaderini Tayin Hakkı” savı, yeni sömürgecilik döneminde geçerliliğini çoktan
yitirmiş, ulus devletlerin yerini, topluluklar almıştır. Bu bağlamda artık
ulusçuluk ve kendi kaderini tayin meselesi, anti emperyalist ve ilerici bir
duruş değil, emperyalizmin ülkeleri bölmek, parçalamak ve istediği gibi yönetmek
için kullanmaya çalıştığı bir modelin kuklası olmaktır.
Apo
ne kadar Mahir Çayan’ların devamıyım dese de bunun gerçekle hiçbir ilgisi
yoktur; Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş gibi gençlik liderlerinin başını çektiği
sol hareketlerin de Kürt milliyetçiliğini ve Kürtlerin ayrı bir yapılanma
içinde olmalarını savunmaları da söz konusu değildir. Etnik Kürt milliyetçiliği
yapanlar, meydanı boş bulduklarından
onların bıraktığı onurlu mirası sahiplenerek, taban genişletmeye sempati
kazanmaya çalışmaktadır. Mahir’lerin Deniz’lerin yazdıklarına, söylediklerine,
attıkları sloganlara, en başta geleni bağımsız Türkiye’dir. Onların önceliği,
Amerika’nın başını çektiği emperyalizmin sömürüsünden kurtulmuş bütün bir
Türkiye’dir; halkların kardeşliğidir. PKK ve uzantılarıysa, Orta Doğunun
yeniden dizaynında kullanılmak için emperyalist Amerika ve ortaklarının
kucağında büyütülmüştür.
HDP
bugün, ne kadar legal görünse de, bütün ezilen kesimleri kucaklama iddiasında
olsa da son tahlilde Kandil’de yuvalanan terör örgütü PKK’dan güç alan, onun
silah kullanma şantajıyla ve onun liderinden aldığı talimatla siyasete yön
veren bir oluşumdur...
Eski
BDP neyse HDP de odur...
*
Bu
çerçevede, HDP şimdilerde her ne kadar AKP’ye karşı bir cephe oluşturuyormuş
imajı yaratmaya çalışsa da bugüne kadar PKK ile mesafesini koruya gelmiş olup geçmişte
PKK uzantısı siyasi partilere oy vermeyen “sol” ve “diğer” kesimlerin bugün HDP’ye
oy vermesi için geçerli hiçbir neden bulunmamaktadır.
*
İçlerinde
sosyal medyanın büyüttüğü, bu kapsamda güç vehmedilen malum isimlerin de
bulunduğu bir küçük “sanatçı” gurubun ve dar Alevi örgütlenmelerin HDP’ye
destek verecekleri yönündeki açıklamaların, bu partinin barajı geçmesi için
yeterli olması da çok kuşkuludur.
*
Şimdilik
görünen budur...
*
Tabi,
seçimlere kısa süre kalmışsa da, siyasette 24 saatte çok şeyin değişebileceğini
unutmamak gerekir...
*
O
nedenle, köprülerin altından daha çok suların akacağını söylemek de yanlış
olamayacaktır...
Mustafa Tuğrul
Turhan