29 Ekim 2014 Çarşamba

Güler misin Ağlar mısın?

CHP genel başkan yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, doğum yeri olan Diyarbakır’da yıllarca Baro başkanlığını yürüttü, ama bu ilden seçilme şansı görülmediği için İstanbul’dan aday gösterilerek milletvekili yapıldı...
CHP’nin onu milletvekili yapmasındaki amaç, kim ne derse desin kuvvetle muhtemel ki, güneydoğuda Kürk kökenli yurttaşlar ile kaynaşmak ve de partinin bu bölgedeki durumunu iyileştirmekti...
Ne var ki CHP, bu hamle ile arzu ettiği hedefe ulaşamadı...
*
O Sezgin Tanrıkulu, şimdilerde verdiği yasa teklifleri ve soru önergeleriyle ön plana çıkıyor...
Geçen hafta, Hakkari’de üç askerimizin şehit olması nedeniyle acı yaşadığımız günlerde, “bedelli askerlik” için yasa teklifi verdiği duyuldu...
Bugünse, Türkiye-Suriye sınırında Türk askerlerinin iki kişi ile konuşurken görüntülenmesi ve bu olayın basında "Ankara-IŞİD ilişkisi" başlıklarıyla yer alması üzerine konuya ilişkin yapmış olduğu basın açıklamasıyla ilgili olarak Genel Kurmay Başkanlığına çeşitli sorular yönelttiği basına yansıdı...
Anlayacağınız, çalışıyor Tanrıkulu...
*
Genel Kurmaya;
1-“Madem sınır ihlali yapan silahlı militanları yakaladınız, neden yasal işlem yapmadınız?”
2-“Görüntülerde sınırdaki iki kişinin ellerinde silah olduğu açıkça görünüyor, objektif bir gözle bakıldığında da bu kişilerin IŞİD vahşet örgütünün militanı oldukları izlenimi çıkıyor, neden yapılan açıklamada bu silahlardan hiç bahsedilmiyor?”
3-“Genel Kurmay açıklamasında bu kişilerin Türkiye sınırları içinde oldukları, bu nedenle Türk askerlerinin kendilerini sınır dışına çıkmak için uyardıkları ifade ediliyor; militanların Türkiye sınırı içinde oldukları kabul edildiği halde, neden silahlı bu iki kişi hakkında yasal işlem yapılmadı?”
4- “Genel Kurmay daha önce yapılan açıklamalarda, "terör örgütü" olarak bahsederek, PYD'nin sınırı geçen üyeleri hakkında yasal işlem yapıldığını bildirmişti; neden bu seferki açıklamada IŞİD'den terör örgütü olarak bahsedilmiyor?”
5- “Genelkurmay açıklamasında, askerlerin mayınlı bölgedeki iki kişiyi uyardıkları ifade ediliyor. Dolayısıyla askerler ile o kişiler arasında diyalog geçtiği kabul ediliyor. Bu diyaloğu gerçekleştiren TSK personeli kimdir? Bu personel, IŞİD terör örgütü üyeleri ile hangi dili konuşmaktadır? Ya da IŞİD terör örgütü üyeleri Türkçe mi biliyorlardı?” Diye soruyor...
*
Genel Kurmay Başkanlığı da verdiği yanıtta; “bazı basın yayın organlarında yer alan iddialar tamamen gerçek dışı olup Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türk Silahlı Kuvvetlerini karalamaya matuftur. Diyor...
*
Güler misin ağlar mısın?
Milletvekilindeki hassasiyete bak sen(!)
Doğup büyüdüğü ve milletvekili adayı bile olamadığı bölgede, yüzleri maskeli, silahlı PKK’lı teröristler sabah akşam yol kesiyor; ana caddelerde, Pazar yerlerinde Türk askerini arkasından vuruyor...
Silahlı gruplar, mezarlık açıp, okul yakıyor, dükkanları yağmalıyor...
Peşmergelerin boynuna sarılıp, taşkınlık yapıyor...
Ama CHP milletvekili Tanrıkulu, kimseye “bunları neden görmüyorsunuz” diye sormuyor...
Bunlar hakkında işlem yapılmasını talep etmiyor...
IŞİD militanı olup olmadıkları bile belli olmayan iki kişinin sınıra yaklaştığında uyarıldıkları ve Suriye topraklarına döndükleri yolunda açıklama yaparak Genel Kurmay başkanlığınca yalanlanan bir haber üzerine aslan kesiliyor...
*
Aklınca, bu garip soruları sorarsa, Kürt kökenli yurttaşlarımıza veya onları baskılayan PKK’ya şirin görüneceğini ve böylece partisine bu bölgede prim yaptırarak kendisinden bekleneni yerine getirmiş olacağını ve böylece diyet borcunu da ödemiş olacağını sanıyor...
Yazık...
Bu kafalar bu ülkede siyaset yapıyor; hatta ana muhalefet partisinin genel başkan yardımcılığı koltuğunda oturuyor...
O parti de acaba neden iktidar olamıyorum diye düşünüp duruyor...
Güler misin ağlar mısın?

Mustafa Tuğrul Turhan










 


Cumhuriyet Bayramı Eğlencelerinin İptali Üzerine...

Siyaset kalın çizgilerle kutuplaşınca...
İnsanlar da doğal olarak kategorize oluyor, kamplaşıyor...
Birinin ak dediğine öbürü inadına karar diyor...
*
Atatürk Cumhuriyetiyle sorunlu olan ve onun değerlerini yok etmeye çalışan AKP iktidarının, son yıllarda ulusal bayram kutlamalarını çoğu zaman sudan bahanelerle iptal etmiş olması nedeniyle bu yıl ki Cumhuriyet Bayramı eğlencelerini, Ermenek’teki maden faciasını gerekçe göstererek iptal etmesine karşı gösterilen tepkiler de bunun en tipik örneklerinden birini oluşturuyor...
*
Toplumda yaratılan kamplaşma ve gerilimin geldiği bu son noktada, ister istemez önemli ayrıntılar da gözden kaçıyor...
*
AKP’nin,“kendi elinde olan belediyeler” için aldığı iptal kararında, “kutlama törenlerinin” değil, şarkılı türkülü “eğlence programlarının” iptal edildiği, içlerinde bir tek yerli markanın dahi olmadığı, yabancı markalarla dolu ünlü AVM’lerin “ticari hesaplarla” düzenlediği eğlencelere, isteyenin istediği gibi eğlence düzenlemesine karışılmadığı görülemiyor...
*
AKP iktidarının bütün gücüyle asılmasına rağmen hiçbir seçimde öne geçemediği, kimilerince cumhuriyetin kalesi olarak gösterilip, ayrı bir yere oturtulan İzmir’in CHP’li belediyesince de tıpkı AKP’li belediyelerin yaptığı gibi, cumhuriyet bayramının akşamında gerçekleştirileceği duyurulan konserler ve havai fişek gösterilerinin Ermenek’teki maden faciası gerekçesiyle iptal edildiğinin farkında bile olunmuyor...
*
Ve tabi bu toz duman içinde, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı sıfatıyla, Ankara Yenimahalle’de Atatürk Orman Çiftliği alanına “kaçak” olarak inşa edilen bin odalı sarayda düzenleyeceği 29 Ekim resepsiyonunun aynı gerekçelerle iptal edilmesi de muhalefetin katılamama kararı ve tepkisi üzerine atılmış bir geri adım gibi yorumlanıyor...
*
Oysa cumhuriyetin kuruluşunun 91. Yılı “eğlencelerinin” , Ermenek’te yaşanan elim maden faciası gerekçesiyle iptal edilmesinin, bugün 91.kuruluş yıldönümünü kutladığımız cumhuriyetimizin ulaşmayı hedeflediği, Atatürk’ün veciz ifadesi “kederde, tasada ve kıvançta bir” olmak idealiyle bire bir çakıştığının farkına varmak icap ediyor...
*
Ve aslında, üzerine titrediğimiz cumhuriyeti ve onun değerlerini korumak ve daha da ileriye götürmek için "toz duman" içinde olunsa da aklıselim düşünmek ve doğru adımları,“başkalarından” önce atmasını bilmek gerekiyor...

Mustafa Tuğrul Turhan






28 Ekim 2014 Salı

Görünen Köy’ün Zeka Yoksunları...

Akıllı olmak zeki olmak değildir...
Zeka başka bir parıltıdır...
Olayları anında kavrama ve doğru yorumlama yeteneğidir...
*
Hal böyle oluca; hakkaniyete, eşitlik ilkesine ve adalete aykırı olduğu için toplum vicdanında kanayan bir yara olduğu kuşkusuz olan bedelli askerlik saçmalığını, bizim gibi hemen her gün kalleş pusularda evlatlarını şehit veren bir ülkede yasalaştırarak uygulamaya koymanın da en azından zeka işi olmayan bir siyasi hata olduğu ortadadır...
*
Recep Tayyip Erdoğan, bu konuda önce doğru bir duruş sergilemişse de sonra her zaman olduğu gibi tersini yapmış ve bedelli askerlik yasasını çıkartmıştır...
Muhalefet, özellikle de sosyal demokrat ve halkçı olduğu iddiasında bulunduğu için zenginin değil yoksulun yanında durması, eşitlikten yana olması beklenen ana muhalefette ne yazık ki, bu yasanın çıkartılmasını eleştireceğine, karşı çıkacağına, iktidar partisine açık destek vermiş, hatta teklifi kendisi sunmuştur...
*
Bu yetmezmiş gibi, daha dün üç şehit verilmiş olması nedeniyle toplum infial halindeyken ana muhalefetin, güneydoğu kökenli milletvekili Sezgin Tanrıkulu, bedelli askerlik için “gençlerin uzun süredir ortaya koyduğu beklentileri karşılamak” gerekçesiyle yeni bir kanun teklifi vermiştir...
Ama bu kadarı artık çok fazladır...
Allah'ın kulu, milletvekili Tanrıkulu’na bu zamanlamayı nasıl becerdiğini sorsak, muhtemelen; “gençler askere gidip şehit olmak istemedikleri için bize destek verirler düşüncesiyle tam da şehitler verildiği gün verdim.” Diyecektir...
Zeka içermeyen, sallapati siyaset tam da bu olsa gerektir...
Yazık!..
CHP kuvvetle muhtemeldir ki, bu zeka yoksunu  çapsız adamların komik siyasetiyle ilk seçimde baraj altına gidecektir...
Görünen köy kılavuz istememektedir...

Mustafa Tuğrul Turhan





27 Ekim 2014 Pazartesi

Çözüm Süreci, Validebağ Korusu ve Ahmet Hakan...

Açık açık yandaşlık yapan gazeteler var...
Çaktırmadığını zannederek yapan gazeteler var...
Hürriyet, ikinci kategoriye giriyor...
Uğur Dündar, Bekir Coşkun ve son olarak Yılmaz Özdil’in işine, iktidara şirin görünmek için son verdiler...
Çaktırmadan yandaşlık yapmanın ustaları kaldı köşelerinde...
Bunlardan birisi de Ahmet Hakan...
*
Bugün köşesinde, Validebağ Korusu ve Çözün Süreci üzerine ince tarife yapmış...
“Barış var, süreç var, çözüm var.”  Ve adamlar, böyle bir dönemde çarşının ortasında sivil giyimli askere kurşun sıkıyor diyerek, şehit askerlerimizin katillerine “çakıyor” önce...
Bunların maksatlarının hepimize, olmaz olsun böyle barış, böyle süreç, böyle çözüm dedirtmek istediğini olduğuna işaret ediyor...
Barış, süreç ve çözüm umudu biterse, 90’lı yılları mumla arayacağımız söylüyor...
Öfke duysak da barıştan, süreçten ve çözümden vazgeçmememiz gerektiğini ifade ediyor...
Hükümeti süreçte şeffaf olmadığı için tabiî ki eleştireceğiz diyor...
Ama öfkemiz barışa sürece ve çözüme yönelik olamaz, akan kanı, “doğru dürüst bir çözüm, doğru dürüst bir süreç ve doğru dürüst bir barış dindirir.” Diye bitiriyor...
Bunları söyleyerek hem nalına hem mıhına vuruyor, ama şu çözüm sürecinin ne olduğuna, çözümün ne olduğuna ve kimin kiminle ne barışı yapacağına, dair tek laf etmiyor...
PKK terör örgütünün nihai hedefinin ne olduğunu bilmezden geliyor...
Vatanın bölünmezliği, devletin tekliği, milletin birliğini ağzına bile almıyor...
İşin özünü, ruhunu pas geçiyor...
*
Validebağ Korusu sorununda da aynı tutumu sergiliyor...
Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez’in, ne şiş yansın ne kebap türünden olan ve bu nedenle de ne manaya geldiği anlaşılamayan, “Bir tarafta mescit inşa etmek üzere olan insanları görüyorsunuz, bir tarafta ise ağaçlar kesilmesin diye gösteri yapan insanları görüyorsunuz; ibadet sevgisi ile tabiat sevgisi karşı karşıya gelecek sevgiler değildir; ibadet sevgisi ile tabiat sevgisini karşı karşıya getirmek ve birbirimizi üzmek, birbirimize bu sevgiler üzerinden öfkemizi göstermek bize yakışıyor.” Şeklindeki sözlerini aktarıyor...
Ve “Validebağ konusundaki tartışmada benim durduğum yer, Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez’in durduğu yerdir.” Diyor...
İmar planında orada mescit bulunmadığına, mescit inşaatı ile ilgili idare mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararının bulunduğuna, buna rağmen Üsküdar belediyesinin buraya ısrarla mescit yapmakta ısrarcı olduğuna, “Tabiat sevenlerin” durup dururken gösteri yapmadıklarına,  belediye zabıtalarının hak arayan halka şiddet uyguladığına, hiç değinmiyor...
İbadet sevgisiyle hareket edenlerin aynı zamanda hukuka saygılı olması gerektiğine, ibadethaneleri daha uygun yerlere yaparak, tabiat sevgisini karşılarına almamaları gerektiğini söylemiyor...
Kısacası Validebağ sorununu kimin yarattığına ve özellikle,”tarafsız” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, vatandaşların bu koruluğun yapılaşmaya açılmaması için verdiği mücadeleyi, "Orada mescid var ya, kimileri bundan rahatsızlık duymuş olabilir" sözleriyle farklı mecralara taşıdığını görmezden geliyor...

Yine işin özünü, ruhunu pas geçiyor;  arkadan dolanıyor...
E bu da ona çok yakışıyor...

Mustafa Tuğrul Turhan




İki Oruç İki İftar...

Farkında mısınız?
Şehrin dört bir yanına belediyelerce iftar çadırları kurulmadı...
Günler öncesinden hazırlıklar yapılmadı...
Kamu kurumlarının yemekhaneleri tadilat bahanesiyle kapatılmadı...
Lokanta, pastane ve benzeri yerlerde hizmetler durdurulmadı...
Sen neden oruç tutmuyorsun denilerek kimi şehirlerimizde insanlar dövülmedi, hakarete uğramadı, kavgalar yaşanmadı...
Cumhurbaşkanları, başbakanlar, parti başkanları beş yıldızlı otellerde yapılan iftarlarda nutuk çekmedi...
Siyasiler, bürokratlar, iş adamları iftar sofralarında boy göstermedi...
*
Günlük yaşam eskisi gibi...
Hayatın akışı değişmedi...
*
Sessiz sedasız oruç tutuluyor şu günlerde...
Farkında mısınız?
İbadet yerlerinin bahçelerine dolma tencereleriyle, börek tepsileriyle gelinip, saatler öncesinden yer örtüleri üzerine yayılmadan...
Sokaklar, caddeler masalarla sandalyelerle, seyyar sofralarla işgal edilmeden...
Belediye çadırları önünde kuyruklar oluşturulmadan...
*
İftarlar yapılıyor; sessiz...
Yüzyıllardır ezilmiş, dışlanmış olmanın getirdiği ağırbaşlılıkla...
İftarlar yapılıyor gösterişsiz, abartısız, mütevazı, vakur...
*
İbadetin sadece ve sadece Allah için yapıldığına, gösteriş vesilesi, siyaset malzemesi yapılmasının ibadetin ruhuna aykırı olduğuna dair birilerine ders verircesine...
Alevi yurttaşlarımız muharrem orucu tutuyor...
Aşureler kaynatılıyor...
Farkında mısınız?


Mustafa Tuğrul Turhan

25 Ekim 2014 Cumartesi

Gaflet Uykusu...

IŞİD’den farklı değiller...
Kanla beslenip, can alarak varlıklarını sürdürüyorlar...
*
Gece karanlığında köy basıp, silahsız masum insanları, çocukları katlettiler...
Issızdaki karakollara ağır silahlarla saldırdılar...
Yıllardan beri böyleydiler; yine böyleler...
Hep haince pusu kurdular...
Tıpkı bugün Hakkari’de üç askerimize yaptıkları gibi...
Kalleşçe arkadan vurdular...
*
Adına “Çözüm Süreci” denilen, ama aslında bütün bunları yapan kanlı terör örgütü PKK’nın meşrulaştırılma süreci olan dönemde, sınır dışına çıkacakları yalanının tersine daha da palazlandılar...
Dağdan şehirlere indiler...
Ayaklanma provaları yaptılar...
Yolları kestiler, heykeller diktiler, okulları yaktılar, eğitimi engellediler...
Siyasi iktidar, gaflet uykusuna yattı...
*
Şimdi Kobani bahanesiyle yeni tavizler peşindeler...
Türk askerini bir yandan kalleşçe arkadan vuruyorlar; diğer yandan Kobani’ye yardım etmesini istiyorlar...
Elebaşlarına sekreterya verilecek...
İmralı'daki otelinin yıldız sayısı artırılıp, lüksü ikiye katlanacak...
*
Bakmayın AKP iktidarının her şeye hakimmiş gibi kuru sıkı attığına...
ABD ne derse o oluyor...
BOP projesinin uygulaması devam ediyor...
Projenin “eş başkanı” en tepede oturuyor...
*
Sadrazam Davutoğlu, her gün bir bahane ile bir yerlerde konuşuyor da konuşuyor...
“Başbakancılık” oynuyor...
Yardımcıları dahil her kafadan bir ses çıkıyor...
Kanlı terör örgütü PKK ve TBMM’deki uzantıları azdıkça azıyor...
*
Bu karanlık tablo, ABD emperyalizmine karşı çıkılmadan AKP İktidarının çökertilemeyeceğini, AKP iktidardan alaşağı edilmeden de bu hain pusuların ve "çöküş sürecinin" sona ermeyeceğini bir kez daha apaçık ortaya koyuyor...
Gaflet uykusundan bir an önce uyanmak gerekiyor...

Mustafa Tuğrul Turhan







22 Ekim 2014 Çarşamba

Uyanık...

Şu, çaktırmadığını zannederek hükümet yandaşlığı yapan CNN Türk adlı TV kanalında, Cüneyt Özdemir’in sunduğu Beş N Bir K programının konuğu, sahte külhanbeyi ağızlı HDP milletvekili, Sırrı Süreyya Önder’di bu akşam...
*
Evet evet şu, hayatında bir tek filmde bir başka yönetmenle birlikte yönetmenlik yapmış olmasına rağmen bizim ülkede adeta oskar ödüllü “Fellini” muamelesi gören Sırrı Süreyya...
*
Sabredebildiğim kadar izledim programı...
Kendisine yöneltilen hiçbir soruya net cevaplar vermedi...
Ne halkı sokak eylemlerine davet etmelerine, ne yapılan ayaklanma provalarına dair hiçbir konuda inandırıcı açıklamalar yapmadı...
*
Varsa yoksa Kobani...
Saatlerce uğraşmalarına karşılık Kobani’de yaralananlara Türkiye kapılarını açmamış, yardım etmemiş falan filan...
Bunu öyle anlatıyor ki, bilmeyen, Kobani’yi Türkiye’nin bir ilçesi zanneder...
*
İstiyor ki, Türkiye Kobani için askeri müdahale dahil her türlü desteği versin...  
Neden?
Çünkü Kobani’de Kürtler yaşıyor...
IŞİD oraya dayanana kadar binlerce insanı katlediyor tık yok, sıra Kobani’ye geldiğinde, arkadaş ve onun gibiler ayakta...
Ülke içinde sokak ayaklanmaları başlatıp, bu eylemleri büyük kentlere yayacakları tehditi ve şantajıyla Türkiye’yi Kobani’ye destek vermeye zorluyorlar...
*
Terör örgütü Terör örgütüne karşı, Türkiye’den yardım istiyor...
Bunu da terör yaparak, yaptırmaya çalışıyor...
Fotoğraf bu, ama Sırrı Süreyya bunu bir “hak” istiyormuş da Türkiye vermiyormuş gibi anlatıyor...
Pes doğrusu...
*
Büyük siyasetçi ya, analiz de yapıyor...
İmralı’da yatan abisinin ortaya attığı, Kobani’de yaşananlar temelinde bir darbenin yaklaştığı yolundaki açıklamalarından da “gaz” alarak, ülkede bir darbe ortamının hazırlanmaya çalıştığını söylüyor...
İnsanları sokaklara davet edenler kendileri değilmiş gibi, bu ayaklanma provalarının sanki darbe ortamı yaratmak için birilerince planlandığı izlenimi yaratmaya çalışıyor...
Bu tezini, şu an güneydoğuda cirit atan yabancı ülke ajanlarının “ayakları birbirine dolaşıyor” diyerek kuvvetlendirmeye çabalıyor...
Artık Albay’lar, üsteğmenler bile her gün açıklamalar yapıyor; Ankara Altındağ’da bayrak indirme diye bir şey olmadığı, çocuklar oynarken bayrağın ipi koptuğu halde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin internet sitesinde bayrak indirildi diye tepki veriliyor diyerek, bütün bunların darbe ortamının göstergeleri olduğunu iddia ediyor...
Neymiş efendim seçilmiş siyasetçilere karşı atanmış asker veya başka görevliler nasıl konuşurmuş...
Sevsinler senin demokratlığını...
Şaka gibi...
*
Sanki daha önce birçok yerde bayrak indiren, Atatürk büstlerini top gibi tekmeleyenler kendileri değil...
Bütün bunlar, “sokak darbesine” teşebbüs ve ayaklanma provası değil, ama askerin veya duyarlı Türk yurttaşının gösterdiği tepkiler darbe göstergesi...
*
Sırrı Süreyya, İmralı’daki elebaşısının izinden giderek, o küçük aklınca, darbe yapacaklar suçlamasıyla askerin ve Türk halkının duyarlılığını bastırmaya çalışıyor...
Çözüm süreci, barış, demokrasi kandırmacasıyla, hain emellerini rahatça gerçekleştirecekleri dikensiz gül bahçesi istiyor...
*
Uyanık ya...
Herkes de yiyor sanıyor...
Oldu, gözlerim doldu...

Mustafa Tuğrul Turhan




17 Ekim 2014 Cuma

Rüşvet ve Delil...

Hadi geçmiş olsun...
17 Aralık yolsuzluk soruşturmasını yürüten savcı, iş adamı Rıza Sarraf, İçişleri eski bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler ve Ekonomi eski bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan çağlayan’ın da aralarında bulunduğu 53 kişi hakkında takipsizlik kararı verdi...
*
Böylece “adalet”, yani AKP adaleti tecelli etmiş oldu...
*
Kararın gerekçesi mi?
"Usulüne uygun delil toplanmadığı, suçun unsurlarının oluşmadığı ve herhangi bir örgüte rastlanmadığı..."
*
Ayakkabı kutuları, para sayma makineleri, kol saatleri, garanti belgeleri v.s delil sayılmadı demek ki...
*
E, bu işlerde neyin delil sayılıp sayılmayacağını, yıllar önce yürütülen ve kamuoyunda “ Civangate Skandalı” olarak bilinen yolsuzluk soruşturmasında, zamanın Emlak Bankası Genel Müdürü Engin Civan’a rüşvet vermekle suçlanan işadamı Selim Edes’in mahkemede; Civan’ın aldığı rüşveti reddedip,” belgesi var mı” demesi üzerine,“rüşvetin belgesi mi olur pezevenk” şeklinde verdiği “veciz” cevaptan herkes öğrenmişti zaten...
*
17 Aralık soruşturmasını yürüten savcısının kararı, bu “ünlü sözü” pekiştirmiş oldu sadece(!)
“Usulüne uygun delil olmadığından” dedi o savcı...
*
Ya 17 Aralıktaki soruşturmayı yürüten diğer savcılar...
Onlar neyin delil olup olmadığını, delilin nasıl toplanacağını bilmiyor muydu?
*
Hangi savcı cumhuriyetin savcısı...
Hangisi hükümetin?
Hangisi paralelin?
Karışık vesselam...
Böyle saça böyle tarak...
*
Bu kararla birlikte, 17 Aralık sürecinde 4 bakanın istifa etmesinden sonra AKP’nin üye vermemesi nedeniyle kurulamayan, ha kuruldu ha kurulacak diye zaman geçirilen, kurulduktan sonra bir türlü çalışmayan, buna karşılık geçtiğimiz gün çalışmak için ek süre isteyen TBMM soruşturma komisyonu da çalışmadan görevini tamamlamış oldu...
*
Gözleri aydın (!)
Çalışmadan beklediklerine değdi (!)
Suya sabuna dokunmadan sıyrıldılar işin içinden...
“Savcılık takipsizlik verdiğinden” deyip, bitirecekler soruşturmayı...
Adalet tecelli etti mi etti(!)
Öyleyse soruşturma da bitti...
Peki, iyi de o dört bakan niye istifa etti...
*
Kara kedi nerede? Ağaca çıktı. Ağaç nerede? Balta kesti. Balta nerede? Suya düştü. Su nerede? İnek içti. İnek nerede? Dağa kaçtı. Dağ nerede? Yandı, bitti, kül oldu...

Mustafa Tuğrul Turhan






16 Ekim 2014 Perşembe

Hastalık Belli Reçete Belli...

Emin Çölaşan, Sözcü gazetesinde yayımlanan “Gerçek tablo ve şu bizim muhalefet” başlıklı bugünkü yazısında; AKP iktidarının Türkiye’yi bugün getirdiği tabloyu anlattıktan sonra muhalefeti değerlendiriyor...
*
“Ya CHP ile MHP?..
İkisi de yine Allahlık Ali bey durumunda!
Ülke birbirine girmiş, kimin eli kimin şeyinde belli değil… Ne olacağını bilen yok.
Savaş kapımızda…
PKK ve IŞİD’le sınır komşusu olduk.
Hükümet her ikisine de silah, cephane, gıda gönderip ikili oynuyor, bırakın Türk Milleti’ni bir yana, dünyayı kandırmaya kalkışıyor.
Allah CHP ile MHP’nin karşısına öylesine bir fırsat çıkarmış ki, adam gibi bir muhalefet olsa bu iktidarı duman eder.
Onlar ne yapıyor? Taban ve örgütleri nerede?
Kılıçdaroğlu ve Bahçeli yine sütre gerisinde!
Ama haklarını yemeyelim, salı günleri partilerinin Grup toplantısında Meclis’te konuşma yapıyorlar! Bazen de yazılı açıklama falan filan!..
Başka?!..
Daha ne olsun!
Çapları bu kadar…
300 kiloluk halteri omuzlayacak değiller ya!..
Ülkemizin şu ortamında vatandaş kimliğimle Tayyip-Ahmet ikilisiyle ne kadar gurur duyuyorsam, Kılıçdaroğlu-Bahçeli ikilisiyle de ancak o kadar duyuyorum!
Allah selamet versin!”
Diyor...
*
İşte esas üzerinde durulması gereken mesele de bu muhalefet tablosudur...
Çünkü Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ve sorumlusu bellidir...
Önemli olan ülkenin bu durumdan nasıl kurtulacağıdır...
*
Bu kurtuluşun parlamentodaki muhalefet tarafından gerçekleştirilemeyeceği artık gün gibi ortadadır...
Emin Çölaşan da bu muhalefetten ümidi kesmişse bu konu tamamen netlik kazanmış demektir...
*
Öyleyse uzun zamandır söylediğimiz gibi çare, AKP’yi iktidardan alaşağı edebilecek ve halkın bütününü kucaklayabilecek tek siyasi çizgi olan “merkez sağ” bir siyasi oluşumdur...
*
Hastalık bellidir; reçete bellidir...
O halde önümüzdeki genel seçimler bu reçetenin uygulanma zamanıdır...
Kaç seçimdir sandığa gömülen ve iktidar olma becerisi göstermeyen siyasi partileri hala umut olarak görmek, AKP’nin iktidarına devam demek olacaktır...

Mustafa Tuğrul Turhan






12 Ekim 2014 Pazar


Tevazu, Kibir, Ukalalık...

 
Çok fazla tevazu gösterisine aldanmayın, aslında o sahtedir, kibirden yapılan davranıştır demek için kısaca, “Fazla tevazu kibirdendir” der eskiler...
Sigmund Freud’un da bunu, "alçakgönüllülük kendini beğenmişliğin en ileri safhasıdır" şeklinde ifade ettiği söylenir...
*
Demek ki, insansın kendisini anlatırken fazla tevazu göstermesine gerek yoktur...
Çünkü bu pek de inandırıcı olmamaktadır...
*
Ne mi dilimin altındaki bakla...
Söyleyeceğim...
Ama yine birilerini kızdıracağım...
*
Zor yani, tevazu göstermek bir dert, göstermemek başka dert...
Gösterirsen kibirden yapıyor diyorlar; göstermezsen de ukala...
*
Yılmaz Özdil Sözcü Gazetesinde yazmaya başladı malum...
İlk yazısı hayal kırıklığı...
Konusu; günlerdir sosyal medyada dolaşan, IŞİD ile savaşa Mehmet’ciğin değil de Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin gönderilmesi geyiği...
*
İkincisi, konusu açılım olan ve “Anlayana davul zurna saz anlamayana sazı soksan az.” Diye biten sıradan olmanın ötesine geçemeyen bir yazı...
*
Üçüncüsü, kendisinden 6 gün önce benim de “mustutu.blogspot.com” (Penceremden) adresimde yayımladığım yazımda olduğu gibi “Süleyman Şah Türbesini” konu alan, ama bana uzun yazıyorsun diyenlerin ne diyeceğini merak ettiğim uzunlukta olup, adeta tarih dersi verir havasında ve doğru bilgiye dayanmadan CHP Genel Başkanını eleştirdiği yazı...
*
CHP Genel Başkanını ben de eleştiriyorum, ancak söylemediğini söylemiş gibi yazarak değil...
Kılıçdaroğlu, tezkere önerisini Kobaniyi kurtarıp, İŞİD’i püskürterek geri gelinmesi ile sınırlı olması kaydıyla yaptığı halde, siz onu, uzun uzun Süleyman Şah Türbesini anlattıktan sonra adeta bu türbenin ve tüm Orta Doğunun kurtarılması için tezkere önermiş gibi algılanmaya müsait şekilde yazarsanız bu olmaz...
Haksızlık olur...
*
İşte bu arkadaşlar o adı büyük gazetelerde büyük paralar alarak yazıyorlar...
İşten atılmaları, kendilerine yeni kapılar açıyor; kazanmaya devam ediyorlar...
Bizim gibiler de kişisel Bloglarda, Facebook köşelerinde beş kuruş kazanmadan, vatan borcu ödüyor...
*
Ne bu kadarı da ukalalık mı?
Olsun...
O kadar kusur kadı kızında da olur...

Mustafa Tuğrul Turhan

 

 

10 Ekim 2014 Cuma

Tezkere Çelişkisi...

Hiç uzatmaya gerek yok...
Kısa söylemek lazım...
CHP ve HDP Suriye Tezkeresine hayır dedi; ama daha tezkerenin dumanı tüterken kendileriyle çelişti...
*
Her ikisi de Kobani’ye müdahale istiyor...
Güler misin ağlar mısın?
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu...
*
Hadi HDP’yi anladık, meseleye soydaş duygusallığıyla ve mantığıyla bakıyor...
Peki, CHP nasıl bakıyor...
İç politika hesabıyla yaklaşıp Kürt yurttaşlara şirin görünmek mi istiyor, yoksa başını Amerika’nın çektiği uluslararası koalisyona ters düştüğünü fark etti de işi düzeltmeye mi çalışıyor?
*
Görünen o ki, ikisini birden yapıyor...
CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu: "Askerimizin kara harekatını Kobani'nin kurtarılması ve IŞİD'in buradan sürülmesiyle sınırlandıralım." Diyor...
Hayret doğrusu!..
Hayret, çünkü bunun, birkaç gün önce hiçbir farklı öneri getirmeden hayır oyu verdiği tezkereden farklı sonuç doğurmayacağını bilmesi gerekiyor...
*
Kurtarmaya gideceğin Kobani, Suriye toprakları içinde ve Birleşmiş Milletler kararı olmadan oraya asker göndermek Suriye topraklarını ilhak etmek ve savaş ilanı anlamına geliyor...
Ki, uluslararası hukuku gözetmeden yapılacak böyle bir askeri harekat da Türkiye’yi Orta Doğu bataklığında sonu görünmeyen bir maceraya sokmak oluyor...
*
Kaldı ki, sınır ötesi bir harekatın savaş ilanı olacağı Suriye tarafından da söyleniyor...
*
Hal böyleyken, Kobaniyi kurtarıp gelelim demek, ayakları yere basmayan hamasi bir söylemden öteye gidemiyor...
CHP bir kez daha açığa düşüyor...
Havanda su dövüyor...

Mustafa Tuğrul Turhan


8 Ekim 2014 Çarşamba

Fırsat Eşitliği Umudunun Yaşatılması Adına Açık Teşekkür...

Eğitim ve öğretim sistemi, ulus olmanın temel taşlarından birisidir...
Tevhidi Tedrisat olarak bilinen ve özü itibariyle öğretimde birliği sağlamak, belli esaslar çerçevesinde tek elden yürütmek için çıkarılan eğitim ve öğretime ilişkin yasa da, cumhuriyet ilkelerini benimsemiş bir ulus yaratmayı amaçlamıştır...
Öğretimde birlik sağlamanın en başta gelen hedefiyse, ulusun tüm çocuklarına aynı fırsatın verilecek olması, bilinen söylemle “fırsat eşitliğinin” yaratılmasıdır...
Fırsat eşitliği, devletin yurttaşlarına karşı olan en önemli yükümlülüğüdür...
*
Yaşam pratiğinde bu yükümlülük, aynı derecedeki tüm okulların, binasından tutun, tüm donanımların aynı nitelikte olması ve aynı kalitede öğretim ve eğitim yapılması olarak ete kemiğe bürünmesi demektir...
Aksi halde, fırsat eşitliğinden ve tabi tüm yurttaşlarına karşı eşit ve adil davranması gereken devletin bu yükümlülüğünü yerine getirdiğinden söz edilmesi mümkün olamayacaktır...
*
Cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda, eğitim ve öğretimin devlet okullarında yürütülmesine bağlı olarak fırsat eşitliği sağlanması başarıyla uygulanmış ve Köy Enstitüleri ile ülke ihtiyacına yönelik bir milli model geliştirilmişse de, bu süreç özellikle çok partili döneme geçilmesiyle birlikte kesintiler yaşamıştır...
Eğitim ve öğretim işinin zaman içinde özel sektör tarafından yapılmasının önünün açılmasıyla fırsat eşitliği kavramının içi de boşalmaya başlamış, ülkenin genel ekonomik yapısına paralel olarak devlet okulları, özel okulların sunduğu olanaklara yetişemez olmuş ve buna bağlı olarak, fırsat makası özel okullar lehine açılmıştır...
*
Bugün gelinen noktadaysa, eğitim ve öğretimde devlet okulları nicelik olarak önde görünse de özel okullar nitelik olarak önemli bir fark yaratmış ve fırsat eşitliği ne yazık ki, bir ütopya haline gelmiştir...
Özel okullar, gerek bina ve gerekse donanım itibariyle devlet okullarıyla mukayese edilemeyecek ölçüde öne geçmişken, devlet okulları, en temel ihtiyaçlarını bile gideremeyecek durumdadır...
Milli eğitimin millisi sözde kalmış, eğitim ve öğretim, özelleştirme politikasının hızlandırılmasına bağlı olarak, neredeyse tamamen özel sektöre bırakılmıştır...
*
Bu süreçte, donanım itibariyle özel okullar ile aynı seviyede olmasa da bir devlet okulu açılması bile, fırsat eşitliği dengesi bakımından son derece önem ifade eder hale gelmiştir...
İşte tam da bu noktada, hele devletin, okul yapmayı bırakın, var olanları elden çıkartmayı planladığı bir dönemde hayırseverlerce okul yaptırılarak milli eğitime bağışlanması, hiç kuşkusuz takdirle karşılanması gereken son derece önemli bir adımdır...
*
Bu adımlardan birisi de hayırsever iş adamı Sait Ulusoy tarafından Yaşamkent’te atılmıştır...
Son yıllarda yoğun bir şekilde yapılaşmasına ve nüfusu hızla artmasına karşılık, devletçe okul ihtiyacı düşünülmediği için eğitim ve öğretimin her geçen gün bir yenisi açılan özel okullara bırakıldığı Yaşamkentte, Sait Ulusoy tarafından yaptırılarak Milli Eğitim Bakanlığına bağışlanan Akgül Ulusoy İlk ve Ana Okulu,  bugün itibariyle bölgenin tek devlet okuludur ve kuşkusuz çok önemli bir ihtiyacı karşılamaktadır...
Bu nedenle bölgede yaşayanlar ve “tercihini” devlet okulundan yana kullananlar adına Sn. Sait Ulusoy’a ne kadar teşekkür etsek, ne kadar kutlasak ve ne kadar takdir etsek azdır...
*
Dileğimiz, özellikle bölgede ikamet eden diğer hayırseverlerimizin de Yaşamkent’in bu tek devlet okulunun donanım ihtiyaçlarının karşılanmasında desteklerini esirgememeleridir...

Mustafa Tuğrul Turhan


6 Ekim 2014 Pazartesi

Süleyman Şah Türbesine Dikkat...

Şu son günlerde neler öğrendik neler...
Ezidiler, Kobani derken, şimdi de Süleyman Şah türbesi...
Daha önceleri bunları bilmemek cahillikse eğer, sanırım içimizde “ben eski halimle daha mesuttum” diyecek ve böyle “cahilliğe” razı olacak çok insan olacaktır...
*
Evet, son gündem Süleyman Şah Türbesi...
Kim Süleyman Şah?..
Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman beyin dedesi, Ertuğrul Gazinin babası...
Defnedildiği türbesi, Suriye’de...
Lakin türbede yatan Süleyman Şah'ın, Osman Gazi'nin büyükbabası olan Süleyman Şah değil, I. Kılıçarslan'ın babası Kutalmışoğlu Süleyman olabileceği konusunda farklı görüşler de bulunmakta...
*
Türbenin bulunduğu alan, Suriye, Fransız mandasıyken Fransızlarla yapılan Ankara antlaşması çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti toprağı olarak kabul ediliyor ve Türkiye'ye burada muhafız bulundurma ve bayrağını çekme hakkı tanınıyor...
Suriye bağımsız bir devlet olduktan sonra Fırat nehri üzerinde yapacağı Tabka Barajı’nın su tutmaya başlamasıyla Türbenin ve Caber kalesinin su altında kalacağını söyleyerek, Türkiye’den türbenin yerinin değiştirilmesini veya Türkiye’ye nakledilmesini istiyor ancak, Türkiye nakli kabul etmiyor ve sonunda yapılan bir anlaşma ile türbe Halep ilinin Karakozan köyüne taşınıyor...
Sonra bir başka baraj yapımı sırasında, sular altında kalma ve nakil işi yeniden gündeme geliyor ancak, yapılan bazı tahkimlerle türbenin yerinde kalması sağlanıyor...
Kısa tarihçe bu...
*
Şimdi, IŞİD tehlikesi yaklaşınca, önceleri sembolik olarak az sayıda Türk askerince korunmakta olan türbedeki asker sayısı da artırılıyor...
*
Son gelişmeler, Amerika’nın, IŞİD’e karşı yapılacak bir askeri harekata katılmasını istediği Türkiye’nin, böyle bir müdahaleye ortak olmamak için gösterdiği çeşitli gerekçeleri “ikna” yoluyla birer birer ortadan kaldırmakta başarılı olamaması halinde, Süleyman Şah türbesine yapılacak bir saldırı ile Türkiye’nin savaşa mecbur bırakılacağı izlenimini doğuruyor...
*
Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel’in, bu türbeyi koruyan askerler için özel bir bayram mesajı yayınlayarak, “Sizden gelecek tek bir haberle, Silahlı Kuvvetlerimizin anında yanınızda olacağının güvenini içinizde hissedin” demesi,
*
Yine buradaki askerlere özel olarak cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir bayram mesajı yayınlayarak, “Süleyman Şah Saygı Karakolu'nda yalnız olmadığınızı, milletin bizzat kendisinin ve hayır dualarının her an sizlerle birlikte olduğunu bir kez daha teyit etmek isterim. Yine bilmenizi isterim ki, gerektiğinde, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz tereddüt etmeden ve bir an bile gecikmeden yanı başınızda olacaktır.” İfadelerini kullanması,
*
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, özel olarak “Türkiye topraklarına herhangi bir şekilde söz konusu olabilecek bir yanlış yaklaşım veya müdahale, cevabını, mukabelesini görür ve oradaki Mehmetçiklerimizin güvenliği, bizim için 75 milyon vatandaşımızın güvenliğidir.” Şeklinde açıklama yapması,
*
Ve nihayet, önümüzdeki günlerde Türkiye’ye gelmesi beklenen Nato Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in, göreve başlar başlamaz, “birliğin IŞİD saldırıları karşısında gerektiği takdirde Türkiye'nin yanında olacağını” söylemesi,
*
Önümüzdeki günlerde Türkiye’nin IŞİD’e karşı askeri bir müdahaleye girmesi ve bu amaçla Türk kamuoyunun da“ikna” edilmesi yolunda Süleyman Şah türbesinin her türlü “provokasyona” açık olduğunun birer göstergesi değilse nedir?
*
Bu kadar laftan sonra, o türbeye bir saldırı olursa, askeri müdahale yapmamak mümkün müdür?
Değil midir?
E o zaman her şey ortadadır ve sahne hazırdır...
Hadi gazamız mübarek ola...


Mustafa Tuğrul Turhan

5 Ekim 2014 Pazar


Komedi mi Trajedi mi?..

Doğrusunu söylemek gerekirse, neredeyse çalışma masamdan kalkamayacağım...
Muktedirlerin açıklamaları, siyasi gelişmeler öylesine ilginç ki, hangisini yazsam diye şaşırmamak elde değil...
Yaz yaz bitmiyor...
*
Mesela, yazmadan geçilemeyecek bir açıklama bugün çiçeği burnunda başbakanımız Davutoğlu’ndan geldi...
Gel de yazma...
Daha doğrusu gel de gülme...
*
Davutoğlu, AKP’nin İstanbul İl Başkanlığındaki bayramlaşma töreninde yaptığı açıklamada,  “Bize iki bayram yaşatın diye araştırma görevlilerinden mesaj geldi. Kendi ilim adamlarına sahip çıkamayan bir ülke geleceğe damga vuramaz, sahip çıkamaz. Çalışmalar başlamıştı. Bayramdan sora yapacağımız yasal düzenlemeyle akademisyen kadrosunda çalışan araştırma görevlilerimizle maliyede, hazinede, dışişlerinde diğer yerlerde çalışanlar arasındaki fark kapatılacak. Yüzde 35 bir zamla genç akademisyenlerimiz de diğer bütün akranlarıyla eşit haklara sahip olacak." Diyor...
*
Sanki maaşları “diğer yerlerde” çalışanlardan düşük olan meslek grubu sadece araştırma görevlisi akademisyenler...
*
Mesaj göndermeyle oluyorsa dedim...
Bize de iki bayram yaşatın diye emekliler adına bir mesaj da ben mi göndersem ki acaba diye geçirdim içimden (!)
*
Bir mesaj göndersem de, kendi bilim adamlarına sahip çıkamayan bir ülke geleceğe damga vuramazda, kendi emeklisine, öğretmenine, memuruna, işçisine sahip çıkamayan bir ülke geleceğe nasıl damga vurur diye,
Mesele maaşlar arasındaki farklarının kapatılmasıysa, mesaj atmaya gerek var mı, en alt derecedeki memurla en üst derecedeki memurun maaşları arasındaki makasın ne kadar açıldığını, çalışanlarla emeklilerin maaşları arasındaki farkın uçuruma dönüştüğünü görmüyor musunuz diye,  
Bu yaptığınız açıklama, sizden önce başbakan olan şimdiki cumhurbaşkanının, kendi ilim adamlarına sahip çıkamadığını göstermez mi diye,
Sorsam mı dedim kendi kendime...
*
Sonra vazgeçtim...
Mesaj göndermeden, memurunun emeklisinin ne halde olduğunu bilmeyecek durumda olan, toplu sözleşme masasında üç kuruş zam verip, arkasından zam üstüne zam yapan, kaşıkla verip, kepçeyle alan bir iktidardan talepte bulunmayı kendime ar saydım...
*
HSYK seçimleri yaklaşınca Hakim ve Savcı maaşlarına, “mesaj” gelince akademisyen maaşlarına zam veren, gerisi ne hali varsa görsün diyen böyle bir iktidardan bir şey istenmez, olsa olsa bir an önce gitmesi için mücadele edilir dedim...
Mesaj çekmedim...
Bu olanlar komedi mi, trajedi mi ona da karar veremedim...

Mustafa Tuğrul Turhan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Gerçek Aydın Ve Solcuların Dini İnançlarla Sorunu Yoktur...

Leman Sam’ın, "Benim için IŞİD ile bıçağını masum bir hayvanın boğazına dayayan aynı duygudadır, IŞİD beni şaşırtmıyor." şeklindeki tweet’i, futbol deyimiyle tam gollük bir orta...
*
Nitekim her fırsatta dini duyguları kaşıyan, siyaseti din üzerinden yapan AKP iktidarının kıdemli abisi Bülent Arınç, bu fırsatı kaçırmamış “bir cellatlar grubunun yaptığı işle bir kurban kesmeyi yan yana getiren bu zavallıyı kınıyorum. Yazık. İşte bu, Türkiye'de bazılarında edebin, hayanın, iffetin, inancın ne kadar yozlaştığını ve bazıları için ne kadar kötü bir şey olduğunu gösteriyor.” Demiş...
*
Şimdi kimileri yine hep olduğu gibi, bu meselede de ne denildiğine değil, kimin dediğine bakarak tavır alacaktır...
Ne yazık ki, bu ülkede yaşanan sıkıntıların temelinde büyük ölçüde bu yanlış tutum vardır...
*
Tamam, Leman Sam’ı hayvanseverdir, bu tweet’i de hayvanseverlik duygusuyla atmış olabilir...
Ancak, hayvanseverlik başka iş, besi hayvanlarının kesilmesine, dini inanç gereği kurban edilmesine karşı çıkmak başka iştir...
İkisinin karıştırılıp, ibadet olarak yapılan kesimin IŞİD’in katliamlarına eşdeğer olduğunun söylenmesi tam bir abartıdır...
Kuşkusuz, buna ölçüsüz ve orantısız yanıt verilmesi de...
*
Siz inanmıyor olabilirisiniz, vejeteryan olabilirisiniz, hayvan kesmenin bir dini inancın gereği olmaması gerektiğini düşünebilirsiniz, ama bunu ibadet olarak kabul edenleri veya beslenme amacıyla hayvan kesenleri insan kasapları ile karıştıramaya kalkarsanız en hafif deyimle haksızlık yaparsınız...
Bu haksızlığı, İslam inancına göre Kurban Bayramı olan bir günde insanlar dini inançlarının gereğini yerine getirirken onları,  insan kafası kesen IŞİD militanları ile aynı kefeye koyarak yaparsanız da zırvalamış olursunuz...
Çünkü siz inanmıyor olsanız veya bazı ibadet şekillerini ve ritüelleri saçma bulsanız bile bu, dini inanç meselesinin hassas, saygı duyulması ve dikkatli konuşulması gereken bir konu olduğu gerçeğini değiştirmez...
*
İşte aslında bizim ülkemizde 1950’lerden beri sürekli “sağ” olarak adlandırılan partilerin iktidar olmasının nedenlerinden birisi, toplumun dini duygularının sömürülmesi ve din üzerinden siyaset yapılmasıysa, diğeri de Leman Sam örneğinde olduğu gibi, dini hassasiyetlere gereken önemin verilmemesi ve inananlara tepeden bakılması şeklinde tezahür eden toplumdan kopuk elitist aydın tavrıdır...
*
Bu tavır, maalesef bugün ana muhalefet partisi CHP’nin değiştirmeye çalışırken kimliğini kaybedip “sağa” savrulduğu, toplumun büyük çoğunluğuna hakim olan cumhuriyetin kurucuları ile ilgili “dinsizlik” algısının oluşmasının da sebebidir...
Kendisinin “sol” da olduğunu düşünenlerin, “aydın” olduğunu sananların genel hastalığıdır...
Ülkenin içinde bulunduğu durumun sorumlusudur...
*
Oysa din bir üst yapı kurumudur; gerçek “solcu” ve de gerçek “aydınların” din ile hiçbir sorunları yoktur; tersine saygıları vardır...
Onlar, bütün özgürlükler gibi inanç özgürlüğünün de savunucusudur...
Ve inançların, insanların ekonomik sorunları çözüme kavuştuğunda, sömürü aracı olmadan özgürce yaşanabileceğine inanır...
*
Kendisini aydın ve solcu diye tanımlayanlar, önce bunu iyi öğrenmelidir...

Mustafa Tuğrul Turhan