MASON TEZGAHI VE SONU...
Benimle çalışan arkadaşlarım, iş yaşamımda disiplinden taviz
vermediğimi, siyasal düşünceleri ve özel yaşamları ne olursa olsun, görevlerini
objektif, düzenli ve eksiksiz yerine getirmelerini istediğimi çok iyi bilirler.
Her zaman bu ilkelerle hareket ettim ve çalışma düzenini
bilinçli olarak bozup iş yapmadan maaşını almaya çalışanlarla kim olduklarına,
arkalarında hangi gücün bulunduğuna aldırmadan sonuna kadar mücadele ettim.
Başkanımız İbrahim ağabeyin vefat etmesi üzerine Bakanlık
Teftiş Kurulu Başkanlığına vekaleten atandığımda bile, bu ilkeleri uygulamamın,
asalak müfettişlerle aramı açacağını, benim asaleten atanmama karşı güç birliği
oluşturacaklarını bilmeme rağmen, bu mücadeleden asla taviz vermedim.
Ben den daha kıdemli
olan, ancak yılda bir soruşturma bile yapmadan sabah gelip öğle yemeğini
yedikten sonra çekip giden Kadir B., bu asalak müfettişlerin en pervasızıydı. Benim
Başkan vekili olarak atanmamadan sonra, bunu hazmedememiş ve sanki başkanlık
kendisinin hakkı imiş de elinden almışım gibi davranarak, tamamen iş yapmaz,
mesaiye gelmez olmuştu. Hem çalışmıyor, hem başkan olmak istiyor, hem de yıl
olarak ondan daha az çalışmış olmakla birlikte ürettiğim iş olarak çok çok
önünde olduğuma bakmaksızın benim asaleten başkan olarak atanmamı engellemeye
çalışıyordu.
Deniz Baykal’ın mutemet adamlarından Mustafa Özyürek’in
Petrol Ofisi Genel Müdürlüğü döneminde bu kurumda müfettişlik yaptığı, sonra Deniz
Baykal’ın kısa süren Enerji Bakanlığı sırasında naklen bakanlık müfettişliğine
geçtiği için, CHP’li ve Baykal’ın adamı rollerine geziyor, bu imajı yaratarak,
etrafına, bir gün CHP iktidar olursa önemli işler yapacakmış görüntüsü verdiği
için de kimse ona bulaşmak istemiyor, o da iş yapmadan yarım mesai ile maaşını
alıp geziyordu.
Bense, başkan vekili
olduktan sonra bütün raporlarla tek başıma ilgilenmek ve bakana sunmak zorunda
kaldığım için işlerden başımı kaldıramıyordum. Zaman, zaman asaleten atanma
kararnamemin Cumhurbaşkanına gönderildiği söylentileri çıkıyor, sonra bu
haberlerin doğru olmadığı anlaşılıyordu. Kısacası, kendi geleceğimle ilgili
hiçbir şey bilmiyordum. Her şey muammaydı. Ama ben var gücümle çalışmaya devam
ediyordum.
***
Personel Dairesi Başkanımız Nevin Sincil hanımın eşi Maden
Tektik Arama Genel Müdürlüğünde çalışan Ümit abi, aramızda yaş farkı olmasına
karşılık iyi arkadaşımdı. Aynı camianın insanı olarak, bir yerlerde tanışmış ve
birbirimizi sevmiştik. Zaman, zaman görüşür dertleşirdik. Bir gün ziyaretime
gelmek istediğini söylemiş ve gelince de önemli bir bilgi vermişti. Belli ki,
sırf bunun için gelmişti. Söylediğine göre, benim atama kararnamem bakan
tarafından gönderilmiş, başbakan tarafından da imzalamış ancak, Cumhurbaşkanlığınca
onaylanmamıştı. Söylediğine göre, Cumhurbaşkanınca imzalanmasını engelleyen
kişi de Turgut Özal’ın vefatı üzerine Cumhurbaşkanı seçilen Süleyman Demirel’in
genel sekreteri Necdet Seçkinöz
kanalıyla çok kısa bir süre görev yapmış olan Türkiye Elektrik Kurumu
(TEK) eski genel müdürü Sedat Yıldız’dı.
Şaşırmıştım. Sedat Yıldız, Tokat’lıydı ve dolayısıyla hemşerimdi.
Ama kendisinin genel müdürlüğü zamanında hiçbir ilişkimiz olmamıştı. Yani bana
düşman olması, kararnamemin çıkmasını engellemesi için hiçbir mantıklı sebep
olamazdı. Acaba bu bilgi doğru muydu, işin aslı neydi?.
Ümit ağabeye verdiği bilgi için teşekkür etmiş, duyduklarıma
hem üzülmüş, hem de sevinmiştim. Üzülmüştüm, çünkü hak ettiğim bir yükselme
engellenmişti. Sevinmiştim, çünkü en azından bakanlık makamı her şeye rağmen
arkamdaydı ve beni bu göreve layık görüyordu.
Bu işin doğruluğunu araştırmayı ve gerçeği öğrenmeyi kafama
koymuş, bunun için derhal Sedat Yıldız’ı arayarak görüşme talep etmiştim.
Doğrudan kendisine sorup, olayı aydınlatacaktım. Emekli olduktan sonra gidip
geldiği Çankaya’daki bürosuna sözleştiğimiz gün ve saatte gittiğimde, odasında yalnız
değildi. Yanında iki kişi daha vardı. İlginçtir ki, bu iki kişiden birisini
tanıyordum. O da TEK personeliydi ve yanılmıyorsam Sedat beyin özel kalem
müdürlüğünü falan yapmıştı. Fakat kendisiyle hiçbir hukukum olmamıştı.
Oturur oturmaz hiç vakit geçirmeden konuyu açmış, kendisi
ile hemşeri olduğumuzu bilmeme rağmen hiçbir ilişkimizin olmadığını,
dolayısıyla kendisine bir kötülüğüm dokunmadığını, duyduklarıma bir anlam
veremediğimi söylediğimde Sedat bey, olayı yalanlamadan mahcup bir tavırla,
lafı gevelemeye başlamıştı ki, bizimle aynı masada oturan, o TEK personeli
olduğunu bildiğim kişinin yakasındaki rozet dikkatimi çekmişti.
Rozet, küçük f
harfini andırıyor, tutamak yerinin ucu eğik bir kılıç’a benziyordu. Ve ben, bu
rozeti bir yerden hatırlıyordum. Ama nereden, hızla bunu düşünürken rozete bir
kez daha baktığımda nereden hatırladığımı bulmuştum. Evet, yanılmıyordum, bu rozetin
aynısı bizim Kadir B’nin yakasında da takılıydı. O, bu garip rozeti soranlara,
karımın adının baş harfi falan derdi. Ama bazı arkadaşlar, Kadir’in mason
olduğunu ve bu rozetin de bir belli derecedeki masonların simgesi olduğunu
söylerlerdi. Ki, aynı rozete DSİ genel müdürlüğünde çalışan bir arkadaşımızda
da rastladığımda, bunun tesadüf olamayacağını, masonluk söylentilerinin doğru
olduğunu düşünmüştüm.
Evet, bu tesadüf olamazdı. Bende jeton birden düşmüştü.
Herhalde bu TEK personeli de eşinin adının baş harfi olduğu için bu rozeti
yakasına takmamıştı. Denmek ki, Bu da masondu ve büyük olasılıkla,
kendilerinden bir üst derece mason olan Sedat bey aracılığıyla eskiden beri
mason oldukları söylenen Demirel ve Necdet Seçkinöz’e ulaşıp benim kararnamemin
imzalanmasını engellemişlerdi.
O dakikadan itibaren, stratejimi değiştirmiştim. Konuşmasını
keserek Sedat beye, hiç kendinizi yormayın üstat, anlaşılan o ki, beni
tanımasanız da şu an yanınızda oturan ve bizim Kadir Berk ile yakın ilişkilerde
olduğunu bildiğim arkadaşlarınızın yanlış bilgilendirmeleri neticesinde bana
engel oldunuz. Ama benim size tavsiyem, tanımadığınız insanlar hakkında, sadece
size iletilen sözlerle hareket etmeyiniz. Ve etrafınızı saranların, sizinle
aynı yapılanmalar içinde olanların mutlaka haklı ve her şeyi hak ettiklerini
zannetmeyiniz demiş ve ayağa kalkmıştım.
Sedat bey şaşırmış, bundan sonra benim arkamda olacağını
falan gevelemeye çalışmış, yanındakiler ağızlarını bile açamamıştı.
Bürodan çıktığımda çok ama çok rahatlamıştım. Arkadan
çevrilmeye çalışılan entrikaları çözüp birilerinin dersini vermiş olmak,
herkese olduğu gibi bana da iyi gelmişti...
***
Evet, Kadir ve yanındaki bir iki asalak müfettişin
entrikalarıyla cebelleşmekten iş yapamaz olmuştum. Vekalet sürem uzadıkça, bu
ayak oyunları daha da yoğunlaşmıştı. Kadir ve şürekası tamamen iş yapmaz olmuş,
gerek sözlü, gerekse yazılı ikazlarıma pişkinlik içerisinde arsız cevaplar ve
tepkiler vermeyi sıradan bir iş haline getirmişti. Ama artık canıma tak dediği
için ben de gereken şekilde, daha doğru bir ifadeyle hak ettikleri biçimde
davranmayı karar vermiş ve bütün sonuçlarına katlanmayı da göze almıştım.
Sonuçta, her şeyi sineye çekmek benim karakterime tersti.
Eğer sonunda başkan olmak için bana tamamen aykırı gelen davranışlara daha
fazla tahammül edecek olursam, başkan olsam bile kendimi affedemezdim. Kişisel
sürtüşme içindeymişim, beli müfettişleri hedef almışım gibi bir görüntü
vermemek adına, çalışma ortamı ile ilgili her hususu yazılı olarak duyurup
başkanlık talimatları halinde yayınlamaya başlamıştım. Artık bundan sonra bu
talimatlara uymayacak olanlara hak ettikleri gibi davranmak meşru olacaktı.
Yayınladığım başkanlık talimatlarından birisi, uhdelerine
verilmiş olan inceleme ve soruşturmaları, başkanlığımızca öngörülen süre içinde
veya süresinde bitirilemeyen işler için gerekçesi belirtilerek ek süre talep
etmeleri üzerine başkanlığımızca kabul edilen bu ek sürelerin sonunda bitirip
raporunu başkanlığımıza teslim etmeyen müfettişlerin yıllık izin taleplerinin
rapor sunulmadan uygun görülmeyeceğine aitti.
Bu çok normal bir talimattı. Uhdelerine verilen inceleme ve
soruşturmaları mübalağasız iki, üç yıl gibi uzun süreler içinde bitirmeyen Kadir ve Savaş gibi müfettişler
yüzünden, büro elemanlarıma geriye doğru 10 yılı kapsayan bir çalışma yaptırmış
ve ihale konuları v.s gibi kapsamlı soruşturmaların dahi eski üstatlarımızca
ortalama üç aylık sürelerde tamamlandığı tespit etmem üzerine, müfettişlere iş
verilirken başkanlığımca o işin içeriğine göre bir tahmini süre belirlenmesi
cihetine gitmiş, bu sürede işin tamamlanamaması durumunda, o güne kadar yapılan
çalışmalar ve gerekçeleri belirtilerek ek süre talebinde bulunulması, bu talebe
başkanlıkça onay verilirse bu ek sürenin kullanılarak işin bitirilmesi şeklinde
bir uygulamaya gitmiştim.
Hiç kuşkusuz bu
uygulama asalak geçinen ve iş üretmemeyi şiar edinmiş olan müfettişlerin hoşuna
gitmemişti. Ama başkan olarak benim derdim, işleri zamanında bitirmek ve
bakanlık makamından söz işitmeden normal çalışma düzenimizi yürütebilmekti.
Bu talimatı çok önemsediğimi ve uygulamada kararlı olduğumu
her fırsatta ifade etmeme rağmen, Kadir iş yapmamayı sürdürmüş, verilen
sürelere uymadığı gibi, ek süre talebinde filan da bulunmayarak, başkanlığımı
sabote etmeyi sürdürmüştü. Aslında kendisine yakışanı yapıyordu.
***
Uzun zaman önce kendisine verilen soruşturmayı bitirmediği
ve raporunu vermediği gibi ek süre falan da talep etmediği halde, yaz
mevsiminin başlangıcında bir gün mesai bitimine doğru büro müdürünce önüme
getirilen dilekçesinde, “falan günden itibaren 20 gün izin kullanacağım.
Bilginize sunulur.” demekteydi.
Yani adam izin bile istemiyor, sadece haber verip gidiyordu.
Birden tepem atmıştı. Hemen büro müdürünü çağırıp Kadir beye yanıma gelmesini
söylemesini istemiştim. Ama nafile, Kadir çoktan bakanlıktan ayrılmıştı. Zaten
benimkisi de saflıktı. Hiç Kadir bu saatlerde bakanlıkta olur muydu? Mesai
denilen kavram bizler için geçerliydi. O ayrıcalıklı memurdu. Hep böyle
davranmış, herkesi alıştırmıştı. Şimdi de böyle davranmak istiyordu. Ben ise
adamın oyununu bozuyordum. Sonra ben kim oluyordum? Adam benden önceki
başkanları takmamış da beni mi takacaktı.
Öğle 12:00 de çantasını toplayıp, Kızılay servisi ile
doğruca İdareciler derneğinde toplanan oyun karesine yetişmeye gittiğini herkes
gibi ben de bildiğimden, yine oraya gitmiş olması olasılığını kuvvetle muhtemel
görmüş ve sekretere derneği aratmıştım. Telefona çıkan bir dernek görevlisi
orada olmadığını söylenmişti. Ne kadar doğruydu bilmek elbette mümkün değildi.
Bana göre, bu davranışı artık bardağı taşıran son damla
olmuştu. Mutlaka, ama mutlaka anlayacağı dilden ve resmi yoldan ne gerekiyorsa
onu yapacaktım. Aksi takdirde, bundan sonra başkanlık koltuğunda içim rahat
olarak oturmayacaktım.
Bunun için ilk iş olarak derhal, başkanlığa gönderdiği
yazının bir izin talep dilekçesi olmadığını, kaldı ki, uhdesindeki iş, hala
rapor olarak tamamlanmadığından, başkanlığımca yayınlanmış talimatlar gereğince
kendisine yıllık izin verilmesinin söz konusu olamayacağını, bu nedenle derhal
görevi başına dönmemesi durumunda hakkında gereken disiplin cezasının
verileceğini, gelmediği günlerin yasada yazan süreyi geçmesi halinde müstafi,
yani memuriyetten istifa etmiş sayılacağını belirten bir yazı yazdım ve büro
müdürü Murat bey ile ev adresine gönderdim.
Bir, iki saat sonra müdür geri gelmiş ve evde kimsenin
olmadığını söylemişti. İnanmıştım. Çünkü o günlerde büro müdürüne güveniyordum,
ama yıllar sonra yaşayacağım bazı gelişmelerden sonra o güne ilişkin olarak,
adreste bulmuş olduğu halde Kadir’in ricasıyla, tebliğatı yapmadan gelmiş
olabileceğini düşünecektim.
Bunu üzerine, uzun süredir çalışma usullerine uymamayı
alışkanlık haline getirdiği ve talimatlara aykırı olarak emrivaki ile izine
çıktığı için, kınama cezası ile cezalandırmak için savunmasını talep eden bir
yazı daha hazırladım ve her ikisini birden adresine tebligat yasasına göre
ikametgah adresine gönderdim. Bu yasa uyarınca, evde olmasa dahi, kapısına
bırakılan bir bildirim yazısına göre kendisine tebligat yapılmış sayılmakta
olduğu için birkaç gün sonra her iki yazı da kendisine tebliğ edilmiş
sayılacaktı. Aslında bu yaptığım, işin resmi boyutunu oluşturuyordu. Yoksa
Kadir’in, tüm bu olup bitenden haberdar olmaması düşünülemezdi. Savaş
kardeşinden, bürodaki bazı memurlardan ve diğer bazı müfettişlerden neler olup
bittiğini öğrenmesi pek ala mümkündü.
***
Birkaç gün hiçbir gelişme olmamıştı, Başmüfettiş Kadir
ortalarda yoktu. Ben de başka bir şey yapamamıştım. Beklemekten başka çarem
yoktu. Hafta tatilinden sonra Pazartesi günü bakanlık makamına indiğimde,
bakanın odacılardan Şemsettin, bir sır verir gibi kulağıma eğilerek, Pazar günü
Kadir’in geldiğini ve müsteşarla görüştüğünü söylediğinde, çok şaşırmıştım.
Şemsettin beni sevdiği ve başkanlık için heyette çekişme
yaşandığını bildiği için, bir terslik olursa haberim olsun diye bunu yapmıştı.
Yoksa son olayları elbette bilmiyordu. Nitekim o gün öğle saatlerinde müsteşar
Ahmet hoca beni çağırdığında, bunun ne için olduğunu tahmin etmiştim. Beni
Şemsettin’in anlattığı konu için çağırıyor olmalıydı. Evet, yanılmamıştım.
Kadir, bir arkadaşını araya koymuş, gelmiş müsteşarla görüşmüş ve olayı tamamen
saptırarak kendi yönünden anlatmıştı.
Müsteşar Ahmet hoca, konuyu açıp mesele nedir deyince,
kendisinden bazı belgeler alıp geleceğimi ve olayı bütün ayrıntılarıyla ortaya
koyacağımı söyleyerek müsaade isteyip derhal odama çıktım ve Kadir’e defalarca
yazdığım ikaz yazlılarını, işlerin ne şekilde yürütülüp bitirileceğine ilişkin
genel talimatlarımı, Kadir’e en son işi hangi tarihte verdiğimi gösteren yazıyı
ve adamın emrivakiyle izne çıktığı yazısını alıp geri hocanın yanına döndüm.
Birkaç dakika içinde olayı bütün çıplaklığıyla ortaya koyup,
bütün talimatlara karşılık uhdesindeki işi uzun süredir bitirmediği gibi, izin
istemeyen, izine ayrıldığını haber veren yazısını gösterdiğimde, müsteşar
durumu anlamıştı. Kadir’in pişkinliğine şaşırmış ve tamam kardeşim ne
gerekiyorsa yap sen bilirsin demişti.
Zaten öyle yapacaktım. Kadir’in oyunu böylece geri tepmişti.
O arkadaşı kimse, araya sokup da müsteşarı bana karşı dolduracağını ve beni
gözden düşürüp hırçın, çatışmacı bir adam olarak gösterip sonumu
hazırlayacağını düşünmüş, fakat yaptıklarının belgeleri mahiyetinde olan
yazışmalar ortaya dökülünce oyun bozulmuştu.
Bu ve bunu gibi olaylar bana, devlette, her şeyin kayıt
altına alınmasının, özellikle de sorumluluk doğurabilecek meselelerde sözlerin
unutulacağı, çarpıtılacağı, belge olarak sunulamayacağı dikkate alınarak her
şeyin yazılı yapılmasının son derece önemli bir ilke olduğunu öğretti.
Kadir, usul ve esaslara aykırı davranışlar yaptıkça hep
sözlü ikazlarda bulunup, bunları bir zaman sonra yazıya dökmemiş olsaydım bu
gelişmeler karşısında bu kadar kararlı ve güçlü olamayacaktım. O halde, gereken
ne ise onu yapmaya devam etmek en doğru yaklaşım olacaktı.
Nitekim bu arada, savunma için verilen sürede yazılı olarak
savunma göndermediği için Kadir’e kınama cezasını vermiştim bile… Artık dönüş
yoktu. Herkes layık olduğu muameleyi görmeliydi.
***
Aradan birkaç dün daha geçmiş Kadir hala göreve başlamamıştı.
Ama müsteşarı ziyareti her şeyden haberi olduğunu göstermekteydi. Göreve
gelmediği günlerin sayısı yasada belirtilen sınıra ulaşıp da adam hala
ortalarda görünmeyince bu kez, bu fiiline uygun düşen, Aylıktan Kesme cezası
ile cezalandırmak için bir savunma yazısı hazırlayarak adresine gönderdim.
Savunma süresi içinde
tutarlı bir mazeret ve savunma yapmasının mümkün olmadığını adım gibi bilmeme
rağmen, yasa gereği bekleyecek sonra cezasını verecektim. Aynı yasaya göre, bu
cezayı alan birisinin Daire Başkanlığı dahil daha üst görevlere getirilmesi
mümkün değildi. Yani Kadir, kendi kendisinin yolunu tıkamıştı. Hırsı, aklını
aşmış, kendi sonunu hazırlamıştı. Artık başkanlık hesapları yapmasının imkanı
olmayacaktı.
Geç de olsa bunun farkına varmış ve müsteşardan da beklediği
desteği bulamayacağını anlamış olmalı ki, savunma verme süresi bitmeden,
bakanlık personel dairesine verdiği bir dilekçe ile emekliliğini talep etmişti.
Ne demeli, su testisi su yolunda kırılmıştı. Ama ben yine
yukarıda sözünü ettiğim prensipten hareketle, kendisi her ne kadar emekli
olmuşsa da aslında şu cezayı hak etmiş idi, dosyasında bulunmasında fayda
görülmektedir şeklinde bir yazıyı, personel dairesine gönderdim...
***
Savaşmadan yenilgiyi kabul etmemeyi çocukluğumda,
gençliğimde verdiğim mücadelelerden öğrenmiştim; bu yaşananlar sadece onlardan
birisiydi.
Sonunda, yıllardır hiçbir başkanın üstüne gitmeye cesaret
edemediği, kendisini siyasi çevresi ve dostları olan güçlü birisi olarak
göstermiş ve herkesi sindirmeyi başarmış bir asalak böylece temizlenmişti...
--0--