DEDEMİN DÜKKANI...
Bizim çocukluğumuzda yaz tatili demek, daha çok memleket
ziyareti demekti; ya da bizim için öyleydi. Babam iznini aldığında çoğunlukla
Niksar’ın yolunu tutardık.
Dedem sağdı ve onun evinde kalırdık. Evin önünden geçen
yolun hemen alt kısmından akan Çanakçı
ırmağının kenarı en sevdiğim yerdi. Orada eşeğe biner, ırmağa taş atar
saatlerce oynardım.
Sabahları ben uyandığımda dedem çoktan dükkanına gitmiş
olur, akşam üzeri dükkandan dönünce de yemeğini yer ve odasına çekilirdi. Aynı evde
kalsak da yüzünü çok ender görürdüm. Bu, her gün böyleydi. Ne zaman sorsam, dedem
ya dükkana gitmiş, ya da dükkandan gelip istirahata çekilmiş olurdu.
Deden dükkana gitti. Deden dükkandan geldi. En sık duyduğum
cümlelerdi. Bu sözleri dinledikçe, çok merak ederdim dedemin dükkanını; bu hiç aksatmadan
sabah erkenden gidip açtığı ve akşama kadar durduğu dükkanda ne satardı, ne iş
yapardı? Kimselere sormaz, ama merak ederdim.
*
Bir gün yataktan kalktığımda babam, beni dedemin dükkanına
götüreceğini söylediğinde sevinçten
deliye dönmüştüm. O çok merak ettiğim dedemin dükkanını nihayet görecektim.
Dedemim son derece düzenli gidiş gelişenden o dükkanın çok
yoğun bir iş yeri olduğunu tahmin ediyordum.
Fakat dükkana girdikten kısa bir süre sonra bu tahminimde
yanıldığımı anlamış ve büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Dükkan denilen,
sekiz, bilemedin on metrekare yerin, masif ahşap, oymalı ve üzerinde tomağı
olan iki kanat kapısı, içeri doğru açıldığından mekan olduğundan daha küçük
görünüyordu. Etrafta, bir iki telis
çuval içinde keçiboynuzu, iğde, nohut, pirinç gibi malzemeler, duvarlarda ise
birkaç boş heybe asılıydı.
Uzun sayılacak bir süre dedemin yanında Karadeniz işi küçük oturaklarda
oturmamıza rağmen ne gelen olmuştu, ne giden. Kafamda canlandırdığımın tam
tersine çok sakindi.
Peki, o halde dedem burayı neden bu kadar önemsiyor ve
şaşılacak bir disiplin içinde gidip geliyordu? Bunu, üzüleceklerini düşünerek,
ne dedemin kendisine, ne de babama soramamıştım.
Ama bu sorunun cevabını yıllar sonra kendim bulmuştum. Siyasi
nedenlerle çok erken yaşta emekli olmaya zorlanıp da, derin bir boşluğa
düştüğümde dedemin dükkanının ne olduğunu çok iyi anlamıştım.
O dükkan, dedem için bir para kazanma aracı değildi. Oradan
maddi bir beklentisi yoktu, çünkü paraya ihtiyacı bulunmuyordu. O dükkan, dedem
için bir vakit geçirme bir oyalanma yeriydi.
Dedem, kendi kendisini emekli ettikten açtığı o dükkana, aktif
zamanlarında edindiği iş disiplini ve ahlakı ile gidip geliyordu. Yıllarca
çalışmıştı ve ondan sonra evde hiçbir iş yapmadan oturamıyordu. Yılların
alışkanlığıyla, sanki faal olarak işleyen bir dükkanı varmış gibi, sabah
erkenden gidiyor, akşam saatlerinde dönüyordu. Çalışmak onun karakteri,
karakteri de yaşam tarzıydı.
*
Bu ahlak ve disiplin damarı, babamda da aynen devam etmiş,
ondan da bana geçmişti.
Tıpkı onlar gibi, benim içinde işim, her zaman en önem
verdiğim değer oldu. Belli bir disiplinle çalıştım ve boş kalmayı hiç sevmedim.
Zorunlu emeklilikten sonra boş kalmaktan sıkıldığım her an,
keşke benim de dedeminki gibi hiçbir şey satmayacağım, ama sabah gidip akşam
geleceğim bir küçük dükkanım olsaydı dediysem de maalesef öyle bir dükkana
hiçbir zaman sahip olamadım.
--0--